Rummânî

(ö. 384/994)
Çağının önde gelen nahiv ve belâgat bilgini ve Mu’tezile kelâmcısı
- A +

Hayatı

Kökeninin Bağdat’ın kuzeyinde yer alan Sâmerrâ kentine dayandığı bilinmekte fakat hayatı ve ailesi hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. Biyografi kaynaklarının çoğunluğuna göre 296/908 yılında Abbasi hilafeti zamanında Bağdat’ta doğmuş ve orada hayat sürmüştür. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 276/889 olarak geçer. Daha yaygın ve meşhur olan er-Rummânî lakabı yanında el-Vâsitî, el-İhşîdî, el-Verrâk, el-Câmi’, el-Bağdâdî ve en-Nahvî lakapları da vardır. Rummânî şeklindeki nispetin nar (rummân) ya da nar satışına veya Vâsıt şehrinde bulunan Rummân Sarayına ilişkin olması, ayrıca el-Vâsitî lakabının da bu şehre nispetle söylenmiş olması mümkündür. Mu’tezile kelamcısı İbnü’l-İhşîd’in öğrencisi ve onun kelam okuluna bağlı olması nedeniyle el-İhşîdî ve muhtemelen maddi durumu iyi olmadığı için geçimini sağlamak amacıyla bir meslek olarak icra ettiği kağıtçılık işinden dolayı da el-Verrâk lakaplarıyla anılır.

Rummânî yaşadığı dönemin ayna kişiliklerinden biridir ve Ebû Ali el-Fârisî (ö. 377/987) ve Ebû Saîd es-Sîrâfî (ö. 368/979) gibi hicri dördüncü asrın ünlü nahivciler tabakasında yer alır. Bu bakımdan kendisi için “Şeyhu’l-Arabiyye” (=Arap dilinde imam) nitelemeleri yapılır. İbnu’n-Nedîm (ö. 385/995) onun için “Basralı nahivciler ve Bağdat kelâmcılarının önde gelenlerinden” ifadesini kullanır. Rummânî nahiv ilminde Basra Dil Okulu’na ve kelamda Mu'tezile ekolüne mensuptur. Yine kendisi için yapılan “edebiyatta allâme” nitelemesi de, “edeb” kelimesinin dönem itibariyle ifade ettiği anlamı dikkate alacak olursak, onun çok yönlü bir âlim oluşunu ifade etmektedir. Nitekim birçok kaynak dil ve nahiv ilimlerinin yanı sıra onun tefsir, fıkıh, mantık, kelam gibi birçok ilim dalındaki vukufiyetine işaret eder.

Rummânî, sarf, nahiv, belâgat, tefsir, kelam ve Mu’tezile düşüncesi gibi alanlarda geriye yüz civarında eser bırakmış fakat bunların büyük çoğunluğu günümüze ulaşmamıştır.  İlmi çabası içerisinde dilbilgisi -nahiv- alanında mantık verilerini kullanmakla öne çıkmıştır. Bu nedenle Arap gramerine mantık terminolojisini ilk uyarlayanlardan biri kabul edilmektedir. Onun bu yöntemi kullanması Ebû Ali el-Fârisî gibi bazı bilginlerce eleştiri konusu olmuş ve eserlerinin zor anlaşıldığına yönelik serzenişler literatüre geçmiştir. İlmi kişiliği yanında ahlaki kişiliği de dikkat çekicidir. Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin (ö. 414/1023) onun hakkında kullandığı ifadelerde ‘nahiv, kelâm, yazı, zor ve problemli önermeleri anlama ve açıklamadaki vukûfiyetine bunun yanı sıra züht, dindarlık, yakîn, fesâhat ve ince kavrayış sahibi oluşuna ve namuslu ve temiz kişiliğine atıf yapılır. Hamevî (ö. 626/1229) de sıkı dindarlığa ve sağlam bir akıl yürütmeye vurgu yapar.

