Azmizâde Hâletî

(ö. 1041/1631)
Divan şiirinin 17. yüzyıldaki temsilcilerinden, rubaileriyle şöhret kazanmış şair
- A +

Hayatı

Dîvân şiirinin XVII. yüzyıldaki temsilcilerinden Azmizâde Hâletî, İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Asıl adı Mustafa’dır. Hâletî hakkında en güvenilir ve detaylı bilgileri öğrencisi Nevîzâde Atâî vermektedir. Ulemâ ve şuarâ zümresine mensup bir aileden gelen Hâletî, döneminde “Azmî” mahlasıyla şiirler yazan müderris ve şehzade hocası Pîr Mehmed Azmî Efendi’nin oğludur. Azmî Efendi, devrin ileri gelen alimlerinden Kınalızâde Ali Çelebi’den mülazım olmuştur. Ruscuk, Edirne ve İstanbul’da müderrislik yapmış, Şehzade Mehmed’in hocalığına tayin edildikten iki yıl sonra vebaya yakalanarak vefat etmiştir. Hâletî’nin dedesi Pîr Ahmed Çelebi de XVI. yüzyıl tezkirecileri tarafından güzel ahlaklı, cömert ve sevilen bir zat olarak tanıtılmıştır. Erken yaşta babasını kaybeden Hâletî, şair ve alim bir zat olan “Nâmî” mahlaslı amcası Nişancı Mehmed Nâmî Paşa’nın kızı ile evlendirilmiş ve Hâletî’nin bu evlilikten bir kızı, bir oğlu olmuştur. Dîvânında bulunan mersiye, tarih kıtası ve bir gazelden, oğlunun genç yaşta vefat ettiği anlaşılmaktadır. Kaynaklarda geçen muhtelif bilgilere göre ismi Abdülkadir veya Ahmed Abdülkadir olan oğlu, Hâletî’nin Şam kadılığı sırasında hicrî 1020 veya 1021 senesinde vefat etmiştir. Erken yaşta gelen bu ölüme dönemin birçok üdebâsı tarihler düşmüş, Hâletî de oğlunun ölümünden duyduğu üzüntüyü şiirlerinde ifade etmiştir.

Hâletî’nin yetişmesinde ilmiye sınıfına mensup bir aileden gelmesinin ve özellikle babasının rolü büyüktür. Babasının yolunu takip ederek erken yaşta medrese eğitimi almaya başlayan Hâletî, birçok hocadan eğitim görmüş, III. Murad ve III. Mehmed’e hocalık eden, dönemin iç ve dış siyasetinde oldukça etkili bir müderris ve tarihçi olan Hoca Sâdeddin Efendi’den müderrislik payesi alarak 21 yaşında müderris olmuştur. Yaklaşık 14 yıl müderrislik yapan Hâletî bu süreçte Sahn ve Süleymaniye gibi yüksek mevkideki medreselerde görev almış, yeteneği sayesinde çok kısa zamanda görevinde ilerlemiştir. Hayatının bundan sonraki sürecinde talihsizlikler peşini bırakmamış, ölümüne kadar çileli bir hayat geçirmiştir.

