İbnü’l-Hâcib

(ö. 646/1249)
Dil âlimi ve Mâlikî fakihi
- A +

Hayatı

Kafkasya’da bulunan Duvîn şehrinden ilk önce Şam’a, oradan da Mısır’a taşınan ve Eyyubî hânedanlığı ile yakın temaslar içinde bulunan bir aileye mensup olan İbnü’l-Hâcib, 570/1175 yılında Mısır’ın Yukarı Said bölgesinde yerleşen Kûs’a bağlı İsnâ’da doğdu. İbnü’l-Hâcib lakabıyla anılması babası Ömer b. Ebû Bekr’in meslek itibariyle Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin dayısının oğlu Kûs Emîri İzzeddin Mûsek es-Salâhî’ye hâciplik yapmasından dolayıdır. Hayatının tamamını Eyyûbîler’in hükümranlığı altındaki Mısır-Şam bölgesinde geçiren İbnü’l-Hâcib, ailesiyle birlikte erken yaşta Kahire’ye gitmiş, burada Kur’an-i Kerim’i, Arapça ve Kıraat ilimlerini ve Mâlikî fıkhını öğrenmiştir. Hocaları arasında bulunan Muhammed b. Ömer el-Bennâ’dan dil ve edebiyat dersleri almış, ünlü kıraat âlimi Kâsım b. Fîrruh Şâtıbî’den Ebû Amr ed-Dânî’nin kırâat-i seb‘aya dair et-Teysîr’i ile kendisinin eş-Şâtıbiyye’sini, Ebü’l-Fazl el-Gaznevî’den Sıbtu’l-Hayyât’ın el-Mübhic fi’l-kırâ’âti’s-seb‘ adlı eserini ve Ebü’l-Cûd Gıyâs el-Lahmî’den kırâat-i seb‘ayı okumuş, ayrıca İsmâil b. Sâlih b. Yâsîn, Ebü’l-Kâsım el-Bûsîrî, Fâtıma bint Sa’d el-Hayr ve Ertâhî’den hadis ilimlerini tahsil etmiştir. Kendisinden fıkıh ve fıkıh usûlü tahsil ettiği hocalarından Ebû Mansûr el-Ebyârî yoluyla ilmî silsilesi ünlü Mâlikî usûlcü Ebü’l-Velîd el-Bâcî üzerinden İmam Mâlik’e kadar gider. Başka bir hocası Şam kâdîlkudâtı Halîl b. Saâde el-Huveyyî yoluyla hoca silsilesi de Fahreddin er-Râzî’ye ulaşır.

