Ebû Ali el-Cübbâî

(ö. 303/916)
Mutezilî kelâmcı, müfessir ve fakih
- A +

Hayatı

235 yılında Huzistan’ın Cübbâ kasabasında dünyaya gelen Ebû Ali el-Cübbâî ilim yolculuğuna çok erken başlamıştır.  Ebû'l-Hüzeyl el-Allâf'ın talebelerinden, devrin Basra Mu'tezilesi lideri Ebû Ya'kûb Yusuf b. Abdullah eş-Şahhâm'dan kelâm dersleri almıştır. Basra’daki diğer âlimlerden de çeşitli dersler alan el-Cübbâî; cedel kabiliyetinin yüksekliğiyle farkedilmiş, çok genç olmasına rağmen ilmî faaliyetlere katılmış, buralarda muhaliflerine verdiği yanıtlar ve tartışmalardaki üstünlüğü ile herkesin dikkatini üzerine çekmiştir. En yakın öğrencileri olan Ebû Hâşim ve Eş’arî ile daha çok Cebriye’ye karşı münakaşalarda bulunmuş, Hıristiyanlarla yaptığı ilmî tartışmalar sayesinde ün kazanmıştır. Ebû Hâşim el-Cübbâî, Ebû'l-Hasan el-Eş'arî, Muhammed b. Ömer es-Saymerî gibi birçok talebe yetiştiren Ebû Ali el-Cübbâî hocası Şahhâm’ın vefatından sonra Basra Mutezilesinin lideri olmuş ve vefatına kadar burada ders okutmuştur. 303/916 yılında Askerimükrem'de vefat etmiştir.

Öğretisi

Mutezile âlimlerinin en tanınmışlarından biri olan Ebû Ali el-Cübbâî, kelâm ilmini anlaşılabilir kılmış, basite indirgemiş ve sevdirmiştir. Ebû Ali fakih ve zâhid kimliğiyle tanınmış, eserleri ve fikirleriyle Ebû’l-Huzeyl’den sonra Mutezile kelâmını etkilemiştir. Ebû’l-Huzeyl’in görüşlerini çok fazla eleştirse ve onun birçok fikrine katılmasa da büyük oranda onun yolundan gitmeye devam etmiştir.

Varlık Düşüncesi ve Metafiziği

Ebû Ali el-Cübbâî âlemin cevher ve arazlardan meydana geldiğini ifade eder. Ona göre cevher, “var olduğunda arazları taşıyan şey”dir.  Renk hariç hiçbir cevher arazdan hali olamaz yani cevherin kendisinde var olan bir araza veya varsa zıddına sahip olmaması imkânsızdır. Bütün cevherler mahiyeti açısından tek olup ancak sahip oldukları arazları sayesinde birbirlerinden ayrışırlar ve değişik cisimlere dönüşürler.  Ona göre araz, “bir başkasına ârız olan şey” olduğu için kesinlikle bir cevhere hulûl etmelidir; zira bir mahalle hulûl etmeyen araz ona göre araz olarak kabul edilmez. Arazlar cisimlere, cisimler de arazlara dönüşemez. Araz aynı zamanda birçok yerde olabilir, ancak zıt arazla aynı anda bulunamazlar. Bütün cisim ve arazlar görülebilir. Ebû Ali’ye göre hareket bâki değildir. Arazların bulunduğu yer olan atom cisim değildir; iki oluşu ve diğer arazlardan birisini taşıyabilir. Atomların tamamı aynı maddeden oluşur.  Cisim uzun, geniş ve derin olan bir şey olduğu için tek bir atomdan cisim olması mümkün değildir onlardan sekizi cismi meydana getirir. Ebû Ali’ye göre âlemde boşluk vardır, çünkü cevherlerin hareketi başka türlü mümkün olamaz. Tabiatta mutlak bir sebeplilik yoktur. Ona göre Allah ateşle pamuğu bir araya getirir ancak ateşin pamuğu yakmasını yaratmayabilir. Hatta o, sebebin müsebbebi zorunlu kılamayacağını çünkü bir şeyi zorunlu kılanın sadece onu yapan ve yaratan olabileceğini vurgulamaktadır.

Ebû Ali insanların üzerinde düşünüp Allah’ı bilebileceği apaçık deliller olduğunu ifade etmektedir. Hudûs delilinde farklı bir noktaya değinerek onun öncüllerini yeterli bulmamakta, cisimlerin yaratıcısının kendileri olmadığının kanıtlanması gerekli görmektedir. Eğer bu kanıtlanmazsa onların kendisini yarattığını ya da başka bir cismin onu yarattığı câiz görülebilir ve bu yüzden onları yaratanın Allah olduğu bilgisi gerçekleşmez. O, hudûs delilini şöyle formüle etmektedir: “Âlem hâdistir. Her hâdisin bir muhdisi vardır. Âlemin muhdisi kendisi yahut kendi içinden biri olamaz. O halde âlemin muhdisi âlemden ayrı biridir, yani Allah’tır.”   Ona göre Allah, her şeyi denetlemesi anlamında her mahâldedir. Allah'a şey demek câiz olup, O’nun diğer her şeyden farklı olduğunu vurgulamak gerekir. Gözle görülmesi imkansızdır. Sıfatlar, Allah hakkında bizi bilgilendirir; O'nun âlim olduğunu ifade etmek aslında cahil olmadığını belirtmek içindir. O zatıyla bilmektedir. Kıdem, ona en çok özgü olan bir husûsiyettir; Allah işiten ve görendir, çünkü görülen şeyler işitilenlerden başkadır. Duymak ve görmek, duyulan ve görülen nesnelerin idrâki anlamına gelir. Sıfatlar iki çeşittir; birincisi zatî, ikincisi fiilî sıfatlardır. Allah zâtıyla faildir. Fiilî sıfatlardan bahsederken el-Cübbâî dile önem vermektedir. Allah'ın her dâim ezelde gören olduğunu diyebiliriz; ama ezelde görülecek hiçbir nesne henüz yaratılmadığından O, görüyor değildi. Allah nesneleri yarattıktan sonra görme duyusunu kullandı. Yani O, hep görüyor değildi ve dolayısıyla şunu da söyleyebiliriz ki, O her zaman iyilik veya kötülük yapıyor da değildi.

