Cüveynî

(ö. 478/1085)
Kelam ve usûl bilgini
- A +

Hayatı

18 (veya 10) Muharrem 419 (17 veya 9 Şubat 1028) tarihinde Nîşâbur civarındaki Ezâzvâr (veya Büştenikân) köyünde doğdu. İlk olarak Nîşâbur’un ünlü müderrislerinden olan babasından ders aldı. “Şeyhü’l-Hicâz” diye tanınan amcası Ali b. Yûsuf’un da bir süre öğrencisi oldu. Daha öğrenciliğinin ilk yıllarında hocalarıyla ilmî konularda tartışarak dikkatleri üzerine çekti. Babası vefat edince henüz yirmi yaşını doldurmamış ve tahsilini tamamlamamış bir genç olmasına rağmen onun yerine getirilip müderrislikle görevlendirildi. Bir taraftan da öğrenimine devam ederek bölgenin ünlü âlimlerinden dersler aldı. Ebû Abdullah el-Habbâzî’den kıraat, Ali b. Faddâl el-Mücâşiî’den Arap edebiyatı, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki’den fıkıh, Ebü’l-Kâsım el-İskâf’tan usûl-i fıkıh, Abdurrahman b. Hasan b. Aliyyek ile Ebû Nuaym el-İsfahânî ve daha başkalarından hadis ilimlerini tahsil etti. Birçok âlimle münazaralarda bulunarak Ehl-i sünnet inancını savundu ve bu mezhebin Nîşâbur çevresinde güçlenmesini sağladı. Bu durum “mihnetü’l-Eşâire” diye bilinen hadise ortaya çıkıncaya kadar sürdü. Şiî-Mu‘tezilî görüşleri koyu bir taassupla savunan ve Eş‘arîliğin güçlenmesini hazmedemeyen devrin Büyük Selçuklu Veziri Amîdülmülk el-Kündürî, bid‘atçılara minberlerden lânet okunması için Tuğrul Bey’den ferman çıkarttıktan sonra bunu Eş‘ariyye âlimlerinin aleyhinde kullandı ve onların vaaz verme, ders okutma faaliyetlerini yasakladı; bir kısmının da hapsedilmesine karar verdi. Bu gelişmeler üzerine Cüveynî, aralarında Beyhakî ve Abdülkerîm el-Kuşeyrî gibi meşhur kişilerin de bulunduğu bir grup âlimle birlikte Nîşâbur’dan ayrılarak Bağdat’a gitti. Bölgenin ileri gelen âlimleriyle tanışıp ilmî sohbetlerde bulundu. Daha sonra Hicaz’a geçip (450/1058) dört yıl kadar Mekke ve Medine’de kaldı. Bu arada ders okutmaktan geri kalmayan Cüveynî’nin şöhreti bu bölgede de yayıldı. Tuğrul Bey’in vefatından sonra Selçuklu sultanı olan Alparslan’ın Kündürî’yi azledip yerine Nizâmülmülk’ü getirmesi üzerine Cüveynî Nîşâbur’a döndü (455/1063) ve kendisi için yaptırılan Nizâmiye Medresesi müderrisliğine tayin edildi; ayrıca vakıfların idaresi de uhdesine verildi. Burada vefatına kadar sürdürdüğü öğretim faaliyetinde geniş bir dinleyici kitlesine hitap etti. Her gün 300’ü aşkın kişinin derslerine devam ettiği nakledilir. Yetiştirdiği meşhur öğrenciler arasında Gazzâlî, Kiyâ el-Herrâsî, Ali b. Muhammed et-Taberî, Abdülgâfir el-Fârisî gibi isimler yer alır. “İmâmü’l-Haremeyn” unvanını taşıdığı yıllarda bile mütehassıs olarak gördüğü âlimlere öğrencilik yapmaktan çekinmedi. Hayatının son yıllarında tasavvufa karşı ilgi duydu ve riyâzetle meşgul oldu. 25 Rebîülâhir 478 (20 Ağustos 1085) tarihinde Nîşâbur civarındaki Büştenikân köyünde vefat etti ve kendi evine defnedildi. Ölümünden birkaç yıl sonra cesedinin Hüseyin Kabristanı’na nakledilerek babasının yanına defnedildiği söylenir.

Özellikle kelâm ve usûl-i fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilir. Şâfiî mezhebine ait fıkıh ve usûl kitaplarında geçen “İmam” tabiriyle Cüveynî kastedilir. Bu ilimlerde sadece Şâfiî’ye bağlı kalmamış, bizzat kendisi de bazı ictihadlar yapmıştır. Sübkî onun bu ictihadlarını Şerh ‘alâ Muhtasarı İbn Hâcib adlı eserinde toplamıştır (Tabakât, c. 5, s. 192). Cüveynî’nin fıkhî görüşleri müstakil araştırmalara da konu olmuştur. Abdülazîm ed-Dîb’in Fıkhu İmâmi’l-Haremeyn (Devha 1405/1985) adlı eseri bu araştırmalardan biridir. Usûl ve hilâf ilimlerindeki yerini ise Cüveynî’nin el-Kâfiye fi’l-cedel adlı eserini neşreden Fevkıyye Hüseyin Mahmûd geniş olarak incelemiştir (nâşirin girişi, s. 26-144). Zehebî’nin, Cüveynî’yi hadiste zayıf ve yetersiz görerek tenkit etmesine karşılık Sübkî, bir iki hadiste hata yapmasının bu alanda zayıf olduğu mânasına gelmeyeceğini belirtir (Tabakât, c. 5, s. 187-188).