Tedris faaliyetlerine Kahire’de iken başlayan İbnü’l-Hâcib, burada bir süre Selâhiddîn-i Eyyûbî’nin veziri Kâdî el-Fâzıl’ın inşa ettirdiği Fâzıliyye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. el-Emâlî’sindeki kayıtlardan anlaşıldığına göre 616’dan sonra Kahire’den ayrılmış, birkaç ay Kudüs ve Gazze’de kalıp 617/1220 yılında Dımaşk’a ulaşmıştır. İbnü’l-Hâcib burada büyük ilgi görmüş, telif ve tedrisatla meşgul olmuştur. Dımaşk’ta bulunduğu bu süre zarfında Emevî Camii’nin ez-Zâviyetü’l-Mâlikiyye denilen köşesinde ve yine Mâliki mezhebine tahsis edilen Salâhiyye (Nûriyye) Medresesi’nde ders vermiştir. Ayrıca Muhammed Zeynüddin Ebû Abdullah el-Kürdî’nin 628/1230 [?] yılında ölümü üzerine Dımaşk Câmii’ndeki kıraat halkasının başına (mütesaddir) da geçmiştir. Bununla birlikte ömrünün yaklaşık yirmi yılını geçirdiği Dımaşk’taki ilmi hayatı hakkında oldukça az bilgi bulunmakta, kaynaklarda ismi sadece birkaç olay münasebetiyle geçmektedir. Bunlardan biri 628/1230 tarihinde Şeyh Ali b. Hasan Harirî’nin katline dair verdiği bir fetva dolayısıyladır. Diğer iki olay ise kendisiyle yakın dostluk ilişkisi kurduğu Şâfiî fakihi İzzeddin İbn Abdüsselâm ile ilgili olarak vuku bulmuştur. İzz İbn Abdüsselâm’la birlikte Eyyûbîler’in Dımaşk emiri el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin İsmâil’i eleştirdikleri için 638/1240 yılında hapse atıldılar. Siyasi çekişmelerin yaşandığı bu dönemde hadiselerin aleyhine gelişmesi üzerine Dımaşk’tan ayrılmak zorunda kaldı. Eyyûbîler’in Kerek emiri ve talebesi el-Melikü’n-Nâsır Dâvûd b. Îsâ’nın daveti üzerine gittiği Kerek’te bir süre kaldıktan sonra 639/1241 yılında, ilk tedris faaliyetine başladığı yer olan Kahire’ye geri dönerek tekrar Fâzıliyye Medresesi’nde ders okutmaya başladı. Hayatının sonlarına doğru İskenderiye’ye yerleşen İbnü’l-Hâcib, 26 Şevval 646’da (11 Şubat 1249) burada vefat etmiş ve Bâbülbahr’ın (İskenderiyye) dışındaki bir mezarlıkta Şeyh İbn Ebû Şâme türbesinin yakınına defnedilmiştir. Mezarının günümüzde Ebü’l-Abbas el-Mürsî Mescidi’nin alt katında olduğu söylenir. Tabakat yazarları kendisinden bahsederken övgü dolu sözler sarf etmektedir. Nitekim hayatı hakkında bilgi veren en erken kaynaklardan biri olan ez-Zeyl ‘ale’r-Ravzateyn müellifi Ebû Şâme (ö. 665/1267) ilim ve amel konusunda dinin rüknü ve ümmetin en zekilerinden biri olarak gördüğü İbnü’l-Hâcib’in güvenilir bir dost, eza ve musibetler karşısında çok sabırlı, tahammüllü, hayâ sahibi ve mütevazı bir kimse olduğunu, ilim ehlini ve ilmi yaymayı çok sevdiğini kaydeder.        

Öğretisi

Hayatı boyunca sarf, nahiv, arûz, fıkıh, kelam ve bunlardan başka birçok alanda ardında eserler bırakan, büyük bir dil âlimi ve Mâlikî hukukçusu olan İbnü’l-Hâcib, asıl şöhretini özellikle el-Kâfiye fi’n-nahv adlı eserine borçludur. Eser, yazıldığı günden itibaren büyük teveccüh görmüş, çeşitli yerlerde defalarca basılmış, yaklaşık 150 kadar şerhedilmiş, birçok ihtisarı yapılmış, hatta onu i’rab eden eserler bile yazılmıştır. İbnü’l-Hâcib ilkesel olarak Basra dil mektebini benimsemiş olmasına rağmen, nahivde kendine has bir metodu olan ehli tercîh bir âlimdir. Bu yüzden de dil mektebi konusunda taassup göstermemiş ve Kûfe dil mektebinden benimsemiş olduğu bazı görüşleri el-Kâfiye isimli eserine almıştır. Böylece önceki dil mekteplerinin görüşlerini cem etmiş ve onları maharetle düzenleyip istifade edilecek bir sisteme sokmuştur. Bu bağlamda, Ebû ‘Amr b. ‘Alâ, Yûnus b. Habîb, Halil b. Ahmed, Sîbeveyh, el-Kisâî, el-Ahfeş, el-Ferrâ, el-Mâzinî, el-Müberred, İbn Keysân ve ez-Zeccâc gibi birçok meşhur dil âliminin görüşlerine eserinde yer vermiştir. Bununla birlikte İbn Hâcib’in güçlü olduğu bir diğer alan fıkıhtır. Hatta o, Doğu İslâm coğrafyasında Arapça öğretimine dair yazdığı gramer eserleriyle tanınırken Batı İslâm coğrafyasında ise fıkha dair yazdığı eserleriyle tanınmıştır. İbn Haldûn, onun fıkıh alanındaki kıymetinden bahsederken onun el-Muhtasar isimli eserinin Mağrib’de Mâlikî mezhebinin en temel kitabı olarak kabul edildiğini nakleder. Vefeyâtu’l-A’yân yazarı İbn Hallikân da İbn Hâcib ile ilgili bir hatırasından bahsederken onunla defalarca görüştüğünü ve her görüşmesinde Arap dili ve fıkıh ile ilgili kendisinden çok bilgi edindiğini ve zor gördüğü yerleri ona sorup çok doyurucu cevaplar aldığını aktarır. Fıkıh usûlünde el-Âmidî çizgisini takip eden İbnü’l-Hâcib, mantık ilminin, Gazzâlî ile birlikte usûl ilminin içerisine girmesini daha da ileri götürmüş ve mantığı usûl ilminin bir parçası haline getirmiştir.