1602 yılında Kara Çelebizâde Mehmed Efendi yerine ilk olarak Şam kadılığına atanmıştır. Bu atanma sırasında Şam’da bulunan Bağdatlı Rûhî, Hâletî’nin tayini üzerine tarihler düşüp adaletinden ve meziyetlerinden bahsetmiştir. Daha sonra Kahire kadılığına getirilen Hâletî, Hacı İbrahim Paşa’nın asker isyanında şehit edilmesi sonucu kaymakamlığa getirilmiş fakat karışıklığı gideremediğinden dolayı Kahire kadılığından azli gerçekleşmiştir. İki yıl açıkta kaldıktan sonra Bursa kadılığına tayin edilmiş, yine talihsizliklerden dolayı buradaki görevini de bırakmak zorunda kalmıştır. İki yıl daha ara verdikten sonra 1609’da Ahyolu kazası kendisine arpalık olarak verilmiş, 1611’de ise Edirne kadılığına tayini gerçekleşse de henüz dört ay geçmesine rağmen buradan da azledilip ikinci kez Şam kadılığında göreve başlamıştır. Şam kadılığından da ayrılmak zorunda kalan şair 1614’te İstanbul kadılığına, buradan azledilerek Sultan II. Osman’ın tahta geçmesi üzerine sunduğu bir arz-ı hal mesnevisiyle 1618’de Mısır kadılığına, buradan da azledilerek 1619’da mahalle kadılığına getirilmiştir. Buradaki görevinden de ayrılmak durumunda kalan şair İstanbul’a dönmek zorunda kalmış, 1621’de Uzunca-Ova kadılığına tayin edilmiştir. 1623’te Sultan IV. Murad’ın cülûsunda Anadolu kazaskerliğine getirilmiş fakat bir yılı doldurmadan bu görevinden de alınarak Rusçuk’ta süren üç yıllık emekliliğinin ardından Rumeli kazaskerliğine getirilmiştir. Bu görevi de uzun sürmeyen Hâletî 1629’da Silistre arpalığı ile emekli olmuş, buna ilaveten 1631 yılında kendisine Süleymaniye Dârülhadisliği verilmiştir. Son görevinden bir iki ay sonra sıkıntıyla geçen hayatı 1631’de, 61 yaşında sona ermiştir. Hâletî, Sofular’daki evinin karşısında, tamir ettirdiği mektebin bulunduğu yere defnedilmiştir. Mezar taşına Hüseyin Kürdî’nin “Rûh-ı pâkine dem-be-dem rahmet” mısraı yazılmıştır.

Öğretisi

Hâletî, kaynaklarda nazik, cömert, kültürlü, ilme son derece düşkün, bilgili bir zat olarak tanıtılmıştır. Buna karşı, tayin edildiği görevlerde hak ettiği ilgi ve himayeyi görememesi onun psikolojisini olumsuz yönde etkilemiştir. Yaşadığı talihsizliklerin ve art arda gelen azledilmelerin etkisi şiirlerine yansımış, hünerli biri olmasına rağmen haksızlığa uğrayıp gereken ilgiyi göremediğinden dolayı şikayet etmiştir. Öğrencisi ve yakın dostu olan Atâî’nin belirttiğine göre Hâletî, başından geçen onca talihsiz olaya rağmen ilme olan merakını hiçbir zaman kaybetmemiş, devrinin dürüst, adil ve olgun kişileri arasında yer almıştır. Kâtip Çelebi de tezkiresinde, Kınalızâde Ali Efendi ile Hâletî kadar çok okuyan ve araştıran bir alimin olmadığını belirtmiştir. Nitekim vefatından sonra kütüphanesinde açıklama ve notlarla dolu üç-dört bin kitap ve yüzden fazla özel mecmua bulunmuştur.

Nedîm’in “Hâletî evc-i rubâ’îde uçar ankâ gibi” mısraında da belirttiği gibi Hâletî yazdığı rubaileriyle ün kazanmıştır. Yaklaşık bin adet rubaisi vardır. Türk şairler tarafından “Hayyam-ı Rum” olarak adlandırılan Hâletî’ye bu lakap, Hayyam’ı taklit ettiği için değil Hayyam gibi rubaileriyle şöhret kazandığı için verilmiştir. Dîvân edebiyatının en çok sevilen nazım biçimi olarak gazel, diğer biçimlere göre daha çok tercih edilmekte, rubai ise gazele nispetle dîvânlarda çok az yer almaktadır. Bu bağlamda XVII. yüzyılda Hâletî’nin hayli başarılı bir şekilde ve çok sayıda rubai söylemesi, bu söyleyişte başarı göstererek öne çıkan bir şairin yetişmesi, asrın edebî hadiseleri arasında yer almıştır.

Hâletî’nin dil ve üslubu münşeat, mersiye ve kasidelerinde ağır olsa da müseddes ve gazellerinde oldukça sade ve akıcıdır. Dilinin sadeliği, deyim ve atasözlerine sıkça yer vermesi şiirlerini kolay anlaşılır kılmakta, gündelik söyleyişe yaklaştırmaktadır. Bu bağlamda, şiirlerinde bir nevi mahallileşme akımının tesirinden bahsetmek mümkündür. Oğlunun ölümünden duyduğu üzüntü, sıtmaya yakalanması, gurbette hasret çekmesi ve dişlerinden dolayı çektiği rahatsızlık da şiirlerinde ifade ettiği günlük hayata dair olumsuzluklardır.

