Rûzbihân Baklî

(ö. 605/1209)
12. yüzyılda yaşamış sûfî, şair
- A +

Hayatı

Babasının sebzeci olması ve kendisinin de bu işte babasına yardımcı olmasından ötürü el-Baklî nisbesiyle tanınan Rûzbihân Fesâ’da doğdu. Dinî duyarlılıkları genel düzeyde olan bir çevrede büyümesine karşılık çocukluk yıllarından itibaren sıra dışı bir dinî yönelişi olduğu, örneğin Allah hakkındaki konuşmalardan etkilenerek vecde girdiği rivayet edilir. Buna göre Baklî ergenlik dönemine kadar birkaç defa cezbeye kapılmış, yaşadığı tecrübeler onda farklı bir sevgi eşiği oluşturmuş, bu durum kendisine nesnelerin gerçekte oldukları üzere ve güzellik formunda görünmesini sonuç vermiştir. Erken yaşlarından beri zikre düşkün olduğu aktarılan Baklî, menkıbeye göre on beş yaşında iken Hızır’ı görerek tasavvufa yönelmiştir. Bu esnada Kur’ân hâfızı olmuş, bölgesindeki çeşitli halkalarda hadis ve fıkıh okumuştur. Fesâ’da bulunduğu yıllarda Şeyh Cemâleddin b. Halîl el-Fesâî ile münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. On sekiz yaşlarında iken babasının dükkanında bulunduğu bir sırada dizilmiş malları fırlatarak elbisesini yırtıp yaşadığı beldeyi terkettiği aktarılır. Vecd içerisinde uzun yıllar çöllerde yaşadıktan sonra sükûn bularak tasavvuf yoluna girdi. Yirmi beş yaşında iken Şîraz’daki bir hankaha giderek burada ikamet etmeye başladı. Bu hankahın Hallâc’a ait yazmaların da bulunduğu büyük bir kütüphanesi vardı. Bir müddet Şah Ebû Muhammed el-Cevzak’ın ribâtında kaldı. Tasavvufa intisabı sonrasında sülûkü devam ederken Irak, Kirman, Hicaz ve Şam’a seyahatler ettiği rivayet edilir. Irak’a gittiği, Sâmerrâ yakınlarındaki Kantaratü’r-Reşâş’ta yaşayan Şeyh Câgîr’in bir dönem müridi olmasından anlaşılmaktadır. 1175’te Şîraz’dan Fesâ’ya geri döndü. Burada yazdığı Mantıku’l-esrâr bi-beyâni’l-envâr adlı eserinde Fars bölgesi emîri Tekle b. Zengî’nin cülûsu için dua ettiği görülür. Nitekim bu emîrin ricasıyla tekrar Şîraz’a gitmiş, onun yerine geçen Sa’d b. Zengî’nin de takdirini kazanmıştır. Bu örnekler Baklî’nin yönetici kesimle iyi ilişkiler geliştirdiğini göstermektedir. 560’ta (1165) Şîraz’da bir ribat inşa ettirdiği ve burada irşâd faaliyeti sürdürerek oldukça tesirli semâ meclisleri düzenlediği kaydedilen, kaynaklarda iki defa hacca gittiği ve bir müddet Mekke civarında ikamet ettiği bildirilen Baklî, ömrünün sonuna doğru kısmen felç olmuş ve Şîraz’da vefat etmiştir. Kabri XV. yüzyıla kadar bir ziyaretgâh olarak kalmış, daha sonra bölgedeki diğer hankah ve imaretlerle birlikte tahrip edilmiştir.

Öğretisi

Yaşadığı dönemde gördüğü saygıya bağlı olarak çeşitli övgü ifadeleriyle anılan Baklî, özellikle şathiye konusundaki tavrı dolayısıyla “Şeyh-i Şattâh” ve “Şattâhu’l-Fâris” gibi sıfatlarla tanınmıştır. Fahreddîn-i Irâkî’nin bir şiirinde ona atıf yaparak övmesi dönem sûfîleri arasında da itibarını gösteren bir örnektir.