Rummânî’nin Mu’tezile ekolu takipçisi olduğu bugün elimizdeki metinlerin de şahitliğiyle açık iken bir şîî olup bu fikriyatı benimsediğine ilişkin İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201), İbnü’l-Kıftî (ö. 646/1248) ve Zehebî’nin (ö. 738/1348) kanaatleri Rummânî’nin çağdaşı İbn Nedim tarafından doğrulanmamaktadır. Ona göre Rummânî’nin şîîlik hakkında yazmış olduğu eserler bu fikriyatı ideolojik olarak benimsediği için değil mezhebin o vakitteki yaygınlığı dolayısıyla takiyye yapılarak kaleme alınmıştır. Ayrıca Hansârî’nin (ö. 1313/1895) aktardığı bir anekdota göre kendisine mağara kıssası ve Gadîrhum rivayetiyle ilgili görüşü sorulan Rummânî’nin verdiği cevap da onun şiî olmadığını gösteren bir başka veri olarak değerlendirilebilir.

Abbasilerin en zayıf olduğu bir dönemde yaşayan ve sekiz halifenin yönetimini gören Rummânî 11 Cemâziyel 384/994 tarihinde -hicri 382 diye zayıf bir görüş de vardır- Halife Ebu’l-Abbâs Ahmed el-Kâdir Billâh’ın (991-1031) hilafeti zamanında Bağdat’ta vefat etmiş ve Ebû Ali el-Fârisî’nin de medfun bulunduğu Bağdat’ın güney batısındaki Şûniziyye kasabasına ait mezarlığa defnedilmiştir. (Bkz. İbnü’l-Enbârî, 1985: 234-235; İbnü’l-Kıftî, 1986: II/294; el-Hamevî, 1993: IV/1826-27; Hansârî, 1991: II/316, V/221, VI/148; İbn Nedîm, 1971: 69; Şensoy, 2008: 242; Kaya, 2007: 29-37; Hamdân el-Levh, 2008: 93-94; Rummânî, 1981: 11-14 (Muhakkik metni); Kuşçu, 2015: 98-99.)

Öğretisi

Rummânî’nin en dikkat çekici yönlerinden biri Aristoteles mantığını Arap gramerine uyarlama çabasıdır. Bu çaba, temelde, hocası ve çağdaşı olan diğer nahivcilerce (hicri IV. yy.) Arapça’nın gramer mantığının şekillendirilmesi ya da nahiv usûlünün düzenlenmesi ve akli-mantıki bir temele oturtulması şeklindeki üst bir çabanın ürünü görünümündedir. Bu çabayı kimi nahivciler tikel meseleler üzerinden yaparken çoğu nahivci de bu bağlamda az ya da çok mantık ilminin verilerine müracaat etmiştir. Rummânî’nin mantığı gramere uyarlama çabası da böyle bir amaca yöneliktir ve bu noktada o tek değildir. Nitekim Arap gramerinin mantıkla uyumu fikrine dair ilk temellerin Rummânî’nin hocası İbn es-Serrâc (ö. 316/929) ile atıldığı ve yine Rummânî’nin çağdaşı olan es-Sîrâfî’nin gramer-mantık ilişkisi üzerine çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Bu çaba Rummânî’nin çağdaşı ve halefi olan nahivcilerce de sürdürülmüştür. Belki de bu noktada söz konusu çabayı en fazla gösterenin Rummânî olduğunu söylemek mümkündür. Fakat bu uyarlama çerçevesinde Rummânî’nin, elimizdeki eserleri itibariyle, nahivde baskın mantık verileri kullanımına gittiği de görülmemektedir (Kaya, 2007:65)