Öğretisi

Cüveynî, Eş’arî ekolüne bağlı bir kelâmcıdır. Dolayısıyla determinizmin reddi, fâil-i muhtar Tanrı anlayışı, kulun fiillerinde kâsib oluşu gibi Eş’arîliğin temel görüşlerini benimser. İlâhî sıfatların açıklamasında ilmî kariyerinin başlarında Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin ahvâl teorisini kısmî değişikliklerle benimserken, ömrünün son yıllarında bu görüşünden vazgeçmiştir. Eş’arîlerin anlamlarda nedensellik görüşünü başlangıçta benimsemesine rağmen yine ömrünün son yıllarında kaleme aldığı el-Burhân fî usûli’l-fıkh adlı eserinde reddetmiştir. Yine daha önce yazdığı kelâm kitaplarında Tanrı’nın varlığını bilmenin dinen vacip olduğunu savunurken el-Burhân’da aklen vacip olduğunu savunarak Mu’tezilî görüşü tercih etmiştir. Kelâmcıların âlemin yaratılmışlığını hudûsa dayandırma yönteminde değişiklik yaparak âdet teorisini âlemin bütününün varlığına tatbik etmiş ve bir bütün olarak âlemin zorunsuzluğunun onun yaratılmışlığının en önemli delili olduğunu iddia etmiştir. Gâibin şâhide kıyası yöntemini reddederek Eş’arî kelâmında yöntem eleştirilerini başlatıp felsefî düşünceye de kapı aralamasıyla müteahhirûn dönemi hazırlamıştır.

Varlık Düşüncesi ve Metafiziği

Cüveynî, Eş’arî gelenekte benimsendiği haliyle yaratılmış her şeyin atomlardan yani bölünmeyen parçalardan oluştuğunu düşünür. Hatta atomlardan oluşmayan bir âlemin varlığı dahi ona göre düşünülemez. Atomların bir araya gelmesinden cisimler oluşur. Atomlar, kendi başına var olan yani bir şeye ilişmeksizin varlık kazanan cevherlerdir. Fakat bu cevherler arazlar olmadan var olamaz. Hem atomlar hem de atomların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan arazlar, doğrudan Allah tarafından yaratılmıştır. Nesne ve olgular arasında determinist bir ilişki yoktur, her şey doğrudan Allah tarafından yaratılmıştır. Yaratma ilâhî iradeyle gerçekleşir. Ona göre âlem hâdistir. Bu bağlamda âlemde zamanda başlangıcı olmayan nesnelerin varlığı imkânsızdır. Bu durum aynı zamanda âlemde olan şeylerin olduğu şekliyle zorunlu olmadığını gösterir. Âlemde varlığını idrak ettiğimiz her şeyin olduğundan başka türlü olması mümkündür. Bu görüş, Cüveynî kelâmında tabiat teorisinden ilahiyata açılan kapıyı oluşturur. Ona göre nesnelerin olduğu haliyle olmasının zorunsuzluğu, onlardan varlık tarzı ve sıfatlarının hakikati bakımından farklı, kadîm yaratıcıyı gerektirir. Dolayısıyla Cüveynî ispat-ı vâcibi hudûstan ziyade âlemin imkânı üzerine kurma taraftarıdır. Bu görüş, aynı zamanda Cüveynî’nin İbn Sînâcı imkân teorisini andıran ve müteahhirûn kelâmını hazırlayan görüşlerden biridir. Ona göre Tanrı kadîmdir ve âlemle doğrudan ilişkisini temin eden sıfatların sahibidir. Fakat Cüveynî ilmî kariyerinin erken ve orta döneminde, hatta neredeyse önemli kelâm kitaplarının tamamında bu sıfatların, İmâm Eş’arî’nin düşündüğü kadîm anlamlar olduğunu değil, meşhur Mu’tezile imamı Ebû Hâşim’in düşündüğü gibi haller olduğunu savunur. Fakat haller teorisinde Ebû Hâşim’den de farklı görüşler ileri sürer. Bilindiği gibi Ebû Hâşim, halleri talil edilenler ve edilmeyen olarak iki ayırmış ve halleri zorunlu kılan ve zâta bağlayan genel bir hal olduğunu ileri sürerek buna es-sıfatü’l-ilâhiyye adını vermiştir. Cüveynî böyle bir hal olduğunu kabul etmez ve var olsa da bilinemeyeceğini ileri sürer. Ona haller teorisi kavrayışının esasında zâtla kâim kadîm anlamların hem zâtın ulûhiyetine halel getireceği hem de zâtın birliğini zedeleyeceği düşüncesi vardır. Dolayısıyla sıfatlar, varlık ve yoklukla nitelenmeyen ve hem sübutta hem de bekâda ilahî zâttan ayrı düşünülmesi imkânsız olan hallerden ibarettir. İlâhî zâtın bekası zâtı gereği olup, ayrıca bekâ adı verilen bir sıfatı gerektirmez. Fakat Cüveynî yine son eserlerinden olan el-Burhân fî usûli’l-fıkh’da haller teorisini reddetmiştir. Oluşlar tamamen ilâhî iradeye bağlı olduğundan kulun fiilinde yaratıcı oluşundan bahsedilemez. Ebû İshâk el-İsferâînî gibi bazı Eş’arî kelâmcılarının söylediği gibi bir fiilin iki kâdir tarafından var edileceği görüşü de Cüveynî’ye göre doğru değildir. Dolayısıyla kulun ihtiyârî fiili, varlık ve yaratma bakımından Allah’a, sıfat bakımından kula dayalıdır. Cüveynî, kulun istitaatini aşan fiille yükümlü tutulmasını önceleri kabul etse de, son eserlerinden olan el-Akîdetü’n-Nizâmiyye’de bu görüşten vazgeçmiştir.