Hakkındaki menkıbelerin takip edilebileceği ve onun mistik karakterinin tanınabileceği temel metin kendi tecrübelerini aktardığı Keşfü’l-esrâr isimli eseridir. Hızır motifinin hayatında büyük yeri olduğu anlaşılan Baklî, tasavvuf yoluyla erdiği dereceler bakımından kendisinin devrinde tek olduğunu ve insân-ı kâmile ait tüm sıfatları fiilen taşıdığını söyler. Eserlerinde öne çıkan ana tema aşk ve tecellî kavramlarıyla ifade edilebilir. Tecellîyi bütün varlık düzeylerindeki detaylarıyla görerek yaşamak onun muhayyilesini şekillendirmiş, sembolik anlatımlar ve farklı bilgi alanlarında gerçekleştiğini belirttiği olaylar yazdığı metinlere doğrudan yansımıştır. Allah’ın eşyadaki tasarruflarını çeşitli suretlerde gördüğünü anlatan Baklî, özellikle güzel yüzün ve güzel sesin tecellîyi idrakteki merkeziyetini vurgulayarak tasavvufî faaliyetlerin tümünü bir aşk metafiziği üzerinden sunmuştur. Meleklerin hangi güzellik formlarında gözüktüğünü tasvir eden, kendisine vuku bulan bir tecellîdeki kırmızı gül motifi bağlamında farklı bir kan ve şarap sembolizmi üreterek müşâhedenin meydana geliş şeklini anlatan Baklî, güzel yüzlülerin temaşasına özel vurgu yaparak “şâhidbâzlık” meselesine yeni bir boyut kazandırmasıyla tasavvuf tarihinde Ahmed Gazzâlî ile başlayan aşk tasavvurunu genişleterek sürdürmüş, pek çok meselenin yorumuna bu ilkeyi tatbik etmiş, özellikle de Abherü’l-âşıkîn isimli eserinde aşkın tasavvufî çerçevesini ortaya koymuştur. Buna göre aşk Allah’ın ezelî bir sıfatıdır ve Allah önce kendisini sevdiği için aşk, âşık ve mâşuk sûfînin müşâhedesinde birleşir. Allah, güzel suretler üzere tecellî eder ve Allah’a yakın olan kimseler de her güzel şeyle bu yüzden yakınlık kurarlar. İnsanî ve ilahî aşk, Baklî’nin anlatımında aynı hakikatin iki tezahürüdür ve nesneler sûfînin idrâkinde ilâhî bir mâhiyete dönüşürler. Hz. Peygamber bu hakikat kendisinde en tam anlamıyla gözüktüğü için güzelliğin peygamberidir. Bu noktada aşkın yaratılış öncesine sâliki ulaştırması, güzelliğin yansıdığı şâhide ezelî-ebedî bir kimlik verir. Çünkü aşığın nazarı mâşuğa yöneldiğinde kendi ezelî-ebedî cemâlini seyreden Allah’tır. Hak bilinmeyi istediği için her varlıkta Hakk’ı temâşâ arzusu vardır. Ancak Hakk’ın kendi zâtına dönük gayreti dolayısıyla varlıkların gözünden perdelenerek gizlenmesi bu arzunun gerçekleşmesini bir imtihana dönüştürür. Bu konunun anlatılması Baklî’de kavramsal bir yoğunluktan çok muhayyileye bağlı tasvirler üzerinden gerçekleşir. Kullandığı üslup ve kelime kadrosu bu yönüyle büyük ölçüde kendine münhasır kalmaktadır. Baklî, Allah’ın kendisine tecellîsini anlattığı kadar bu tecellîler dolayısıyla söylenmiş şathiyeleri yorumlamasıyla da dikkat çeker. Şerh-i Şathiyyât’ı bu bakımdan tasavvuf literatürünün en orijinal örneklerinden biridir. Bu eserinde âyetler ve hadislerden başlayarak Hallâc ve Bâyezîd başta olmak üzere şathiyeleriyle ünlü sûfîlerin tartışmalara sebep olan sözlerini belli bir yorum çerçevesine kavuşturur. Kendi müşâhedelerini aktarmasının yanı sıra diğer sûfîlerin benzer sözlerini ve tecrübelerini de yorumlamış olması Baklî’nin dikkate değer yönlerinden birisidir. Nitekim bu bakımdan Meşrebü’l-ervâh, hem tasavvuf kavramlarının tertibi hem de muhteva bakımından benzerlerine nispetle oldukça farklı bir metindir. Aynı şekilde Arâisü’l-beyân isimli tefsirinde de kendinden önceki sûfî hafızanın işârî yorum örneklerini derlemeye çalışması da Baklî’nin kendinden önceki mirasla ilişkisini göstermektedir. Onun her ne kadar silsilesi Hafîfiyye tarikatının kurucusu Ebû Abdullah Muhammed b. Hafîf’e ulaşan Rûzbihâniyye adlı bir tarikat kurduğu belirtilse de bu tarikat devam etmemiştir. Baklî’nin ‒Hâfız-ı Şîrâzî örneğinde olduğu gibi‒ kendisinden sonra gelişen Fars şiirini muhteva yönünden etkilediği kabul edilir. Onun tasavvuf tarihi açısından öne çıkan bir diğer niteliği de Hallâc-ı Mansûr’a ait metinlerin intikalinde önemli bir rol oynamasıdır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Keşfü’l-Esrâr: The Unveiling of Secrets Kashf al-Asrar, thk. F. Papan-Matin, Brill, Leiden 2006.
  • Meşrebü’l-Ervâh: thk. Nazif Muharrem Hoca, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1974.
  • Abherü’l-Âşıkîn: thk. Henry Corbin, Muhammed Muin, Institut Franco-Iranien, Tahran 1958.
  • Taksîmü’l-Havâtır: thk. Ahmed Ferîd el-Mezîdî, Dârü’l-Âfâki’l-Arabiyye, Kahire 2008.
  • Arâisü’l-Beyân fî Hakâiki’l-Kur’ân: thk. Ahmed Ferid el-Mezîdî, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2008.
  • Şerh-i Şathiyyât: thk. Henry Corbin, Institut Franco-Iranian, Tahran 1966.
  • Nazif Muharrem Hoca, Ruzbihan al-Baklî ve Kitab Kaşf al-Asrar’ı ile Farsça Bazı Şiirleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1971.
  • Carl W. Ernst, Ruzbihan Baqli: Mysticism and the Rhetoric of Sainthood in Persian Sufism, Curzon Press, Surrey 1996.
  • Nazif Hoca, “Baklî”, DİA, c. 4 (1991), s. 545-547.


Atıf Bilgisi

Rûzbihân Baklî. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/ruzbihan-bakli/390