Ahlâk ve siyaset literatürü söz konusu olduğunda XVII. ve XVII. yüzyılları özellikle XVI. yüzyıldan belirgin farklarla ayırt edebileceğimizi söylemek zordur. Hatta XVI. yüzyılda ana hatları temayüz etmiş olan yazım tarzı ve çeşitliliğinin bu iki yüzyılda da devam ettiği görülmektedir. Fakat ilgili mirasa Osmanlı özelinde bakıldığında siyasî gelişmelere binaen siyaset düşüncesi ve literatüründe kısmen yeni sayılabilecek türde metinlerin yazıldığını ifade edebiliriz.
Bu yazıda geniş bir literatür değerlendirmesi yapmak yerine dönemin karakteristiğini yansıtan eserler üzerinden giderek bazı tespitlere yer vereceğiz. Öncelikle ahlâkta önceki dönemin bir uzantısı olarak görülebilecek bazı metinler üzerinde duralım. Bunlardan biri Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin (ö. 1114/1702) Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye’sidir. Adudüddîn el-Îcî’nin el-Ahlâku’l-Adudiyye’sine yazılmış şerhlerden biri olan bu metin, öncekileri gölgede bırakacak bir derinliğe sahiptir. Müellifin dinî ilimler, felsefe ve tasavvuf birikimini ustaca ortaya koyduğu eser, bu yönüyle genel olarak Osmanlı dönemi ahlâk metinleri arasında Kınalızâde’nin Ahlâk-ı Âlâî’sine en yakın metin hüviyetindedir.
Birgivî’nin et-Tarîkatü’l-Muhammediyye ve’s-sîretü’l-Ahmediyye’si bütünüyle bir ahlâk metni olmasa da ahlâk literatürüne olan katkıları sebebiyle XVI. yüzyıl metinleri arasına dahil edilmişti. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda esere yazılan şerhler önemli bir yere tutar. İlk olarak Birgivî’nin öğrencisi Akhisarlı Hocazâde Abünnasîr Efendi’nin (ö. ?) şerh ettiği eserin en yaygın şerhlerinden biri Abdülganî b. İsmâîl b. Abdilganî b. İsmâîl en-Nâblusî’nin (ö. 1143/1731) el-Hadîkatü’n-nediyye şerhu’t-Tarîkati’l-Muhammediyye’sidir. Bir diğer yaygın şerhin sahibi de Ebû Saîd Hâdimî’dir (ö. 1176/1762). Hâdimî en meşhur eseri olarak kabul edilen el-Berîkatü’l-Mahmûdiyye fî şerhi’t-Tarîkati’l-Muhammediyye ve’ş-şerî‘ati’n-nebeviyye fi’s-sîreti’l-Ahmediyye’de Birgivî’yi oldukça geniş bir şekilde şerheder. Müellifin 1168 (1754) yılında telif ettiği eseri XVI. yüzyılda Taşköprîzâde Ahmed Efendi ve Birgivî’de görülen Gazâlî etkisini bu yüzyıla aktarmıştır.
İbrâhim Hakkı Erzurûmî’nin (ö. 1194/1780) Ma‘rifetnâme’si bir çok ilmin meselelerine yer verse de eserin daha ziyade ahlâk ve tasavvuf merkezli bir bakış açısıyla yazıldığını ifade etmek yanlış olmaz. Zira üç bölümden oluşan eserin ikinci ve üçüncü bölümleri ile edeb meselelerine yer veren hâtime kısmına bakılınca metnin ahlâk ve tasavvufa yönelik ilgisi daha iyi anlaşılır. Müellifin eserin fizyoloji, psikoloji, fizyonomi gibi ahlâk ile ilişkili ilimlere dair bölümlerinde sunduğu insan anlayışı, seyr ü sülûkâ dair meseleler, Nakşibendiyye tarikatının edeb ve erkânı bu temaya verebileceğimiz örnekler arasındadır.
XVI. yüzyılın sonlarında Gelibolulu’nun Nushatü’s-selâtin’i ve Hasan Kafî Akhisarî’nin (ö. 1024/1615) Usûlü’l-hikem fî nizâmi’l-âlem’i ile görülmeye başlanan ıslahatnâme şeklindeki siyasî nasihatnâmeler XVII. ve XVIII. yüzyılda daha belirgin bir hal alır. Akhisarî 1004/1596 yılında yazdığı bu eserde hicrî 980 yılından beri Osmanlı devlet düzeninde görüldüğünü iddia ettiği birtakım aksaklıkların ıslahı için çareler arar. Adalet, meşveret ve askerî düzende görülen aksaklıkların temel sebebi olarak saydığı rüşvet ve kadınların yönetimde etkisini artırması devlet düzenini tehdit eden bir hal almıştır. Kendi müşahadelerini ve ruhî hallerini son derece içten bir dille aktaran müellif, bir âlim sorumluluğu ve misyonuyla Osmanlı Devleti’nin politik karar alıcılarını uyarmaktadır. Zira o, devletin payidar olmasının ne anlama geldiğinin farkında olarak muhtemel tehlikelere dikkat çekmekte ve alınabilecek önlemlere işaret etmektedir. Devletin gidişatından duyulan endişe noktasında Akhisarî yalnız da değildir. Ondan kısa bir süre sonra benzer bir metni Kâtib Çelebi (ö. 1067/1657) yazmıştır. Kâtib Çelebi devlet düzeninin ıslahına dair eseri Düstûrü’l-amel li-ıslâhi’l-halel’ini Koçi Bey’in Risaleler’i izler.