Bilgi Teorisi

Cüveynî’ye göre idrak özne bedene yerleşmiş latif bir cevher olan ruhtur. Akıl genel olarak ruhun bilgilerine verilen bir isimdir. Bedende ise duyu araçları yer alır. Dolayısıyla insan ikili bir yapıya sahiptir. İnsan insan olarak var olduğunda akılda başlangıç bilgileri var edilir ki bunlar, herhangi bir duyu aracından gelmez ve duyu algılarına indirgenemez. Duyu idrakleri sayesinde dış dünyanın bilgisine ulaşılır. Buraya kadar önceki Eş’arî geleneğiyle aynı çizgide yer alan Cüveynî, tasavvur ve tasdiklerin oluşum sürecinin analizinde onlardan farklılaşır. Ona göre tasavvurlarımızın tamamı bedîhîdir. Bir şeye ilişkin doğrudan bir idrakimiz varsa onu tasavvur ederiz, aksi halde delille tasavvur oluşturulamaz. Tasdikler ise bedîhî müktesep olanlar şeklinde ikiye ayrılır. Cüveynî’nin Eş’arîlik tarihindeki dönüştürücü etkisi de müktesep tasdiklerin elde edilme keyfiyetinde ortaya çıkar. Bu bağlamda Cüveynî aklî delilleri dört kısma ayırmaktadır. Birincisi, gâibin şâhid üzerine kurulması; ikincisi, öncüllerden sonuçların çıkarılması; üçüncüsü, sebr ve taksim; dördüncüsü ise ittifak edilenden ihtilaf edilene istidlâldir. Gâibin şâhide kıyasının dört formu vardır. Birincisi, gâib ile şâhid arasındaki illet birliği, ikincisi ise istidlâl birliğidir. Üçüncüsü şart, dördüncüsü ise hakikat birliğidir. Gâib ile şâhidi bağlayan diğer deyişle gâibin şâhide kıyasını sağlayan câmi (birleştirici) vasıf, söz konusu durumlardaki birlikteliktir. Cüveynî önceki kelâmcıların kullandığı şâhidle gâibe istidlâlin hiçbir temele (asl) dayanmadığı gerekçesiyle bütün maddelerini reddetmektedir. Ona göre illetle birleştirmenin temeli yoktur çünkü Eş’arîlere göre illet ve malul yani nedensellik yoktur. Hakikatle birleştirme de doğru değildir, çünkü hâdis ile kadîm birbirinden farklıdır ve bu farklılığa rağmen hakikatte birleşmeleri söz konusu olamaz. Şart ve delil hakkında da aynı durum söz konusudur. Eğer gaybtaki matlup hakkında bir delil varsa bilgi edinilebilir ve şâhidin zikredilmesinin hiçbir katkısı yoktur. Öncüllerden sonuç çıkarmayı aklî deliller arasında saymanın bir anlamı yoktur. İttifak edilenden ihtilaf edilene istidlâl de temelsizdir. Çünkü aklî meselelerde maksat kesin bilgi (ilm) olup ihtilaf ve ittifakın bu bilgiyi elde etmeye hiçbir tesiri yoktur. Sebr ve taksim ise Cüveynî’nin saydığı deliller arasında olumlu baktığı yegane delildir. Çünkü onun bu delile eleştirisi, olumlama ve olumsuzlamayla sınırlanmayan (münhasır olmayan) kısmıdır. Gerçi bu kısımla ilgili olarak kullanılanların çoğunluğunun yanlış olduğunu belirtmektedir. Ama olumsuzlama ve olumlama arasını kuşatan taksimin sahih nazarda bir delil olabileceğini düşünmektedir. O halde Cüveynî, sebr ve taksim hariç Eş’arî ve Bâkıllânî’nin kullandığı istidlâl yollarının tamamını geçersiz saymakta ve sebr ve taksimi kullanarak vardıkları sonuçların ise çoğunluğunun yanlış olduğunu düşünmektedir. O halde Cüveynî’ye göre bütün aklî bilgiler temelde iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi, herhangi bir çaba olmaksızın aklın elde ettiği bedîhî bilgilerdir. İkincisi ise aklın bir nazar sürecinde zorunlu veya bedîhî bilgilere dayanarak elde ettiği nazarî bilgilerdir. İşte bilinenlerden bilinmeyenlere ulaşmaya yani nazar ve istidlâle Cüveynî burhân adını verir ve ikiye ayırır: Düz burhân (el-burhânü’l-müstedd) ve ters burhân (el-burhânü’l-hulf). Düz burhân, nazar yapan kimseyi matlubun kendisine ulaştıran burhândır. Ters burhân ise doğrudan matlubun kendisine ulaştırmayan ama nazar eden kimsenin olumlama ve olumsuzlama arasında dolaştıktan sonra olumsuzlamanın imkânsızlığını ortaya koyarak olumlama tarafına hükmettiği veya olumlamanın imkânsızlığını ortaya koyarak olumsuzlama tarafına hükmettiği burhândır. Cüveynî düz burhânın bütün aklî meselelerde sonuç verdiğini düşünür ancak bundan üç şeyi istisna eder. Birincisi metafizik meselelerdir. Ona göre “ilâhî (metafizik) hükümlerin tamamı, ters burhâna dayanır”. Mesela Yaratıcıya kesin olarak inanan bir kimseyi düşünelim. Bu kimse Yaratıcı’nın bir yönde bulunup bulunmadığını araştırdığında bir yönde bulunması ile bir yönde bulunmanın O’nun hakkında imkânsız oluşu arasında nazarını dolaştırır. Nazar, bu kimseyi doğrudan bir yönde bulunmayan mevcuda götürmez. Bu sonuca varması için, kadîm varlığın bir yönde oluşunun imkânsız olduğuna dair kesin burhân konulması gerekir. Ancak bu burhân sonucunda bir yönde bulunmayan mevcut fikri zorunlu olarak ortaya çıkar. Düz burhânın bilgi vermeyeceği alanların ikincisi, Allah’ın zâtı ve sıfatları meselelerine girmemesine rağmen mutlak olarak ezelîlik ve öncesizlikle ilgili hükümlerdir. Üçüncüsü ise cevher-i ferdin bölünmeyeceği hükmüdür.  İşte Cüveynî’ye göre Tanrı’nın zâtı ve sıfatları hakkındaki bütün bilgiler ters burhânla elde edilir. Fakat akıl, ilahiyat meselelerini hakikatleri ve özellikleriyle kuşatamaz ve yalnızca genel bir takım şeylere (umûr cümliyye) ulaşabilir. Bunun nedeni, insanın hâdisliğinin onun sonluluğunu gerektirmesidir. Sonlu olanın sonsuz olanı veya parçanın bütünü kuşatması mümkün olmadığından ilahiyat meselelerini tam olarak kuşatmak birinci anlamıyla imkân dahilinde değildir. Fakat bu, insanın hiçbir şekilde bilgi elde edemeyeceği anlamına da gelmemektedir. İnsan doğa ötesine dair bilgi edinebilir ama onun hakikatini kuşatamaz. Cüveynî’nin eleştirilerinin yansıması başta talebesi Gazzâlî’nin el-İktisâd fi’l-itikâd’ında olmak üzere Fahreddîn er-Râzî etkisiyle şekillenen müteahhirîn dönemi kelâm eserlerinde yöntem tartışmalarını yeniden canlandırmış ve önceki kelâmcıların kullandığı yöntemlerini esaslı bir sorgulamasını doğurmuştur. Bu sorgulamaların metafiziğe en önemli yansıması, özellikle Farhreddîn er-Râzî’yle birlikte kelâmın çatısını oluşturan kavramlardan hudûs ve kıdem kavramlarının yerini önemli ölçüde İbn Sînâ’nın geliştirdiği haliyle imkân ve vucûb kavramlarına bırakması olmuştur. Ayrıca bu süreçte kelâm ilminin pek çok meselesine ait delillerin yeniden kurulması gerekmiştir.

