• ZAMAN HARİTASI
  • KİTAPLAR HARİTASI
    • Metin Türleri
    • Kitaplar Ağı
    • Kitaplar Tüneli
    • Kitaplar Haritası
  • KİŞİLER HARİTASI
    • Zaman Tüneli
    • Kişiler Haritası
    • Kişiler Ağı
  • DÖNEMLER VE BİLİMLER
  • ATLAS GALERİ
    • Haritalar
    • Videolar
    • Kronoloji
    • Bilgi Kartları

Dönemler ve Bilimler

Dönemler ve Bilimler >  Yenilenme Dönemi >  Tahkîk ile Tedrîs Arasında: Yenilenme Döneminde Dâru'l-İslâm'da Tıp
  • Yenilenme Dönemi
  • Yenilenme Döneminin Grafiksel Hülasası
  • Sonrakilerin Eleştirel Geleneği: Tahkîk
  • Gazzâlî Sonrası Kelâm Geleneği
  • Yenilenme Döneminde Fıkıh Usûlü
  • İbn Sînâ Sonrası Felsefî Gelenekler
  • Yenilenme Döneminde Mantık
  • XII-XVI. Yüzyıllarda Ahlâk ve Siyaset Literatürü
  • Her Şey Merv'de Başladı: Aklî İlimlerin Tahrîri
  • Tahkîk ile Tedrîs Arasında: Yenilenme Döneminde Dâru'l-İslâm'da Tıp
  • Yenilenme Dönemi Tasavvuf Geleneğinde Kurumsallaşma: Tarikatların Teşekkülü
  • Yeni Dönem Tasavvufu ve Vahdet-i Vücûd
  • Yenilenme Döneminde Dilbilim, Belâgat ve Dil Felsefesi
  • Klasikleşme ve Dönüşüm Kıskacında Yenilenme Dönemi İslam Sanatı
- A +

Tahkîk ile Tedrîs Arasında: Yenilenme Döneminde Dâru'l-İslâm'da Tıp

İhsan Fazlıoğlu Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi

Dâru'l-İslâm'da tıp ilmi İbn Sînâ çizgisinde daha çok felsefî olarak yol alırken, Merv ve civarında iki farklı eylemin konusu olur. Birincisi, Fahreddîn Râzî tahkîk yöntemini İbn Sînâ'nın felsefî külliyatı yanında tıbbî düşüncelerine de uygular ve özellikle ağırlıklı olarak el-Kânûn fî't-tıbb'ın felsefî zeminini oluşturan el-Kulliyât bölümünü tahkîkî yöntemle Şerh eder. Fahreddin Râzî'nin İbn Sînâ'nın felsefî külliyatına yönelik tutumu nasıl ki el-İşârât ve't-tenbîhât için bir hareketlenme yaratmışsa, el-Kulliyât'a ilişkin bu Şerh'i de el-Kânûn için benzer bir hareketi tetikledi ve Dâru'l-İslâm'da el-Kânûn'a ait bir şerh külliyatının ortaya çıkmasına neden oldu. İlginçtir ki, el-Kânûn'a yazılan yirmiye yakın şerhin hemen hepsi Fahreddîn Râzî'den sonra kaleme alınmış ve onun tarzı ile tavrı takip edilmiştir. Ebû Nasr Mesîhî, İbn Rüşd, Abdullatif Bağdâdî, Ahmed Nahcuvânî, Kutbuddin Mısrî, Yakub Sâmirî, İbn Kuff, İbn Nefîs, Kutbuddin Şîrâzî, İzzuddin Âmulî, Sediduddin Kâzerûnî, Zeynu'l-Arab Ali, Muhammed Âmâsî, İzzuddin Kîşî, Fahreddin Hucendî gibi adı bilinen ya da meçhul kişilerin kaleme aldıkları şerhler büyük bir yekun tutmaktadır. Bu şerhlerin her birinin şüphesiz kendi tarihi bağlamı içinde bir anlamı ve değeri vardır. Ancak özellikle iki Şerh özel bir dikkati hak etmektedir. Birincisi İbn Nefîs'in son derece tahkîkî şerhi; ikincisi ise tüm ömrünü el-Kânûn'a ayrıntılı bir şerh yazmak için hasretmiş; bu nedenle Kâhire'de bizzât İbn Nefîs ile görüşmüş; akabinde kendinden önce kaleme alınmış tüm şerhleri göz önünde bulundurarak tarihte bilinen en ayrıntılı şerhi, et-Tuhfetu's-saʻdiyye adıyla yazmış Kutbuddin Şîrâzî'nin son derece hacimli çalışması. Şîrâzî’nin şerhinin tıp tarihi açısından bir başka önemi, tıbbî bilginin kanıtlı (burhânî) olabilmesi için kadîm mantık açısından innî ve limmî delilerle ilişkisi konusunda bilinen en ayrıntılı tartışmayı içermesidir. İkincisi ise, Büyük Selçuklular ile Harzemşahlar döneminde kadîm felsefe-bilim birikimini eğitim-öğretim kurumlarında tedris için ders kitabı hâline getirme teşebbüsünden tıp biliminin de nasibini almasıdır. Matematik bilimler için ders kitapları telif eden Ömer Çağmînî bu konuda da öncü bir rol oynadı ve el-Kânûn fî’t-tıbb'ı, el-Kanûnçe adıyla ihtisâr etti. Söz konusu ihtisâr sadece ders kitabı olarak kullanılmakla kalmadı; bir tür ilmî mehâretin sergilendiği şerh yazımına da konu oldu. Tarihî süreç içinde ona yakın şerh yazılan eser, Abdulvehhâb Mâridânî tarafından da Türkçe’ye çevrildi. Elbette Harzemşahlar dönemindeki tıb bilimine katkılar bu örnekle sınırlı değildir; Ebü’l-Fezâil Curcânî'nin Farsça telif ettiği Zâhire-i Harezmşâhî adlı çalışma kendi döneminde "tıbbı dirilten eser" olarak kabul edilirdi; hem nüshalarının çokluğu hem de üç Türkçe tercümesi ve daha sonra kaleme alınan eserlere etkisi İslam tıp tarihi içindeki yerinin bir ifadesidir.

