İslâm ilim geleneğinde Halil b. Ahmet (ö. 175/791) ve Sîbeveyhi (ö. 180/796) gibi dilcilerin çalışmalarıyla hızlanan dilbilim çalışmaları Mâzinî (ö. 249/862), Müberrid (ö. 286/899), Zeccâc (ö. 311/923) ve İbnü’s-Serrâc (ö. 316/928) gibi dilcilerin eserleriyle olgunlaşmış, ardından Zeccâcî (ö. 337/949), Sîrâfî (ö. 368/979), Ebû Ali el-Fârisî (ö. 377/987), Rummânî (ö. 384/994) ve İbn Cinnî (ö. 392/1001) gibi isimlerin öncülük ettiği parlak bir dönemi yaşayarak birinci klasik dönemini tamamlamıştır. Aynı tarihlerde belâgat ise henüz teşekkül sürecindeydi. Abdülkâhir el-Cürcânî’nin (ö. 471/1078-79) Delâilü’l-i‘câz’ı belâgatin meânî dalının ve Esrârü’l-belâga’sı beyân dalının tesis edildiği eserler olarak düşünülürse, belâgatin teşekkülü V./XI. yüzyıla kadar gecikmiştir. Dil felsefesi ise müstakil bir disiplin olarak teşekkül etmemiş; nahiv (dilbilim), kelâm, felsefe, mantık, ebedî tenkit, belâgat, fıkıh usulü gibi çeşitli disiplinlerdeki dille ilgili tartışmalar bağlamında kendini göstermiştir. Bu bilim çevreleri kendi uzmanlık alanları çerçevesinde dil felsefesi konularına da değinmişlerdir. Abdülkâhir el-Cürcânî’nin belâgat ilmini tesis ettiği iki eseri dil felsefesi alanında da önemli bir aşamayı temsil etmektedir. Cürcânî sonrası süreçte dilbilim, belâgat ve dil felsefesi alanları önceki birikimin tertip, tenkit ve tahkiki çerçevesinde gelişim kaydetmiştir.
Temel dilbilim klasiklerinin yazıldığı ilk dört asır sonrasında dilbilim alanında klasik dönemdeki birikimi derleyici ve tahkik edici çalışmalar yapılmıştır. İbn Madâ el-Kurtubî (ö. 592/1196) gibi klasik dilbilim nazariyesine eleştirel yaklaşan âlimler olsa da bunlar yaygın bir etki oluşturamamışlar, sadece çağdaş dönemde nahiv öğretiminin kolaylaştırılması çabaları çerçevesinde gündeme gelmişlerdir.
Klasik dönemdeki birikimin tevarüs edilerek ileriye taşınması konusunda Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) el-Mufassal’ı önemli bir yerde durmaktadır. Zemahşerî bu eserinde el-Kitâb’ı kendi görüş ve tercihlerini de ilave ederek didaktik bir şekilde özetlemiş, birçok yerde Sîbeveyhi’ye muhalefet etmiştir. Müellifin iki yıllık bir sürecin ardından 515/1121 yılında tamamladığı bu eser yazılışını takip eden iki yüzyıl boyunca medreselerde ders kitabı olarak okutulmuş, süreç içerisinde üzerine sekseni aşkın şerh yazılmıştır.
el-Mufassal şerhlerinden birinin de yazarı olan Mısırlı meşhur dilbilimci İbn Hâcib (ö. 646/1249) nahiv alanında el-Kâfiye’si ve sarf alanında eş-Şâfiye’si ile dilbilim geleneğine özellikle Basra ve Kûfe mekteplerinin görüşlerini bir araya getirme ve klasik nahiv teorilerini şerh etme konusunda önemli katkılar sağlamıştır. Arapça gramerinin veciz bir şekilde ele alındığı el-Kâfiye ve sarf kurallarının kapsamlı bir şekilde işlendiği eş-Şâfiye Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ı ile Zemahşerî’nin el-Mufassal’ı esas alınarak yazılmıştır. Birçok şerhi olan bu eserler Osmanlı medreselerinde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur.