el-Cüveynî'nin Fıkıh İlmine Katkıları

el-Cüveynî’nin fıkıh alanında katkısını siyasetu’ş-şerʿiyye ve furûʿ fıkıh şeklinde iki kategoride ele alabiliriz. Zira el-Cüveynî siyasetu’ş-şerʿiyye alanında el-Gıyâsî (Gıyâsu’l-umem fî iltiyâsi’z-zulem) adlı müstakil bir eserle katkı sağlamış  ve sonrasına önemli ölçüde etki etmiştir. Ayrıca bu alanda Nizâmulmülk’e atfen yazdığı en-Nizâmî (er-Risâletu’n-Nizâmiyye fî’l-erkâni’l-İslâmiyye) diye meşhur olmuş bir risalesinden de kaynaklarda bahsedilir. Furûʿ fıkıh alanında günümüze ulaşmış ancak henüz neşredilmemiş Risâle fi’l-fıkh adlı küçük bir risalesi varsa da asıl önemli eseri Nihâyetu’l-matlab fî dirayeti’l-mezheb adlı eseridir. Fihristleriyle birlikte 20 cilt olarak 2007 yılında neşredilen bu eser müellifin el-Mezhebu’l-kebîr lakabı da verilen hacim olarak en büyük eseridir. Taharet ve ibadet bahisleriyle başlayan eser, klasik bir furuʿ fıkıh eserinde olduğu üzere mâlî muameleler, nikah-talak, suç ve cezalar, devletlerarası hukuk (siyer) ve cihad konularını ele alır. Şafiʿî mezhebindeki görüşleri delilleriyle birlikte serdeden müellif diğer mezheplerin görüşlerini de nakleder ve tartışır. Furuʿ fıkıh meselelerini usûl kaideleriyle temellendirme konusunda öne çıkan bu eserde el-Cüveynî’nin fıkıh düşüncesi detaylı bir biçimde tebarüz etmiştir. Buna göre el-Cüveynî bir Şafiʿî fakihi olarak fıkhî konuları ele alır. Konu hakkında delil teşkil eden ayet ve hadislere yer vererek başladığı incelemesine, eş-Şâfiʿî’nin ve el-ashâb diye isimlendirdiği önde gelen Şâfiʿî alimlerin değerlendirmelerini ve varsa ihtilaflarını aktararak devam eder. Başta Hanefî mezhebi olmak üzere başka mezheplerin değerlendirmelerini de delilleriyle aktarır. Çoğunlukla kendi mezhebinin görüşünü bu görüşlere karşı temellendirmeye çalışır. Ancak zaman zaman Şafiʿî mezhebindeki râcih görüşü terk ederek bir başka görüş serdettiği de vâkîdir. Gerek eş-Şâfiʿî’nin, gerekse de Ebû Hanîfe ve Mâlik’in görüşlerini almayarak yeni bir görüş benimsediği meselelerden biri sehiv secdesinin selamdan önce mi sonra mı yapılacağıyla ilgili ihtilaf konusundadır. Ebû Hanîfe sehiv secdesinin selamdan sonra yapılacağı görüşüne meyletmiş; Mâlik eksik bir fiil nedeniyle sehiv yapıldığında selamdan önce, fazla bir fiil yapıldığında ise selamdan sonra yapılacağına hükmetmiş; eş-Şâfiʿî ise rivayetler arasında nesh olduğu ve sonra gelen rivayetin sehiv secdesinin selamdan önce yapılmasına işaret etmesi nedeniyle bu görüşle hükmetmiştir. Bütün bu görüşleri değerlendiren el-Cüveynî, iki rivayet arasında neshi kabul etmemiş ve rivayetleri te’lif yoluna giderek aynı anda ikisinin de uygulanabileceğine, yani selamın hem öncesinde hem de sonrasında sehiv secdesinin yapılabileceğine meyletmiştir. 

Nihâyetu’l-matlab’da Müzeni’nin Muhtasar’ının esas alındığı; daha sonraki Şafiʿî literatürünü ise Gazzâlî’nin el-Basît ve el-Vecîz adlı eserleri yoluyla etkilediği iddia edilmektedir. Zira mezhebin muhakkik imamı kabul edilen er-Râfiʿî (ö. 623/1226) el-Vecîz’i ihtisar ettiği el-Muharrer ve şerhettiği Fethu’l-ʿazîz isimli eserleriyle mezhebin temel metinlerini vücuda getirmiştir. İkinci muhakkik imam kabul edilen en-Nevevî (ö. 676/1277) de el-Muharrer’i el-Minhâc isimli eseriyle, Fethu’l-ʿazîz’i ise mezhebin en meşhur metinlerinden Ravdatu’t-talibîn adlı eseriyle ihtisar etmiştir. Ayrıca Nihâyetu’l-matlab’ın mutavvel eser kategorisinde olması el-Cüveynî’nin bizzat kendisi başta olmak üzere farklı alimler tarafından muhtasarlarının yazılması sonucunu doğurmuştur. Muhtasarları arasında Şerefuddin el-Mevsılî’nin (ö. 585/1189) Safvetu’l-mezheb min nihâyeti’l-matlab’ı, ʿİzz b. ʿAbdisselam’ın (ö. 660/1262) beş ciltlik el-Gâye fî ihtisâri’n-nihâye’si ve Muhammed el-Ezdî’nin (ö. VII/XIII. asır) el-Hâdî ilâ ihtisâri nihâyeti’l-matlab’ı zikredilebilir. Bunların dışında el-Cüveynî’nin kıbleyi tayinde ictihad etme konusunu ele aldığı beş sayfalık Munâzara fî’l-ictihâd fî’l-kıble ile buluğ çağına gelmiş bekar kızların zorla evlendirilmemesi gerektiğine dair iddiasını dönemin ünlü Şâfiʿî fakihi Ebû İshak eş-Şirazi’ye karşı savunduğu dört sayfalık Munâzara fî zevâci’l-bikr adlı risalelerinin olduğunu İbnu’s-Sübkî aktarmaktadır.

el-Cüveynî’ye fıkıh alanında nispet edilen bir diğer eser el-Silsile fi maʿrifeti’l-kavleyn ve’l-vecheyn’dir. Bu risale İmam Şafiʿî’nin kavl-i kadîm ve kavl-i cedîd tearuzunu gidermeye yönelik literatürün örneklerindendir. Ancak yazma nüshaların tahkikini yapan Hâlid b. Nevvâr, eserin el-Cüveynî’nin babası Abdullah b. Yusuf el-Cüveynî’ye (ö. 438/1047) ait olduğunu tespit etmiştir. 

el-Cüveynî'nin Fıkıh Usûlü İlmine Katkıları

el-Cüveynî’nin fıkıh usûlü alanına katkısı, el-Varakât ve el-Burhân fî usûli’l-fıkh isimli iki eseri ve el-Bakıllanî’nin et-Takrîb’ine yazdığı et-Telhîs isimli ihtisar yoluyla olmuştur. Kendisine et-Tuhfe isimli bir usûl eseri daha atfedilmişse de bu eser günümüze ulaşmamıştır.