İbnü’l-Hâcib’in dilden sonra en etkili olduğu alan fıkıh usûlüdür. O, bu alanda ilk önce Müntehe’s-sûl ve’l-emel fî ilmeyi’l-usûl ve’l-cedel’i telif etmiş, daha sonra bu eserini ihtisar ederek Muhtasaru’l-Müntehâ’yı oluşturmuştur. İbnü’l-Hâcib usûl eserlerini başta Âmidî’nin el-İhkâm’ı ve Gazzâlî’nin el-Müstasfâ’sı olmak üzere mütekellimîn geleneğine ait eserlere müracaat ederek yazmıştır. Bununla birlikte eserinde daha ziyade el-İhkâm’ın mesâilini ve sistematiğini esas aldığı anlaşılmaktadır. Zira kendi dönemine gelinceye kadar fıkıh usûlünün mesâili etraflıca işlenmiş, bu sahada farklı yaklaşımlar ve usûl anlayışları teşekkül etmişti. İbnü’l-Hâcib’in mensup olduğu Eş‘arî-mütekellimîn usûl anlayışı, Fahreddin er-Râzî ve ondan çeyrek asır sonra vefat eden Seyfeddin el-Âmidî tarafından kendi zamanlarına kadar teşekkül eden mevcut birikimi dikkate alarak kendine has konu tertibi ve anlatımla el-Mahsûl ve el-İhkâm’da yeniden yazılmıştır. Olgunluk niteliği taşıyan bu iki eser, fıkıh usûlü meselelerinin felsefî ve mantıkî kavramlarla ifade edilmesinde ve bu dilin usûl yazımında belirleyici hale gelmesinde önemli rol üstlenmiş, sonraki dönemde mütekellim gelenek içinde kaleme alınan hemen bütün eserler için başvuru kaynak olması yönüyle etkili olmuştur. İşte İbnü’l-Hâcib’in usûl çalışmaları, Âmidî ile temayüz eden bu çizginin devamı mahiyetinde olup, onun tevarüs ederek aktardığı bu birikimin başarılı bir şekilde ve oldukça veciz bir üslupla ihtisar edilmesiyle oluşturulmuştur. Ancak metnin bazı yerlerde aşırı derecede ihtisar edilmesi, anlaşılmasının önünde bir engel teşkil etmiştir. Hatta bu üslubundan dolayı müellifi zaman zaman eleştirilmiş ve bu, pek çok usûlcünün de metne şerh yazmasının temel gerekçelerinden biri olmuştur.

Oldukça veciz önermelerden oluşan Muhtasar’ın dikkat çeken en önemli özelliklerinden birisi, İbnü’l-Hâcib’in kendisine kadar intikal eden usûl birikimi hakkındaki değerlendirme ve tercihlerini temsil etmesidir. Müellif eserde konuları işlerken, meselenin mahiyetini ortaya koymaya, temel iddialara ve karşı delillere yer vermeye ve kendi argümanlarını en güçlüden itibaren sıralayarak temellendirmeye özen gösterir. Meseleleri münazara ve tartışma üslubu içerisinde işleyerek gereksiz fazlalık ve uzatmadan kaçınır, konuya dair söylenenleri ayıklayarak zübdesini serdeder. Döneminde kullanılan dil ve yazım üslubunun bir tezahürü olarak metinde mantık ve cedel ilminin terimlerine sıkça rastlanır. Mantık ilminin fıkıh usûlüne tatbikiyle ilgili Gazzâlî’nin yaklaşımını tevarüs eden İbnü’l-Hâcib, Muhtasar’ın baş kısmında Gazzâlî’nin el-Mustasfâ’da yaptığına benzer şekilde mantık ilminin konularını hülasa etmiştir. Ancak mantıkla olan bu ilişki, sadece eserde mantık konularına özel bir bölüm tahsis etmekle sınırlı değildir; gerek eserin terminolojisinde, gerekse terimlerin tanımlanmasında ve meselelerin işlenmesinde de mantığa dayalı düşünme tarzının tezahürleri dikkat çekmektedir. Dolayısıyla onun usûl eserlerinde özel bir bölüm tahsis etmek suretiyle mantığı belirleyici bir konuma getirmesi ve bu tercihinin İbnü’l-Hâcib şârihleri ve muhaşşîlerince de kabul görüp sürdürülmesi, Gazzâlî’nin usûl yazımında başlattığı bu uygulamanın yerleşmesinde ve bir gelenek oluşturmasında önemli bir çaba olarak görülebilir.