Endülüslü İbn Mâlik de (ö. 672/1274) klasik sonrası dönemde iz bırakan dilbilimcilerdendir. Arap dili grameri, sözlükbilim ve kıraat alanlarında uzmanlaşan İbn Mâlik, bu alanlarda yirmiyi aşkın eser kaleme almış, özellikle de el-Elfiyye adlı manzum nahiv eseri ile meşhur olmuştur. Yine kendisinin yazdığı 2794 beyitlik el-Kâfiyetü’ş-şâfiye adlı manzum nahiv eserinin bir özeti mahiyetindeki el-Elfiyye özellikle Mısır ve Suriye bölgelerindeki medreselerde okutulmuş ve ezberletilmiştir.
Dilbilim alanındaki katkılarıyla isminden söz ettiren diğer bir âlim İbn Hişâm en-Nahvî’dir (ö. 761/1360). Bu alanda kaleme aldığı yaklaşık otuz eser arasında Muğni’l-lebîb ve Katru’n-nedâ özellikle zikredilmeyi hak eder. Nahiv konularının güzel bir üslupla sistematik şekilde ele alınarak tahkik edildiği bu eserler medreselerde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur. İmam Birgivî’nin (ö. 981/1573) İzhâru’l-esrâr’ı ve Molla Câmî’nin (ö. 898/1492) el-Fevâidü’z-ziyâiyye adlı eserleri de gramer konularının sistematik ve özlü bir şekilde ele alındığı eserler olarak dikkat çeker.
Osmanlı medreselerinde genellikle sarf alanında sırasıyla Emsile, Binâ, Maksûd, İzzî ve Merâhu’l-ervâh metinleri, nahiv alanında sırasıyla el-Avâmilü’l-mie, İzhâru’l-esrâr, el-Kâfiye ve Molla Câmî (el-Fevâidü’z-ziyâiyye) metinleri okutulmuştur. Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ında ortaya konulup sonraki süreçte olgunlaşan gramer bilgisinin özünü içeren bu eserler nahiv geleneğinde yapılan tartışmalar sonucunda ortaya çıkan yaygın kabulleri sistematik olarak aktarmaktadır.
Zemahşerî’nin el-Mufassal’ı ile başlayan süreçte yazılan sözü edilen dilbilim eserleri üzerine yüzlerce şerh, hâşiye ve talik yazılmıştır. Mevcut birikimi tahkik etmeye yönelik bu eserlerde klasik nahiv nazariyeleri en ince ayrıntısına kadar tartışılmıştır.
Nahiv ilminin klasik formunu aldığı V./XI. yüzyılda belâgat ilmi henüz teşekkül aşamasındaydı. Bu ilmin teşekkül sürecini tamamladığı eserler olarak görülen Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Delâilü’l-i‘câz ve Esrârü’l-belâga’sı belâgatin sonraki gelişimine de şekil vermiştir. Cürcânî’nin ardından aynı düşünce çizgisini sürdüren önemli bir isim Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209) olmuştur. Râzî Nihâyetü’l-îcâz adlı eserinde Cürcânî’nin Delâil ve Esrâr’ını tek bir çatı altında özetleyerek onun düşüncelerini sistematik hale getirmeye çalışmıştır. Fakat Cürcânî’nin dil, söz ve fesâhate dair görüşlerini özlü bir şekilde aktaran bu eser, Cürcânî’nin yaklaşımındaki felsefî bazı vurguların kaybolmasına neden olmuştur. Sözgelimi Cürcânî’nin eserlerinde gözlenen ve onun Mu‘tezile kelâmcısı Kâdî Abdülcebbâr’a muhalefetinden kaynaklanan felsefî gerilime Râzî’nin sözü edilen eserinde pek az rastlanır. Bununla birlikte bu eser, felsefe ve mantığın kavramlarını belâgat alanına taşıma işlevi görmüştür. Örneğin Cürcânî’nin metinlerinin aksine bu eserde delalet meselesi mantıktaki mutabakat, tazammun ve iltizam kavramları çerçevesinde ele alınmıştır.