Bu eserlerden el-Varakât, medrese öğrencilerinin fıkıh usûlüne ilişkin sahip olmaları gereken temel bilgileri vermek amacıyla ve oldukça özet biçimde kaleme alınmıştır. Çok sayıda şerh ve haşiyesi bulunan bu muhtasar metin günümüzde de öğretim malzemesi olarak kullanılmaktadır.

el-Cüveynî’nin fıkıh usûlü ilmini çeşitli vecihlerden etkileyen temel eseri, hayatının son dönemlerinde kaleme aldığı el-Burhân fî usûli’l-fıkh’tır.  İki cilt halinde basılan bu eser esasında beyan, icmâʿ, kıyas, istidlâl ve tercih şeklinde sıralanan beş bölümden oluşmaktadır. Ancak sonradan müstakil olarak yazdığı ictihâd ve fetvâ konulu iki risale de matbu nüshaya eklenmiş ve kitap yedi bölüme ulaşmıştır. Kelâmcıların fıkıh usûlü yazımında çoğunlukla takip ettikleri tasnifin önemli özelliklerinden biri olarak el-Cüveynî eserine temhîd ile başlar ve burada fıkıh usûlünün tanımı, icmâli olarak kaynakları, hüsn-kubh meselesi, teklifin mahiyeti ve ilim tanımlarını ele alır. Beyân başlıklı ilk bölümde fıkıh usûlündeki elfâz bahisleri, Hz. Peygamber’in fiillerinin normatif olarak değeri, önceki şeriatlardaki hükümlerin kaynak değeri ve haber teorisi ele alınır. Bir sonraki bölümde detaylı teknik şartlarıyla birlikte icmâ konusunu ele alan el-Cüveynî, üçüncü bölümde geçerliliği, şartları, rükünleri ve türleri bahisleri çerçevesinde kıyas delilini tartışır. İttifak edilen bir delile dayanmadan maslahat temelli hükme ulaşma yöntemi şeklinde tarif ettiği istidlâl bahsini ve bu bahsin sonunda istishâb konusunu dördüncü bölümde nispeten muhtasar bir şekilde ele alır. Beşinci bölümde tearuz, tercih ve nesih konularını altında incelemeye tabi tutar. Mülhak bölümlerde ise ictihadda isabet, ictihaddan dönme, müftînin sıfatları, Hz. Peygamber’in içtihadı ve sahabî kavlinin kaynak değeri konularını tartışır. 

el-Cüveynî’nin fıkıh usûlüne katkılarının üç temel başlıkta öne çıktığı söylenebilir: Makâsidu’ş-şerîʿa, icmâ ve ictihad.

Makâsidu’ş-şerîʿa konusunda her ne kadar kendisinden önce Kaffâl eş-Şâşî gibi öncüler varsa da daha sonra literatüre yerleşen ve Gazâlî’ye nispet edilen zaruriyyât, hâcât ve tahsîniyyât şeklindeki üçlü tasnife öncülük eden beşli bir tasnif yapmıştır. Buna göre zarûrât, hâcât ve mukerremâtın yanı sıra dördüncü kategori olarak bir gayenin küllî kaide ya da kıyasa aykırı olarak istendiği türden konuları kapsar. Bu kategorinin, her ne kadar el-Cüveynî bu şekilde isimlendirmese de istihsân delilini çağrıştırdığı görülmektedir. Örneğin mükâtebe akdi, esasında efendinin kendi malına karşı kendi malını satın alması gibi küllî kaideye aykırıdır; ancak gaye köle azadı olduğundan buna izin verilmiştir. Dördüncü kategorideki hükümler de istisna ile koyulduğundan bir kıyasa asıl olarak kabul edilemezler. Beşinci kategoride ise mahzâ bedeni ibadetler gibi esasen taʿabbudî olmakla birlikte bazı hikmetleri olduğu bilinen konular yer almaktadır. Bu konular bir kıyas işlemi için asıl teşkil etmeseler de onların gayesiz oldukları söylenemez. Buna göre el-Cüveynî nezdinde şeriatın maksadları kendilerine kıyas yapılabilen zarûrât, hâcât, mukerremât; kendilerine kıyas yapılamayan istihsâniyyat ve taʿabbudiyyât olmak üzere beş kategoride sıralanabilir. 

el-Cüveynî’nin icmâ düşüncesine katkısı icmâın hücciyeti konusundadır. İcmâın hücciyetine dair zikredilen delillerin icmâ gibi kesin bir delili temellendirmek için yeterli olmadığını kabul eden el-Cüveynî, icmâı bu ümmetin son ümmet olması nedeniyle ilahi mesajın ve ahkâmın korunabilmesi için zarurî bir sonuç olarak aklâ benzer bir delil ile temellendirildiğini söyler. 