İbnü’l-Hâcib, Mâlikî mezhebinin yalnız fürû-i fıkıh tarihinde değil, aynı zamanda usûl tarihinde de yeni bir dönemin başlangıcı kabul edilmektedir. Onun usûl eserlerinde mantığa özel önem atfetmesi ve bu çalışmalarının daha o hayattayken Mâlikî çevrelerde revaç bulup meşhur metinler haline gelmesi, büyük ölçüde Eş‘arî-mütekellimîn çizgisinde gelişen Mâlikî usûl te’lîfatı içerisinde mantık merkezli usûl anlayışının başlanmasında öncü rol oynamıştır. Bununla birlikte fıkıh usûlü alanında İbnü’l-Hâcib’in etkisi sadece Mâlikî çevrelerle sınırlı değildir; başta Şâfiî usûlcüler olmak üzere, Hanefî, Hanbelî, Şiî ve Zeydî gibi farklı fıkıh mezheplerine mensup usûlcülerin eserlerinde onun etkisini görmek mümkündür. Asırlar boyu medreselerde ilim ehlinin okuyup incelediği bu eser, çok sayıda şerh, haşiye türünde çalışmaların odağında yer almıştır. Nitekim Muhtasar ekseninde gelişen şerh çalışmaları, gerek şârihlerin mensup olduğu mezhep ve bölge, gerekse telif edilen eserlerin sayısı ve etkisi bakımından olsun fıkıh usûlü tarihinin en geniş ve etkili şerh geleneğini oluşturmaktadır. Bu yönüyle Muhtasar’ın modern öncesi İslam âleminde fıkıh usûlü eğitimini ve çalışmalarını en çok etkileyen metinlerden biri olduğu muhakkaktır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Müntehe’s-Sûl ve’l-Emel fî İlmeyil Usûl ve’l-Cedel: Dârü’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut, 1405/1985.
  • Muhtasaru Müntehe’s-Sûl: nşr. Nezîr Hamâdû, Dâru İbn Hazm, Beyrut 1427/2006.
  • Câmi‘u’l-Ümmehât: thk. Ebû Abdurrahman el-Ahdar el-Ahdarî, Beyrut 1419/1998.
  • el-Kâfiye: nşr. Târık Necm Abdullah, Cidde 1407/1986.
  • Şerhu’l-Kâfiye: İstanbul 1311, 1312.
  • el-Vâfiye fî Nazmi’l-Kâfiye.
  • Şerhu’l-Vâfiye: thk. Mûsâ Binây el-Alîlî, Necef 1400/1980.
  • el-Îzâh  fî Şerhi’l-Mufassal: thk. Mûsâ Binây el-Alîlî, Vizâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuuni’d-Diniyye, Bağdat 1402/1982.
  • el-Kasîdetü’l-Müveşşaha bi’l-Esmâ’i’l-Müenneseti’s-Semâ‘iyye: thk. Târık Necm Abdullah, Mektebetü’l-Menâr, Ürdün-Zerkâ 1405/1985.
  • Emâlî İbni’l-Hâcib: thk. Fahr Sâlih Süleyman Kadâre, Dârü’l-Cîl, Beyrut 1405/1985.
  • Risâle fi’l-‘Aşr: haz. Hâdî Hasan Hammûdî, Beyrut 1405/1985.
  • eş-Şâfiye: nşr. Hasan Ahmed el-Osmân, el-Mektebetü’l-Mekkiyye, Mekke 1435/2014.
  • Şerhu’ş-Şâfiye. 
  • Cemâlü’l-Arab fî İlmi’l-Edeb.                                       
  • el-Maksadü’l-Celîl fî İlmi’l-Halîl: nşr. Muzaffer-i Bahtiyâr Kitâbdârî, Tahran 1368.                      
  • Ebû Şâme el-Makdisî, ez-Zeyl ‘ale’r-Ravzateyn, Dârü’l-Cîl, Beyrut 1974.