Tasavvuf cenahından yetişen iki isim siyaset literatürüne XVII. ve XVIII. yüzyıllarda büyük katkılar yapmıştır. Bunlardan biri Bayrâmî-Melâmî çizgisinde bir sûfî olan Sarı Abdullah Efendi’dir (ö. 1071/1661). Aynı zamanda Osmanlı sarayında tezkireci ve reisülküttâb olan Abdullah Efendi’nin siyaset metinleri oldukça orijinal özelliklere sahiptir. İbnü’l-Arabî’nin et-Tedbîrâtü’l-İlâhiyye’sinden ilhamla yazdığı Tedbîrü’n-neş’eteyn adlı eseri siyasî perspektifini açığa çıkaran en önemli metnidir. Ayrıca bir nasîhatü’l-mülûk da yazmış olan Abdullah Efendi, sûfîlerin Osmanlı saltanatı ve hilafetine bakışına dair çok önemli görüşler aksettirir. Siyaseti derinlemesine tartışan bir başka sûfi, Celvetî şeyhi olan İsmail Hakkı Bursevî’dir (ö. 1137/1725). Bursevî’nin bu sahadaki en önemli metni Tuhfe-i Hasekiyye’dir. Bütün bir İslâm düşüncesi tarihi içinde sûfî perspektifin siyasete bakışını en iyi anlatan metinlerden biri olan bu eserde müellif İbnü’l-Arabî geleneğini ve tasavvuf felsefesini Osmanlı devlet yönetimi ve kurumlarına uyarlar.
Osmanlı ilim ve kültür hayatında buraya kadar saydığımız metinlerin dışında da bir çok metin yazılmıştır, fakat bu metinler temsil değeri açısından daha ön plana çıkmaktadır. Öte yandan İran coğrafyasında bilhassa Isfahan okulu çevresinde de bazı metinlerin yüksek bir değere sahip olduğunu belirtmek gerekir. Bu sahada belki de öne çıkan, en bilindik sima Muhammed Bâkır b. Muhammed Mü’min es-Sebzevârî el-Horasânî’dir (ö. 1090/1679). Sebzevârî’nin Ravzatü’l-envâr-ı Abbâsî ya da Ravzatü’l-envâr fî âdâbi’l-mülûk adlı eseri Safevîler döneminde yazılan Farsça siyasetnâme türünün en meşhur örneklerinden biridir. Ahlâk ve siyaset olmak üzere iki bölümden oluşan eser Şah II. Abbâs’a ithaf edilmiştir.
XVIII. ve XVIII. yüzyılda oluşan literatürde artık Osmanlı Türkçesi’nin önceki yüzyıllara göre daha belirgin bir etkisinden söz etmek mümkündür. Bununla birlikte Osmanlı’da Arapça ve Farsça metinler de yazılmaya devam etmiştir. Metinlerin telif edildiği coğrafyaya bakılınca İstanbul bariz bir üstünlüğe sahiptir. Bununla birlikte Safevîler, Osmanlı Devleti’ne siyasî bir rakip olduğu gibi ilmî ve kültürel sahada da bir alternatif güç olarak temayüz etmiştir. Yazılan eserlerde ahlâk ve siyaset çok daha belirgin bir şekilde aynı metinlere konu olmaya devam etmiş. Özellikle XVI. yüzyılda görüldüğü gibi eserlerin büyük çoğunluğu hükümdar ve diğer devlet erkanı için kaleme alınmıştır. Tasavvufun siyaset üzerine söyleyeceği çok şeyinin olduğu belki de kendini en iyi bu iki yüzyılda dışa vurmuştur. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren tarihçilerin de Osmanlı siyaset düşüncesine hatırı sayılır katkılar sunduğunu görmekteyiz. Bu vadide öne çıkan isimler Tursun Bey, Koçi Bey, Hasan Kâfî, Kâtip Çelebi, İbrahim Peçevî ve Naîmâ’dır.