Fıkıh usûlü literatürünün tasnifinde kullanılan temel ayrım fukaha ve mütekellimun şeklinde kendini gösterir. Her ne kadar İbn Haldun'un genel bilimler tasnifinde değindiği bu ayrımın ondan önce de varlığı müsellemse de bu ayrımın mahiyeti isabetli bir biçimde henüz ortaya konamamıştır. Bu eksikliğin önemli iki sebebi vardır. Birincisi fıkıh usûlü alanında eser üreten isimlerin sadece fıkıh alimleri değil aynı zamanda kelâm alimleri de olması; ikincisi ise bu alanda çalışmalar veren ilim adamlarının aynı zamanda bir mezhebe müntesip olmasıdır. Bu iki sebebin bir araya gelmesi, herhangi bir fıkıh usûlü müellifinin müntesibi olduğu hangi mezhebin fıkıh usûlü geleneğine dayandığı problemini ortaya çıkarmaktadır. Bu anlamda el-Cüveynî, hem fıkıh alanında hem kelâm alanında hem de fıkıh usûlü alanında eser ortaya koyması yönüyle problemin vazʿı ve çözülmesi için önemli bir örnektir. el-Cüveynî’nin fıkıh usûlü eserleri dikkatle incelendiğinde kendi te’lifatını el-Eşʿarî (ö. 324/935), el-Bâkıllânî (ö. 403/1013), İbn Fûrek (ö. 406/1015), Ebû İshâk el-İsferâyînî (ö. 418/1027) çizgisinde ürettiği görülür. el-Eşʿarî’yi “hocamız” şeklinde sıklıkla anar ve görüşlerini kendisi açısından otorite  kabul ederek zikreder. el-Bâkıllânî’yi “el-kâdî”; Ebû İshâk el-İsferâyînî’yi de “el-ustâz” lakablarıyla zikreder. Eserin üslub, tasnif ve içeriği de bu isimlerin eserlerinin izindedir. Nitekim bazı ihtilafları zikrettiğinde ashabımız ifadesiyle bu çizgiyi işaret ederken Şâfiî usûlcülere Şâfiî ashâbı şeklinde işaret eder.

Temel Soruları

Bilgi mümkün müdür?

Metafizik meselelerde kesinliğe ulaşılabilir mi?

Tanrı’nın varlığı ve sıfatları arasında nasıl bir ilişki vardır?

Âlemde nedensel bir ilişki var mıdır?

Nesnelerin temel yapıtaşları nelerdir?

Bilgide kesinlik hangi yöntemlerle elde edilir?

Tanrı-âlem ilişkisinin temel sorunları nelerdir?

Bilgi ve toplum teorileri açısından peygamberliğin konumu nedir?

Din ve hayat ilişkisi nasıl kurulabilir  ve bu bağlamda mezhep müessesesinin işlevleri nelerdir?

Öne Çıkan Eserleri

  • eş-Şâmil fî Usûli’d-dîn: nşr. H. Klopfer, Kahire 1988-89; nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr v.dğr, İskenderiye 1969; nşr. R. M. Frank, Tahran 1360 hş./1981; thk. Abdullah Muhammed Mahmud Ömer, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1999.
  • el-İrşâd ilâ Kavâtıi’l-Edille fî Usûli’l-İtikâd: nşr. Muhammed Yusuf Musa ve A. Abdülmünim Abdülhamid, Kahire Mektebetü’l-Hanci, 1369/1950; nşr. Es'ad Temim, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut 1405/1985; thk. Ahmed Abdurrahîm es-Sâyih, Tevfîk ‘Ali Vehbe, Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Dînîyye, Kahire 2009.
  • el-Akîdetü’n-Nizâmiyye: nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkâ, Mektebetü'l-Külliyâti'l-Ezheriyye, Kahire 1978; thk. Zâhid el-Kevserî, el-Mektebetu’l-Ezheriyye li’t-Turâs, Kahire 1992.
  • Lümaü'l-Edille fî Kavâ'idi Akaidi Ehli's-Sünne ve'l-Cemaa: nşr. Fevkıyye Hüseyin Mahmûd, ed-Dârü'l-Kavmiyye, [y.y.] 1965; thk. Fevkiyye Hüseyin Mahmud, ‘Âlemu’l-Kutub, Beyrut 1987.
  • Nihâyetü’l-Matlab fî Dirâyeti’l-Mezheb: nşr. Abdülazim Mahmud ed-Dib, Darü’l-Minhac, Beyrut 2007/1428; Dâru’l-Minhâc, Cidde 2017.
  • el-Burhân fî Usûli'l-Fıkh: nşr. Abdülazim ed-Dib, Câmiatu Katar, Devha [Doha] 1978;  Merkezu’t-Turas, Riyad 2012.
  • el-Kâfiye fi’l-Cedel: nşr. Fevkıyye Hüseyin, İsâ Bâbi el-Halebî, Kahire 1979; thk. Ahmed Abdurrahîm es-Sâyih, Tevfîk ‘Ali Vehbe, Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Dînîyye, Kahire 2011.
  • et-Telhîs (Muhtasar): thk. Abdullah Cûlem en-Nîbâlî, Şebbîr Ahmed el-‘Amrî, Dâru’l-Beşâ’iri’l-İslâmiyye, Beyrut 1996.
  • el-Varakât fî Usûli’l-Fıkh: Kahire 2007.
  • el-Gıyâsî: Gıyâsu’l-Umem fî İltiyâsi’z-Zulem: thk. Halîl Mansûr, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut 2003.
  • ed-Durretu’l-Mudıyye fîmâ Vakaʿa fîhi’l-Hilâf beyne’ş-Şâfiʿiyye ve’l-Hanefiyye: nşr. Abdülazîm ed-Dîb, İdâretu İhyâ’i’t-Turâsi’l-İslâmî, Devha 1986.
  • Mugîsu’l-Halk fî Tercîhi’l-Kavli’l-Hak: nşr. Muhammed Abdullatif, el-Matba‘atu’l-Masriyye, Beyrut 1934.
  • Şifâʾu’l-Galîl fî Beyâni mâ Vaka‘a fi’t-Tevrât ve’l-İncîl mine’t-Tahrîf ve’t-Tebdîl: thk. Ahmed Hicâzî es-Sekkâ, el-Mektebetu’l-Ezheriyye li’t-Turâs, Kahire 1979.
  • Ecvibetu İmâmi’l-Harameyn el-Cuveynî ‘an Es’ileti ʿAbdilhak es-Sıkıll: thk. Celâl Ali Cuhâni, Sa‘îd Fûde, Dâru’r-Râzî, ʻAmmân 2006.
  • Risâle fî Zikri Hâli’ş-Şeyh Ebî ʿAlî İbn Sînâ: Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3688.