İkinci olarak Rummânî belâgatte özgün fikirler ortaya koymuş ve sonraki belâgat çalışmalarını etkilemiştir. Rummânî’nin, “lafzın en güzel biçimiyle manayı kalbe ulaştırmaktır” şeklindeki belâgat tarifi –en-Nüket’teki tanıma göre; zira onun başka bilginlerce aktarılan belâgat tanımları da vardır- daha önce Amr bin Ubeyd (ö. 144/761) ve Câhız’da (ö. 255/869) görülenin üzerine yeni bir şey getirmez. Belki de o belâgatın psikolojik etkisi üzerinde daha ısrarcı olmuştur (Kassâb, 1985:129). İşte bu nokta ya da diğer bir ifadeyle metaforik anlatımda psikolojik etkinin daha belirgin olarak ortaya çıkarılması belâgat alanında Rummânî’ye özgünlük kazandıran hususlardan biridir. Rummânî kendisinden önceki bilginlerin çabalarından faydalanmayı ve teşbîh ile istiâre arasında net bir ayrım yapmayı başardığı gibi aynı şekilde istiârenin mecâz ile ilişkisini ortaya çıkarmayı ve bununla birlikte istiâre ile mecâz-ı mürseli birbirinden ayırmayı da başarmıştı (Ebû Zeyd, 1996:102). Teşbihin kısımlarıyla ilgili olarak Rummâni bu kısımların mertebelerinin asıllarını ve genel sistemini belirleme konusunda büyük bir rol oynamıştır (Samûd, 1981:539). Öte yandan Rummânî birçok belâgat meselesine son ve mütekamil biçimini vermeyi başarmıştır. Örneğin îcâzı kendisinden sonra hiçbir beyâncının eklemede bulunamayacağı şekilde sunmuştur. Ayrıca telâümtadmîn ve tasrîf meselelerinde Arap belâgatına yeni eklemeler yapmıştır (Kassâb, 1985:145). Rummânî tarafından oluşturulan belâgat sınıfları dışında, tasrîf ve tadmîn, oldukça düzgün dilbilgisel bir sentez temeli üzerinde gelişmiştir fakat bunlar Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) eserlerinde bulunmaz (Tüske, 2003:291). Rummânî’nin belâgat alanında kendisinden önceki bilginlerden istifade ettiğine işaret etmiştik. O ayrıca kendisinden sonraki belâgatçılar ve edebiyat eleştirmenleri üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Yazılarının önemi, fikirlerinin, kendisinden sonra gelen kimselerin yazdığı eserlerde işgal ettiği yerde ortaya çıkar; popülaritesi ve şöhreti, stilistik öğelerin tanımlanması ve uygulanması tarihînde gözlemlenebilir. Düşünceleri ve görüşlerinin izlerine sonraki müelliflerin eserlerinde rastlanabilir. İbn Cinnî (ö. 392/1002), Ebû Hilâl el-Askerî (ö. 400/1009), Bâkıllânî (ö. 403/1013), İbn Reşîk (ö. 456/1064), İbn Sinân el-Hafâcî (ö. 466/1073), Abdulkahir el-Cürcânî (ö. 471/1078) vd. bunlar arasında sayılabilir. Bunların çoğu, ister onu kabul etsin isterse karşı çıksın, ondan uzun ya da kısa –zaman zaman isim zikretmeksizin- nakillerde bulunmuş, onun tariflerine ihtimam göstermiş bazıları da ona hücum edip ileri sürdüğü tanım ve taksimatlara itiraz etmiştir (Halefullâh-Sellâm, t.y. : 164; Tüske, 2003: 289; Kassâb, 1985: 151). Rummânî’nin dile getirdiği hususların yankısına örnek olarak İbn Cinnî ve el-Askerî gibi hicri dördüncü asrın sonlarında yaşamış iki isme göz atalım. İbn Cinnî örneğin mecâz meselesini Rummânî’nin bakışına benzer bir bakışla ele alır. Ona göre mecâz manevi olanın cisimleştirilmesi ve onun somut bir biçim içerisinde sunulması demektir. Bunun amacı manevi olanın vurgulanması ve zihinlerde güçlendirilmesidir. İbn Cinnî bu fikri Rummânî’de gördüklerimizden farklı terimlerle açıklamakta fakat temel fikir açısından onunla bir araya gelmektedir. Askerî’ye gelince o Rummânî’nin fikrini harfiyen almaktadır. Üstelik üzerinde durduğu ayetlerin büyük çoğunluğu bizzat Rummânî’nin üzerinde durduğu ayetlerdir. Fakat Askerî’de dikkat çeken husus onun, Rummânî’nin yaptığından daha fazla anlamın görsel/göze dayalı sunumu üzerinde ısrar etmesidir (Usfûr, 1992: 263-264).