XIII. yüzyılda tıb tarihî açısından Dâru’l-İslâm’da üç önemli dönüşüm yaşandı. İlki, Moğol istilası ile Doğu İslam dünyasında şehre ilişkin medenî hayattaki yıkım neticesinde tüm tıbbî eğitim ve kurumların çökmesidir. Dâru’l-İslâm’daki bu çöküş hıfzu’s-sıhha konusundaki hassasiyet nedeniyle ilk elde büyük bir sorun yaratmasa da bu hassasiyeti sürekli kılmak için, köklerini Hz. Peygamber’in sünnetinde bulan ve dinî bir çerçevede zaten mümarese edilen, tıbb-i nebevî bir tür ilim dalına dönüştürüldü ve bu sahada yoğun bir literatür oluşturuldu. Bu konudaki vurgunun şiddeti sınırları zorlayacak biçime artması ve özellikle hadis okulu nezdinde bağlamından kopuk bir biçimde ifade edilmesi İbn Haldûn’u, Hz. Peygamber’in, Mukaddime’de “âlemlere tabib olarak değil rahmet olarak” gönderildiğini vurgulamaya kadar götürdü. İkinci dönüşüm Bilâdu’ş-Şâm ile Kâhire arasında yeni bir tıbbî yaklaşımın teşekkülüdür. Abdurrahim Dehvâr'ın, Dımeşk’te öğrenci yetiştirerek ve eser yazarak başlattığı bu hareket İslam tıb tarihindeki en önemli yüzyıl olarak kabul edilebilir. Eyyûbî, daha sonra Memluk devletlerinin güçlü siyâsî örgütlerinin kurduğu tıbbî kurumlarla beslenen ve süreklilik kazandırılan bu etkinlik, pek çok ismin ve eserin tarih sahnesine çıkmasına neden olur: Yakub Samirî, İbn Kuff, İbn Ebî Useybîʻa, İbn Nefîs bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Ancak bu gelişimin zirvesi ismi ve üçüncü dönüşümün başlatıcısı İbn Nefîs’tir. İbn Nefis, Ebû Bekir Râzî’den gelen tecrübî ve İbn Sînâ’dan gelen felsefî tıp okullarını şahsında birleştirir ve tıp bilimine yeni bir soluk getirir. Telif ettiği eserler, küçük kan dolaşımı gibi keşifleri, el-Kânûn’a yazdığı Şerh ile Kutbuddin Şîrâzî’ye etkisi yanında el-Kânûn’un ders kitabı olarak yeni bir ihtisârını hazırlamış olması, onun tıp tarihindeki önemini ortaya koyar. Muʻcezu’l-Kânun fî't-tıbb adını verdiği bu eser hem XX. yüzyıla kadar Dâru’l-İslâm’da ders kitabı olarak okutuldu hem de ileri gelen tıb bilginlerinin üzerine şerh yazarak kendilerini ispat edebilecekleri bir değere dönüştü. Ona yakın önemli şerhi olan bu eser XVI. yüzyılda Âhî Çelebî ve Surûrî tarafından olmak üzere iki kez Türkçe’ye tercüme edildi. İbn Nefîs, el-Kânûn'un anatomi kısmını da Şerhu teşrîhi'l-Kânun adıyla yorumlamış; ayrıca İslâm tıb geleneğinin en hacimli eserlerinden biri olan eş-Şâmil fî sınâʻati't-tıbbiyye'yi kaleme almıştır.