  • Mehmet Dağ, İmâmu’l-Harameyn el-Cüveynî’nin Allah ve Âlem Görüşü, Doçentlik Tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara 1976.
  • Fevkıyye Hüseyin Mahmud, el-Cüveynî İmâmü’l-Harameyn,  El-Müessesetü’l-Mısriyyeti’l-Âmme, Kahire 1964.
  • Eşref Harfuş, Felsefetü’l-Kelâm inde İmâmi’l-Harameyn el-Cüveynî,  El-Hikmet, Dımaşk 1994.
  • Abdülazim ed-Dib, Fıkhu İmami'l-Haremeyn Abdülmelik b. Abdullah el-Cüveyni,  Dârü'l-Vefâ, Mansure 1988.
  • Ömer Enver, ez-Zebdânî es-Siyâsetü’ş-Şer’iyye inde’l-Cüveynî: Kavâiduhâ ve Mekâsıduhâ, Darü’l-Beşairi’l-İslamiyye, Beyrut 2011.
  • Muhammed b. Ali Osman Harbi, İmamü'l-Harameyn Ebü'l-Meali el-Cüveynî ve Eseruhû fî İlmi'l-Kelâm,  Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1986.
  • Ömer Türker, “Eş’arî Kelâmının Kırılma Noktası: Cüveynî’nin Yöntem Eleştirileri”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 19 (2008), s. 1-23.
  • Ömer Türker, “Bir Tümdengelim Olarak Şâhitle Gâibe İstidlâl Yöntemi ve Cüveynî’nin Bu Yönteme Yönelttiği Eleştiriler”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 18 (2007), s. 1- 25.
  • Mehmet Cengiz, Cüveynî'de İcmâ Teorisi (İlk Ekolleşmeler Dönemi İcmâ Temellendirilmesine Farklı Bir Yaklaşım), Selçuk Üniversitesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2007.
  • Recai Çetres, Kelâm–Usûl-i Fıkıh İlişkisi (İmâmü'l-Harameyn el-Cüveynî Ekseninde), Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, İstanbul 2014.
  • Bassam Isma'il Mahmud Malkawi, Menhecu’l-İmâm Abdulmelik b. Yûsuf el-Cuveynî fî’l-usûl min hilâli kitâbihî el-Burhân fî usûli’l-fıkh, Câmiatü’l-beyt, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahire 2000.
  • Rāʼif Muḥammad Naʻīm, al-Fikr al-siyāsī ʻ inda al-Imām al-Juwaynī, Dār al-Baṣāʼir, al-Jazāʼir 2008.
  • Sohaira Zahid Siddiqui, The Dialectic of The Law: Certainty, Continuity and Society in Al-Juwayni, 2014. http://alexandria.ucsb.edu/lib/ark:/48907/f3kk98xr.
  • Wan Azhar bin Wan Ahmad, The Place of Reason Vis-A-Vis Revelation in Imam al-Haramayn al-Juwayni’s Legal Theory: A Symbiosis Between His Kalam and Usul al-Fiqh, Gombak, Selangor: International Institute of Islamic Thought and Civilization, International Islamic University, Malaysia 2006. 
  • Mohammad Syifa Amin Widigdo, “Jadal and the Integration of Kalām and Fiqh: a Critical Study of Imām Al-Ḥaramayn Al-Juwaynī’s Application of Islamic Dialectic”, Analisa. 4.2 (2019): 165-185.
  • Muhammed Zühaylî, el-İmam el-Cüveyni İmamü'l-Harameyn: İmamü'l-Harameyn. 2. bs. Dârü'l-Kalem, Dımaşk 1992/1412.

Atıf Bilgisi

Cüveynî. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/cuveyni/363