Cüneyd-i Bağdâdî

(ö. 297/910)
Sünni tasavvuf anlayışının en etkili temsilcisi, sûfî-âlim
- A +

Hayatı

Doğum tarihi bilinmemektedir. Babası zücaciye ticareti yaptığı için el-Kavârîrî; Cüneyd de gençliğinde ipek satarak geçimini sağladığı için el-Hazzâz diye anılmıştır. Dayısı ve ilk mürşidi Serî es-Sakatî’nin gözetiminde çok küçük yaşta tasavvufa intisap etti. İmam Şâfiî’nin talebelerinden Ebû Sevr ve İbn Küllâb gibi ünlü âlimlerin yanında fıkıh ve kelam tahsil etti. Kısa sürede farklı konularda görüş serdedebilecek seviyeye erişti ve bu yüzden aynı zamanda “fakih” olarak da anılmaya başladı. Bu sırada Hâris Muhâsibî’nin de sohbet halkasına katılan Cüneyd, zekâsı ve kavrayışıyla Muhâsibî’nin bazı görüşlerine de etki etti.  Kendisinin Serî’ye nispet edilmesine rağmen üzerindeki en büyük etkiyi Muhammed b. Ali el-Kassâb isimli sûfînin yaptığını dile getirmiştir. Bu da bir müddet söz konusu sûfînin yanında bulunduğunu akla getirir. Bir müddet sonra Bağdat’ta meşhur olan Cüneyd’in etrafında büyük bir takipçi kitlesi birikti ve hayatının sonuna kadar ders halkalarına devam etti. Yaşadığı dönemde sûfîlere yapılan baskı ve soruşturmalar sırasında Cüneyd’in de tutuklandığı ancak kendisini bir fakih olarak tanıtması ve tutarlı savunması sebebiyle serbest bırakıldığı söylenir. Muhâsibî ile başlayan Bağdat tasavvuf ekolü Cüneyd ile zirvesine ulaşmıştır. Günümüze kadar gelen tasavvuf literatürünün büyük bir çoğunluğu Cüneyd’in görüşleri merkeze alınarak telif edilmiştir. Bağdat’tan ayrıldığına dair herhangi bir bilgi bulunmayan Cüneyd, devrin önde gelen sûfîleriyle mektuplaşmış ve bunlardan bir kısmı günümüze ulaşmıştır. 297/910 yılında Bağdat’ta vefat etmiş ve Şûnîziyye mescidinin bahçesine defnedilmiştir. 

Öğretisi

Cüneyd’in görüşleri iki noktadan hareketle ele alınabilir. Birincisi genel olarak tasavvuf tarihindeki etkisiyle ilgilidir. Cüneyd, şeriat-hakikat alanları arasında öteden beri süregelen çatışmacı ortamı, uzlaşmacı üslubu ile dengeleyen isim olarak temeyyüz eder. Cüneyd’in düşünceleri, tasavvuf nazariyatçıları tarafından “sahv ekolü” olarak nitelenir. Bu, şeriatsız hakikatin ve hakikatsiz şeriatın mümkün olmadığını; dinî yükümlülük ve sorumlulukları kayıtsız şartsız yerine getirmenin tasavvufî yaşantının temel düsturu olduğunu ve böyle bir hayat tarzında aşırılıkların ve vecd-cezbe etkisiyle dile gelen ifadelerin yeri olmadığını anlatan bir çerçeve kavramdır. Cüneyd bu minvaldeki görüşleri sayesinde “Seyyidü’t-tâife” unvanıyla anıldı ki bu bütün tasavvufu temsil etmesini anlatır. 

İkinci olarak Cüneyd daha özelde tasavvuftaki fena-tevhid nazariyesi ile bilinmektedir. Ona göre fena, tevhidi idrak etmek/tevhide şahit olmak demektir. Bu, hicri üçüncü asırdaki bütün sûfîler de tezahürleri görülen fakat esas olarak Cüneyd-i Bağdâdî’ye atfedilen bir düşüncedir ve Serrâc’tan itibaren belli başlı sûfî müellifler tevhid bahsini Cüneyd’in tevhid ve fena hakkındaki görüşlerini merkeze alarak inşa etmişlerdir. Cüneyd’e göre Allah’ın “ezelde” insanlardan aldığı misak ve bu misak anı, gerçek tevhidin yaşandığı andır. Fena, biri bütün bir tasavvufî eğitim sürecini anlatan ve kademeli olarak “her şeyden vazgeçmeyi” anlatan bir kavram olarak fena anh ile nihai tahlilde Hakk’ta silinmeyi ifade eden fena fih olmak üzere iki aşamadan oluşur. Fena fih, kulun “olmazdan önceki hali”ne dönerek tevhidi idrak ettiği andır ve gerçek iman budur. Tevhid esasta Hakk’ın bir fiilidir, fakat bütün varlıklar -sadece Hakk’ın bilebileceği bir tarzda- ezelî bir varlığa sahip oldukları için, Hakk’ın bu eylemine şahitlik etmişler, Allah da onlardan misak almıştır (elest misakı). Fakat insan beşeri vasıflarla yaratıldığında ezeldeki bu şahitliği ve misakı unutmuştur. Dolayısıyla yaratılış sürecini geriye doğru bir terakkiye dönüştürerek beşerî vasıflardan uzaklaşmak ve bu misakı tekrar hatırlamak gerekir. Bu yüzden Cüneyd tevhid haline tekrar ulaşmayı aynı zamanda bir ‘hatırlama’ olarak tavsif eder. Öte taraftan fena (fena anh ve fena fih) insanın hayatı boyunca sürekli devam eden bir süreci ifade eder. Böylece Cüneyd bir yandan insanın bir tür ezelî varlığa sahip olduğunu dile getirir, bir yandan da genel-geçer iman tanımlarına daha dinamik bir içerik kazandırır. Cüneyd’in tasavvuf eserlerinde anlatılan ifadeleri oldukça açık ve normatif bir karakter taşırken; fena ve tevhid bahislerini ele aldığı risalelerindeki ifadeleri son derece karmaşık ve muğlaktır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Resâil: nşr. Ali Hasan Abdülkadir. The Life Personality and Writings of al-Junayd içinde, Luzac Co., Londra 1962; Süleyman Ateş; Cüneyd-i Bağdâdî: Hayatı, Eserleri ve Mektupları içinde, İstanbul 1970.
  • Süleyman Ateş, Cüneyd-i Bağdâdî: Hayatı Eserleri ve Mektupları, İstanbul 1970.
  • Ebû’l-Alâ Afîfî, Tasavvuf: İslam’da Manevi Hayat, İz Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 153-164. 
  • Alexander Knysh, Tasavvuf Tarihi, Ufuk Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 58-61.
  • Ali Hassan Abdel-Kader, The Life Personality and Writings of al-Junayd, E. J. W. Gibb Memorial, Londra 1962, s. 1976.
  • Süleyman Ateş, “Cüneyd-i Bağdâdî”, DİA, c. 8 (1993), s. 119-121. 
  • Ekrem Demirli, “Zâhiri İlimlerin Otoritesi Karşısında Tasavvuf'un Meşruiyet Arayışı”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 15 (2007), s. 219-245.

Atıf Bilgisi

Cüneyd-i Bağdâdî. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/cuneyd-i-bagdadi/133