  • İbn Haldûn, el-Mukaddime, nşr. Abdüsselâm Şeddâdî, Beytü’l-Fünûn ve’l-Âdâb, Dârülbeyzâ 2005.
  • Hulusi Kılıç, “İbnü’l-Hâcib”, DİA, c. 21 (2000), s. 55-58.
  • Hulusi Kılıç, “el-Kâfiye”, DİA, c. 24 (2001), s. 153-154.
  • Hulusi Kılıç, “eş-Şâfiye”, DİA, c. 38 (2010), s. 247-248.
  • Eyyüp Said Kaya, “Maliki Mezhebi”, DİA, c. 27 (2003), s. 519-535.
  • Eyyüp Said Kaya, “Şerh (Fıkıh)”, DİA, c. 38 (2010), s. 560-564.
  • Ferhat Koca, “el-Muhtasar”, DİA, c. 31 (2006), s. 67-70.
  • İbrahim Muhammed Abdullah, İbnü’l-Hâcib en-Nahvî, Dâru Sa‘deddin, Dımaşk 1426/2005.
  • Târık Abdüavn el-Cenâbî, “İbnü’l-Hâcib en-Nahvî Âsâruhu ve Mezhebuhu”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bağdat Üniversitesi, Bağdat 1972.
  • İsmâil Karahan, “İbnü’l-Hâcib ve el-Kâfiye Adlı Eseri”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, İsparta 2011.
  • İbrahim Yılmaz, “İbnü’l-Hâcib, Hayatı, Eserleri ve el-Kâfiye Adlı Eserinin İncelenmesi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 13 (1997), s. 469-492.
  • Ahmet Tekin, “İbnu’l-Hâcib ile Molla Halil es-Si’irdî’nin el-Kâfiye Adlı Eserlerinin Mukayesesi”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, c. 10, sy. 21 (2018), s. 887-902.
  • Ahmet Yüksel, “İbnu’l-Hâcib ve “Risâle fi’l-’Aşr”ı”, Nüsha: Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, c. 3, sy. 10 (2003), s. 145-154
  • Velîd b. Ahmed el-Hüseyn ez-Zübeyrî, el-Mevsûatü’l-Müyessera fî Terâcümi Eimmeti’t-Tefsîr ve’l-İkrâ ve’n-Nahv ve’l-Luga, Mecelletü’l-Hikme, 2003.
  • Mehmet Türkmen, “İbn-i Hacib”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 3 (1989), s. 333-346.
  • İbrahim Yılmaz, “İbnu’l-Hâcib, Hayatı, Eserleri ve el-Kâfiye Adlı Eserinin İncelenmesi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 13 (1997), s. 469-492.
  • İbrahim Yılmaz, “İbnu’l-Hâcib’in el-Kâfiye İsimli Eserinin Arapça Öğretimindeki Yeri (Medrese Eğitimindeki Yeri)”, Medrese ve İlahiyat Kavşağında İslâmî İlimler (Uluslararası Sempozyum): 29 Haziran - 1 Temmuz 2012,  c. 1 (2013), s. 483-487.
  • Tarık Cennabi, İbnü'l-Hacib en-Nahvi: Asaruh ve Mezhebuh, Dârü't-Terbiyye, y.y. 1973.
  • Sezai Bekdemir, “Teâruz ve Tercih Konusunda Sadrüşşerîa ile Râzî-İbnü‘l-Hâcib Karşılaştırması”, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c. 2, sy. 2 (2016), s. 195-206.
  • Sevinc Bayramova, “İbn Hacib Yaradıcılığında “Şafiye” Eserinin Yeri”, Bakı Devlet Üniversitesi İlahiyyat Fakültesi'nin Elmi Mecmuasi, sy. 26 (2016), s. 271-278.

Atıf Bilgisi

İbnü’l-Hâcib . İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/ibnul-hacib-/194