Hâletî, birincisini II. Osman’a ikincisini IV. Murad’a sunduğu arzuhallerinde de sade ve samimi bir dil kullanarak duygularını ifade etmektedir. II. Osman’a sunduğu arzuhalde, yapılan haksızlıklardan, yeterince itibar görememekten, kıymetinin bilinmemesinden şikayet ederek içinde bulunduğu devrin kendisini bunalttığını ve pek çok sıkıntılar çektiğini belirtmektedir. Sistemin bozukluğu, ilim erbabına artık itibar edilmemesi Hâletî’ye ah ettirmiş, bu bozuk yapıyı köhne bir çadıra benzetmiştir:

Acebdür eger Hâletî ah-ı dilden

Yakında yıkılmazsa bu köhne çadır (Kaya, s. 161)

İyi bir medrese eğitimi almış müderris, kadı ve kazasker olmuş Hâletî, şiirlerinde tasavvufi anlayışın da etkisiyle dünyanın geçiciliğini konu edinmiştir. Tasavvufi tınının yoğun olduğu müseddeslerinde Hallac-ı Mansur’un yolundan gittiğini, dünyadan bir beklentisinin kalmadığını şu şekilde ifade etmektedir:

Dem-â-dem cuşdan hali degül bir bahr-i mevvâcam

Mahabbet arsasında pey-rev-i Mansûr-ı Hallâc’am

Ne dünyadan muradum var ne hod bir ferde muhtacam

Mezellet hakidür tahtum külah-ı fakrdur tacum

Şeh-i ışkam sipihr ü aftabı taht u tac itmem

Bir abdalam ki ölsem dehre arz-ı ihtiyaç itmem (Kaya, s. 95)

Hâletî’yi Riyâzî, “melek sözlü ve kalemi inciler saçan” bir şair olarak tavsif etmiş, onun için “Monla-yı nâ-murâd” tabirini kullanan Na’îmâ da “şi’r ü inşa ve tahrire mülazım, üstad-ı şuara-yı Rûm idi” şeklinde tanımlamıştır. Kâtip Çelebi de onun dîvânının Anadolu sahası içinde yazılan dîvânlar arasında en güzeli olduğunu, dîvânındaki kaside, gazel ve rubailerden birçok beyitin Zübdetü’l-Eşar’a alındığını belirtmektedir. Sonraki araştırmacılar arasında ise devrin ileri gelen şairleri Nef’i, Şeyhülislam Yahya, Nâilî ve Nâbî’nin yanında Hâletî’nin şiirlerinin üstünlük sağlayacak bir seviyede olmadığı, sönük kaldığı görüşü yaygındır. Muallim Naci de en mahir şairlerin yanında Hâletî’yi ikinci sınıf bir şair olarak tanımlamaktadır.

Hâletî’nin Dîvân’ı ve ayrı eserlerinin yanında Mihr ü Müşterî hâşiyesi, Dürer ve Gurer hâşiyeleri, Menâr Şerhi hâşiyesi, Muğni’l-Lebib Şerhi, Hidâye ve Miftâh şerhlerine Talikat’ı ve tefsire dair Kelimat’ı vardır.

Öne Çıkan Eserleri

  • Dîvân. 
  • Rubâiyyât-ı Hâletî. 
  • Sâkînâme. 
  • Mihr ü Mah. 
  • Münşeat. 
  • Bayram Ali Kaya, Azmizâde Hâletî Dîvânı: Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının Tenkidli Metni, Harvard University Press, Harvard 2003.
  • Ahmet Atilla Şentürk, Ahmet Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2015.
  • Muallim Naci, Osmanlı Şairleri, haz. Cemal Kurnaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992.
  • Haluk İpekten, “Azmizâde Mustafa Hâletî”, DİA, c. 4 (1991), s. 348-349.

Atıf Bilgisi

Azmizâde Hâletî. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/azmizade-haleti/498