Belâgat alanında Râzî’den sonra gelen etkili bir isim Sirâceddin es-Sekkâkî’dir (ö. 626/1229). Sekkâkî selefleri olan Cürcânî ve Râzî’nin belâgat anlayışını izlemekle birlikte birçok açıdan yenilikler içeren bir projeyle karşımıza çıkar. Miftâhu’l-ulûm adlı eserinde o, Arap dilinin sırasıyla sesleri, ses birimleri, kelime yapısı, cümle yapısı, bağlamsal unsurları ve mantıksal yapısını incelemiştir. Sekkâkî eserine koyduğu Miftâhu’l-ulûm başlığı ile belli ilimlerin Arap dili içerisinde konakladığını ve dile dair bu eseriyle bu yapının kapılarını açmayı hedeflediğini ima ediyordu. Onun kendi ifadesiyle Miftâh, en geniş anlamıyla “edeb” alanında kaleme alınmıştır. Sekkâkî bu alan dâhilinde sarf ve bunu tamamlayıcı olarak iştikak; nahiv ve bunu tamamlayıcı olarak meânî ve beyan; bu son ikisini tamamlayıcı olarak ise had ve istidlâl ilimlerine yer vermiştir. Bu inceleme sırasında o, dilsel belirleme (vaz‘), dilsel delâlet, bağlam ve dilin mantıksal yapısı gibi konularda özgün yaklaşımlar sergiler.
Sekkâkî’nin eseri özellikle belâgat alanında çığır açıcı olmuştur. Eserin belâgate dair kısmında meânî, beyân ve bedî dalları ilk kez açıkça ayrıştırılarak tanımlanmış, meseleler tasnif edilerek ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Miftâh’ın belâgatle ilgili bölümleri sonraki süreçte birçok muhtasar ve şerhlere konu olmuştur. Muhtasarlar arasında Hatîb el-Kazvînî’nin (ö. 739/1338) Telhîsu’l-miftâh’ı ile Adudüddîn el-Îcî’nin (ö. 756/1355) el-Fevâidü’l-Gıyâsiyye’si özellikle dikkat çeker. Bunlar üzerine de birçok şerh yazılmıştır. Fevâid şerhleri arasında Seyyid Şerîf el-Cürcânî (ö. 817/1413) ile Taşköprülüzâde Ahmet Efendi’nin (ö. 968/1561) şerhleri, Telhîs şerhleri arasında ise Bahâeddin es-Sübkî’nin (ö. 773/1372) ‘Arûsu’l-efrâh’ı, Ekmeleddin el-Bâbertî’nin (ö. 786/1384) Şerhü’t-Telhîs’i, Sa'deddin et-Teftâzânî’nin (ö. 792/1390) Muhtasaru’l-meânî ve el-Mutavvel’i, İsâmüddin el-İsferâyînî’nin (ö. 945/1538) el-Etval’i ve İbn Ya‘kûb el-Mağribî’nin (ö. 1128/1716) Mevâhibu’l-fettâh’ı öne çıkar. Bu şerhler üzerine çoğu yazma halinde bulunan onlarca hâşiye yazılmıştır. Örneğin Cürcânî’nin Teftâzânî’nin el-Mutavvel’ine yazmış olduğu hâşiye ve bu hâşiye üzerine yazılan hâşiyeler özellikle dil felsefesini ilgilendiren konularda derinlikli tartışmalar içermektedir. Doğrudan el-Miftâh’a şerh yazanlar arasında da Kutbüddin eş-Şîrâzî (ö. 710/1311), Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Celâleddin ed-Devvânî (ö. 908/1502) Şemsüddin Kadızâde el-Edirnevî (ö. 988/1580) gibi önemli isimler bulunur. Bunlar arasında Seyyid Şerîf’in şerhi Musannifek (ö. 875-1470) İbn Kemâl Paşa (ö. 940-1534) ve Molla Lütfî (ö. 904-1498) gibi önde gelen âlimler tarafından tahşiye edilmiştir.
Belâgat tarihine geriye dönük olarak bakıldığında belli çizgilerin oluştuğu ve mekteplerin teşekkül ettiği gözlenir. Meşârika/Doğu Mektebi olarak bilinen yönelim Abdülkâhir el-Cürcânî–Fahreddin er-Râzî–Sirâceddin es-Sekkâkî çizgisinde gelişmiştir. Bu çizgide nazariyeler, edebî tenkit ilke ve ölçütleri, tasnifler, kavramlar ve felsefî tartışmalar öne çıkar. Buna karşı konumlanan Arap ve Beliğler mektebinde ise nazariyelerden ziyade şiir kültürü, pratikleri ve edebî kavrayış öne çıkarılır. Mısır, Şam ve Irak’ta gelişen bu mektep Usâme b. Munkız (ö. 584/1188) ve İbnü’l-Esîr (ö. 637/1239) gibi edipler tarafından temsil edilmiştir. İbn Haldûn (ö. 809/1406) bu iki ana mektebin yanı sıra Megâribe/Batılılar Mektebi’nden de söz eder. Endülüs’te neşet eden bu mektebin en önemli hususiyeti, Meşârika’da olduğunun aksine, bedî ilmi sanatlarına özel bir önem atfetmesidir. el-Umde yazarı İbnü’r-Reşîk el-Kayravânî (ö. 456/1064) bu mektebin öncüsü olarak görülmüştür.