Rummânî aynı zamanda bir kelamcı olarak nübüvvetin ispatlanması bağlamında i’câz (Kur’an’ın diğer söz ve metinlere üstünlüğü) konusuyla ilgilenmiştir. Kur’an’ın i’câz yönlerine ilişkin yedi husus zikretmesine rağmen büyük çoğunlukla bu yedi husustan biri olan belâgat üzerine yoğunlaşmıştır. Rummânî Kur’ân ile diğer söz ve metinler arasındaki farklılık ilkesini vurgulamış, bazı ayetlerdeki ifade ve anlatımla Arap kelâmındaki ifade ve anlatım arasında karşılaştırmalar yapmış ve Kur’an anlatımını öne çıkaran faktörlere işaret etmiştir. O birçok yerde Kur’an’ın mucizeliğinin mücerret olarak bu belâgat biçimlerinde saklı olduğunu –daha sonra Bâkıllânî’nin anlayacağı gibi- kastetmediğini; örneğin teşbihin bizzat mu’ciz olduğunu ya da nazmı gözetmeksizin ve harflerin harmonisine bakılmaksızın tecnîs ve mutâbakatın bizzat mu’ciz olduğunu demek istemediğini açıkça belirtir (Kassâb, 1985: 145). Ayrıca kendisinden önceki Mu’tezile geleneğinde i’câzı metin dışı özelliklerde (sarfe) gören bilginlerin aksine Câhız ile aynı çizgide yürüyüp i’câzı mutlak sarfe görüşünün dışında yorumlamıştır. Böylece dolaylı sarfe görüşünü benimseyerek Kur’an belâgatının keyfiyetine dair yaptığı analizlerle i’câzı Kur’an’ın metin içi özelliklerinde aramıştır.

Temel Soruları

Arapçanın gramer mantığı nasıl şekillendirilebilir ve aklî-mantıkî bir çizgiye oturtulabilir? 

Bir sözü edebî ve belîğ hale getiren unsurlar nasıl keşfedilebilir?

Kur'ân'ı diğer sözlerden ayıran ifade öğeleri nelerdir?