Dehvâr ve öğrencileri etkin iken tıbbî materyali tecrübî ve ilmî bir yöntemle tespît, tasnîf ve tasvîr yöntemini geliştiren Endülüslü Ebü’l-Abbâs Nebâtî’nin öğrencisi botanikçi, eczacı ve tabîb İbn Baytâr, Akdeniz dünyasını kapsayan gezisini tamamlayarak 1224 civarında Eyyûbî Ülkesi’ne geldi ve burada İslâm eczacılık tarihinin iki önemli eserini kaleme aldı: Kitâbu'l-câmi li-mufredâti’l-edviyeve’l-ağziye ve Kitâbu'l-muğnî fî'l-edviyeti'l-mufrede. İbn Baytâr sadece eser yazmakla yetinmedi, özellikle İbn Ebî Useybîʻa gibi Dehvâr'ın öğrencileri ile ilmî ilişkilere girdi ve onlara ders verdi. Câmi adlı eseri eklerle birlikte altı kez; Muğnî ise bir kez Türkçe'ye çevrilmiştir. Bu durum İbn Baytâr'ın eserlerine daha sonraki dönemlerde de gösterilen rağbete işaret eder.

İbn Nefîs, XIII. yüzyılın sonuna doğru, Kutbuddin Şîrâzî ise XIV. yüzyılın başlarında vefat etmiştir. Ancak Dâru'l-İslâm'da yaygın ve örgün güçlü bir tıp geleneği kurulmuştu. Bu gelenek hem nazarî hem amelî hem de tatbîkî olarak yürütülüyor; farklı tıbbî konularda çok çeşitli ve muhtelif hacimde eserler kaleme alınıyordu. Tüm bu etkinliklerin merkezinde artık Muʻcezu'l-Kânûn ile el-Kânûn fî't-tıbb ve bu iki esere yazılan şerhler, hâşiyeler, telhîsler, ihtisârlar vb. tekniklerle yazılan onlarca türden eser vardı. Ayrıca, Dâru'l-İslâm'ın Doğu'dan Batı'ya tüm büyük şehirlerinde değişik adlarla kurulan sağlık kurumlarında hem tıb eğitimi yapılıyor hem de halka sağlık hizmeti sunuluyordu. Bu çerçevede Dehvâr'ın kendi evini bir tıp medresesine dönüştürmesi dışında Tebrîz'de Şenb-i Gâzân'da müstakil bir Tıp Medresesi kuruluyordu. Bunun dışında büyük oranda hastanelerde yürütülen tıp eğitimi, Kânûnî Sultân Süleyman tarafından inşa edilen Süleymaniye Külliyesi’nde müstakil bir Tıp Medresesi'ne kavuşacak ve Osmanlı Ülkesi'nin önemli hekimleri bu medreseden yetişecektir. Özellikle âlim-bürokrat uygulamasının mütemmim cüzü olarak Osmanlı Devleti'nde hekimbaşılık ve cerrâhbaşılık gibi kurumlar ihdâs edilecektir.

XIV. yüzyılda Anadolu'da Hekim Berke ilk Türkçe tıp kitabını kaleme alır; ancak XIV. yüzyılda, Anadolu’da, Mısır tıp geleneğinden yetişen Hacı Paşa (Hızır Aydınî), hem Osmanlı tıbbının hem de Türkçe tıp geleneğini kurar. Eserleri kendinden sonra hekimlerin temel başvuru kaynakları haline gelir. Mahmud Şirvânî, Cemâleddin Aksarâyî, Mükbilzâde Mümin, Şerefeddin Sabuncuoğlu, Âhî Çelebî, Cerrâh İbrahim, Kaysunîzâde gibi onlarca müellif genel tıp, göz tıbbı, üroloji, eczacılık, cerrahlık vb. konularda yüzlerce eser kaleme alırlar. Ancak Tahrîr Çağı'nın son büyük tabibi Davud Antâkî olarak kabul edilebilir. Tezkiretu'l-ûli'l-elbâb ve'l-câmi l'il-acebi'l-ucâb adlı eseri daha çok Tezkire-i Antâkî olarak bilinir ve son derece yaygın olarak kullanılır. Çalışmalarında tıb ile hendese, coğrafya ve astronomi arasındaki ilişkilere sıkça atıf yapar. Mucerrebât fî't-tıb ve Nuzhetu'l-ezhân fî ıslâhi'l-ebdân gibi başka çalışmaları da bulunan Antâkî, ayrıca umumi pataloji konusunda felsefî bir tarzda el-Nuzhetu'l-mubhice fî teşhîsi'l-ezhân ve tadili'l-emzice adlı bir eser kaleme alır. Bu eser bizzat müellifi tarafından alanında Dâru'l-İslâm'da yazılan ilk eser olarak görülür ki, başka açıdan bu eser tıb alanında Yenilenme Dönemi’nin son önemli eseridir.


    ZAMAN HARİTASI KİTAPLAR HARİTASI KİŞİLER HARİTASI DÖNEMLER VE BİLİMLER HARİTALAR VE VİDEOLAR
    Hakkında |Ekip |Atlas Blog |Nasıl Kullanılır? |İletişim