Belagât tarihinin en etkili mektebi şüphesiz Cürcânî–Râzî–Sekkâkî çizgisindeki Meşârika mektebidir. Bu çizgide yazılan müstakil telif, şerh, hâşiye ve talik türü eserlerde dil felsefesi tartışmaları da yapılmış; dillerin kaynağı, dilsel belirleme (vaz‘), dilsel delalet, hakikat-mecaz ve kullanım bağlamı gibi dil felsefesi konuları yoğun bir şekilde ele alınmıştır. İslâm bilim geleneğinde belâgat ve dil felsefesinin geç dönem tarihini yazabilmek için bu eserlerin derinlemesine incelenmesi gerekmektedir. Bu eserlerden elde edilen bulgulara aynı yazarların fıkıh usulü, kelâm, mantık gibi alanlarda ortaya koydukları dil felsefesi malzemesinin de eklenmesiyle birlikte, belâgatin yanı sıra dil felsefesi alanında da önemli terkiplere ulaşılacak ve İslâm bilim tarihinde dil felsefesi alanında oluşan birikim açığa çıkarılabilecektir.
Çeşitli alt dallarıyla dilbilim ilk dört yüzyıl içerisinde klasikleşmiş formunu alırken aynı dönemde belâgat teşekkül aşamasındaydı. Belâgatin teşekkül sürecini tamamlaması VI. yüzyıla kadar gecikmiştir. Dilbilimde ilk dört yüzyılda âmil, mâmul, amel, kıyas, rütbe ve illet gibi temel kavramlar çerçevesinde geliştirilen modeller Zemahşerî ile başlayan süreçte tekrardan ele alınmış, tenkit ve tahlile tabi tutularak tahkik edilmiştir. Muhakkik dilbilimcilerin kaleme aldıkları sistematik eserler bir yandan tedris metni olarak okutulurken öte yandan kapsamlı şerhlere konu olmuştur. Bu şerhlerde klasik eserlerin açtığı imkân alanları takip edilerek klasik dilbilimin zirvesine ulaşılmıştır. Belâgatin Cürcânî sonrası gelişimi ise Râzî ve Sekkâkî’nin katkılarıyla devam etmiş, Sekkâkî’nin formüle ettiği meânî, beyân ve bedî disiplinleri müstakil teliflerin yanı sıra muhtasar, şerh ve hâşiye türü eserlerde zirve noktasına ulaşmıştır. Dil felsefesi ise dilbilim ve belâgatin yanı sıra kelâm, mantık, felsefe ve fıkıh usulü gibi disiplinlerdeki dile dair tartışmalar bağlamında kendini göstermeyi sürdürmüştür.
Geleneksel dönemde klasik nahiv ve belâgat nazariyeleri konusunda paradigmatik bir kırılma yaşanmadığından erken klasik dönem sonrasında şerh-hâşiye formu mevcut birikimin işlenerek ileriye taşınması konusunda en uygun yazım tarzı olmuştur. Bu eserlerde klasik modellerin imkânları büyük ölçüde tüketilmiştir. Son birkaç yüzyılda dil alanındaki baş döndürücü gelişmelerin ardından klasik dilbilim ve belâgat mirasının yeni bakış açıları ve yöntemlerle ele alınması elzemdir. Klasik dil bilimleri birikimi dilbilimin çeşitli alt dalları, bilişsel psikoloji, sinirbilim, genetik ve arkeoloji gibi disiplinlerdeki gelişmeler de dikkate alınarak tekrardan değerlendirildiğinde, dil ve anlam bilimlerinde özgün yaklaşımlar geliştirilebilecektir.