Öne Çıkan Eserleri

  • el-Hudûd fi’n-Nahv: nşr. Mustafa Cevâd - Yûsuf Ya‘kûb Meskûnî, Resâ’il fi’n-Nahv ve’l-Luga içinde, Bağdad 1969.
  • en-Nüket fî İ’câzi’l-Kur’ân: nşr. Muhammed Halefullah-Muhammed Zağlûl Sellâm, Selâsü Resâ’il fî İ’câzi’l-Kur’ân içinde, Kahire 1955.
  • el-Elfâzü’l-Müterâdifetü’l-Mütekāribetül-Ma’nâ, (thk: Fethullah Salih Ali Mısrî), Dâru’l-Vefâ, Mansûre, 1987.
  • Kıt’a min Şerhi Usûli’s-Serrâc, Süleymaniye Ktp., Hacı Selim Ağa, nr. 1077, vr. 296-326.
  • Kitâbu Me’âni’l-Hurûf (Kitâbü’l-Hurûf): nşr. Abdülfettâh İsmâil Şelebî, Kahire 1973.
  • Şerhu Kitâbi Sîbeveyhi: nşr. Mâzin el-Mübârek, “Misâl min Şerhi’r-Rummânî ‘alâ Kitâbi Sîbeveyhi”, MMİAD, sy. 38/4 [1383/1963], s. 639-650.
  • el-Câmi’ fî ‘İlmi’l-Kur’ân, Eserin tümü günümüzde henüz tespit edilmiş değildir. 150 varaklık 12. cüzü; Mescid-i Aksa Kütüphanesi, nr. 29’da ve mikrofilmi de Kahire Yazma Eserler Merkezi, nr. 16’da kayıtlıdır. Brockelmann bu eserin 7. cüzünün Paris Kütüphanesi, nr. 6523’de mevcut olduğunu belirtmektedir. Bu esere ait 10. cüzün ise, Taşkent Akademiya Kütüphanesi, nr. 3137’de olduğu söylenmektedir (Kaya, 2007: 80-82).
  • Kaya, Mustafa, er-Rummânî, Hayatı, Eserleri ve Arap Gramerindeki Yeri, AÜSBE, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2007.
  • Mâzin el-Mübârek, er-Rummânî en-Nahvî fî Dav’i Şerhihî li-Kitâbi Sîbeveyh, Dimeşk 1995.
  • Hamdân el-Levh, Abdüsselâm, Hıvâr Maa’r-Rummânî fî Vucûhi’l-İ’câz el-Kur’ânî, Mecelletü’l-Câmiati’l-İslâmiyye, Gazze, 2008, c. 16, sy: 2, s. 90-123.
  • Kassâb, Velîd, Et-Türâsü’n-Nakdî ve’l-Belâgî li’l-Mu’tezile, Dâru’s-Sekâfe, Doha, 1985.
  • Samûd, Hammâdî, et-Tefkîru’l-Belâğî İnde’l-ArabÜsüsühû ve Tatavvuruhû ile’l-Karn es-Sâdis, Menşûrâtü’l-Câmiati’t-Tûnusiyye, Tunus, 1981.
  • Ebû Zeyd, Nasr Hâmid, el-İtticâhu’l-Aklî fi’t-Tefsîr: Kadıyyetü’l-Mecâz inde’l-Mu’tezile, el-Merkezü’s-Sekâfî el-Arabî, Beyrut, 1996.
  • Çıkar, Mehmet Şirin, “Arap Dilbilim Çalışmalarında “Had/Tanım” Terimi ve er-Rummânî’nin “El-Hudud” Adlı Eseri”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c. 5, sy. 2 (2005), s. 53-69.
  • Tüske, László, “Belâgat’ta er-Rummânî”, çev. İsmail Demir, Mustafa Kaya, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 19 (2003), s. 279-298.
  • Sedat Şensoy, “Rummânî”, DİA, c. 35 (2008), s. 242-244.
  • Celalettin Divlekci, “Ali b. İsa er-Rummânî’nin (ö. 384/994) İ’câz Anlayışı”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [Darulfunun İlahiyat], sy. 35 (2016), s. 7-54.
  • Mustafa Kaya, “er-Rummani: Hayatı, Eserleri ve Arap Gramerindeki Yeri”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2007.
  • İsmail Demir, es-Sirafi ve er-Rummani el-Kitab Şerhleri, Serhat Bilişim, Erzurum 2015.
  • İrfan Kuşçu, “Rummânî’nin Belâgatle İlgili Kayıp Eseri ve Tasrif Hakkındaki Görüşleri”, Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 1 (2015), s. 97-109.
  • Velîd b. Ahmed el-Hüseyn ez-Zübeyrî, el-Mevsûatü’l-Müyessera fî Terâcümi Eimmeti’t-Tefsîr ve’l-İkrâ ve’n-Nahv ve’l-Luga, Mecelletü’l-Hikme, 2003.
  • Mustafa Kaya, “er-Rummânî ve “Şerhu’l-Usûl” Adlı Eseri”, Nüsha: Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, c. 8, sy. 26 (2008), s. 91-125.

Atıf Bilgisi

Rummânî. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/rummani/216