Bilgi Teorisi

Ebû Ali’ye göre ilim; bir şeye zarurî şekilde yahut delil vasıtasıyla olduğu gibi inanmaktır. Ona göre herhangi bir nesneye yönelik itikad, ancak zarurî olarak ya da bir delil vasıtasıyla ulaşıldığında ilim haline gelmektedir. Ebû Ali sükûn-ı nefs kavramına Ebu Hâşim’den daha az değer vermekte, ilmin doğruluğunu gösteren ve onu cehaletten ayıran alâmetin sükûn-ı nefs olmadığını ileri sürmektedir. Ona göre ilim diğer şeylerden ancak kendisiyle çelişen şeylerden zarar görmemesi, çelişkinin kendinden giderilmesi ve onun hilâfına olan şeylerin bilinmemesiyle ayrılmaktadır. Mûtezilîler kesbî bilgi elde etmenin tek yolunun nazar olduğunu düşündüklerinden ona hayli önem vermişlerdir. Ebû Ali de nazarın bilgiyi doğuracağı ve aralarında sebep-müsebbeb ilişkisi olduğu konusunda bütün Mutezili âlimler gibi düşünmekte, nazarın mutlaka bilgiyi meydana getireceğine şiddetle vurgu yapmaktadır. Ebû Ali nazarın cehli doğurmayacağını belirtmekte; şayet nazar cehaleti doğurmuş olsaydı, ilim ve cehalet arasında, bunların doğruluğunu gerektiren şeyler açısından bir fark olamayacağını ifade etmektedir. Ona göre doğru ile yanlış kesin olarak birbirinden farklı olduğuna göre bu ikisine ulaştıran şeyler de birbirinden farklı olmalıdır. Ebû Ali’ye göre nazar nazarı doğuramaz, çünkü böyle olsaydı o zaman bunu sürekli yapması gerekirdi ve bu nazarın asla sonu gelmezdi. Bu durumda da kişi sürekli bir nazarın içinde bulunacağından bilginin sonu gelmeyecek ve kişi sürekli bilen bir kimse olmaktan çıkamayacaktı. Ebû Ali nazarın kişide tabʽan oluşmadığını kişinin bu eylemin farkında olduğunu belirtmekte; nazarın rastlantısal veya sezgisel bir şey olmayıp, kişinin bilinçli olarak yöneldiği bir fiil olduğuna işaret etmekte ve nazarın tabʽan olduğunu söyleyen Câhiz’e itiraz etmektedir. Zira ona göre bilgi kişide tabʽan oluşuyorsa bu durumda düşünmeye ve nazara ihtiyaç kalmaz, ilmî tartışma, kitap okuma-yazma vb. işlerin tamamının abes olması gerekir ve en önemlisi Peygamberliğe ihtiyaç kalmaz, bu müessese ortadan kalkardı. Nazar ile beraber hâtır kavramına da bilgi teorisinde genişçe yer veren Ebû Ali hâtırın kişiyi nazara yönlendiren ve onun nazardan kaçınmasını engelleyen şey olduğunu belirtmekte hâtırın zan ve itikad olduğunu ileri sürmektedir. Genel olarak Mutezilenin bilgi teorisini takip eden Ebû Ali, bu konuyu detaylı olarak ele almış ve ayrıntılarda değişik görüşler ortaya koymuş.        

Öne Çıkan Eserleri

  • el- Esmâ’ ve’s-Sıfât.
  • et-Tefsîr.
  • el-Mesâilü’l-Hilâf alâ Ebi’l-Hüzeyl.
  • en-Nefy ve’l-İsbât.
  • Men Yükeffer ve men lâ Yükeffer.
  • el-İrâde.
  • el-Aslâh.
  • er-Red ale’n-Nasâra.


 

 


 

 

  • Orhan Şener Koloğlu, Cübbâîlerin Kelâm Sistemi, İSAM, İstanbul 2011.
  • Orhan Şener Koloğlu, “Behşemiyye-İhşidiyye Çekişmesi: Kısa Bir Tarihsel İnceleme”, Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 18 (2009), s. 285-298.
  • Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî fî Ebvâbi’t-Tevhîd ve’l-Adl, Kahire 1960-65.
  • Ebû Reşid en- Nîsâbûrî, el-Mesâil fi’l-Hilâf beyne’l- Basriyyîn ve’l- Bağdâdiyyîn, Ma’hedü’l-İnmâi’l-Arabî, Beyrut 1979.

Atıf Bilgisi

Ebû Ali el-Cübbâî. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/ebu-ali-el-cubbai/53