- A +

Üsküdar Toptaşı Semti’nde, kendi adını taşıyan mahallede bulunan Vâlide-i Atik Camii ve Külliyesi, Osmanlı padişahlarından III. Murad’ın annesi Nurbânû Vâlide Sultan tarafından, 1570-1586 yılları arasında yaptırılmıştır. Bu yapılar topluluğunun inşaatını birden fazla mimar üstlenmiş olup 1570 ile 1578-79 yılları arasında inşa olunan cami kısmı, sarayın mimarbaşı Mimar Sinan tarafından gerçekleştirilmiştir. Külliyenin diğer birimlerinin mimarları hakkındaki bilgi ise ihtilaflıdır. Cami, medrese, derviş tekkesi, sıbyan mektebi, dârulhadis, dârulkurrâ, dâruşşifâ, imaret (mutfak, yemekhane, tabhâne/misafir hücreleri, ambar, odunluk ve bir han) ve hamamdan oluşan bu yapılar topluluğu, gerek dönemin, yaşanılan günlük hayatının hangi minvallerde gerçekleştiği ve şehir ile nasıl bir organik bağ kurduğu, gerekse dönemin padişah eşleri ve annelerinin, siyasi ve iktisadi dinamikler üzerinde ne derece etkili oldukları hakkında önemli ipuçları vermektedir. Ayrıca bu yapılar topluluğu, mimarlığa ve çok sayıda çalışma alanına, yapılar, şahıslar ve fikirler üzerine yapılan tartışmalarda ve üretimlerde önemli bir kaynak sağlamaktadır.

Nurbânû Vâlide Sultan (ö. 1583), XVI. yüzyıl İstanbul’unda Haseki Hürrem Sultan ve Mihrimah Sultan’dan sonra büyük vakıflar tesis etmiş üçüncü kadın bâni olarak karşımıza çıkmaktadır. Haseki Külliyesi (1538-40) gibi, inşa edildiği yerin çevresinin imar edilmesinde kurucu bir rolü olan Vâlide-i Atik Külliyesi’nde, sadece temeller için 110.000 dukalık harcama yapılmıştır. Bir Osmanlı coğrafya ve tarihçisi olan Âşık Mehmed, Menâzirû’l-Avâlim adlı eserinde, cami ve külliyenin üzerine inşa edildiği bölge için evvelden boş arazilerin bulunduğunu, inşa edilen yapılardan sonra insanların bu yapıların çevresine yerleştiğini ve böylece Üsküdar’daki meskûn alanın en az üçte bir oranında arttığını belirtir.

Kademeli olarak inşa edilen külliyede imarethane, giriş cephesi duvarında bulunan çeşmenin kitabesine göre 1578-79 yıllarında hemen hemen cami ile aynı vakitte bitirilmiştir. Dâruşşifâ, medrese ve tekkenin daha sonra inşa edildiği düşünülmektedir. 1574 yılında ise külliyenin yanına, gelirleri külliyenin giderlerine ayrılan bir hamam inşa edilmiştir. Nurbânû Vâlide Sultan’ın vefatından sonra oğlu III. Murad tarafından inşaatına devam edilen külliyede gelir getirici pek çok yapı eklenmekle birlikte, 1584-85 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırılmış, külliyenin vakfına gelir getirici, biri Çemberlitaş’ta diğeri Üsküdar sahilde iki hamam daha mevcuttur.

XVI. yüzyılda saray kadınlarının inşa ettirdikleri, İstanbul’un kentsel gelişimindeki kurma, toparlama ve yeniden tanımlama faaliyetlerine yol açan eserlerden biri olan Vâlide Sultan Külliyesi, Gülru Necipoğlu’nun yorumuyla, Nurbânû Sultan’ın haseki sultanlıktan vâlide sultanlığa terfi öyküsüdür ve on beş yıllık inşaatın kademeli olarak büyümesi bununla alakalıdır. Şöyle ki Nurbânû Sultan’ın 1571-74 yılları arasında, II. Selim’in meşru eşi olarak edindiği “Haseki Sultan” statüsünün gücü ile caminin inşaatını başlatması, 1574-78 yılları arasında “Vâlide Sultan” unvanıyla statüsünün yükselmesi ve akabinde camiye ikinci bir şerefeli minare eklenmesiyle birlikte revakların genişletilmesi, son olarak da Vâlide Sultanlığının zirvesindeyken ve vefatından sonra caminin bir külliye haline getirilmesi üç aşamalı bir süreci oluşturmuş, Nurbânû Sultan’ın statüsü ve gücü, caminin büyümesi ile paralellik göstermiştir.

Vâlide-i Atik Cami ve Külliyesi’nin pek çok bölümü yapılan restorasyonlar sayesinde halen kullanımda olup, zaman içerisinde bazı kısımları işlev değiştirmiş, han ve tabhâne gibi bazı imaret birimleri ise henüz restorasyondan geçmektedir.

Külliyenin merkezini oluşturan caminin kuzeyinde kalan iç avlusunda, şadırvan ve avluyu üç taraftan saran revaklar mevcut olup, avlunun bitişiğinde de ikinci bir iç avluyu oluşturan büyük bir medrese bulunmaktadır. Caminin güneydeki girişinde bir dış avlu bulunmakla birlikte, burada zamanla bir hazîre teşekkül etmiştir. Caminin bulunduğu tepenin batısında, aşağıya doğru eğimli olan kısımında dârulhadis, dârulkurrâ, dâruşşifâ ve imaret birimleri mevcuttur. Bu binaların kuzey batısında caddeye bitişik bir hamam, güneyinde bir sıbyan mektebi, doğu tarafında ise bir tekke, müstakil yapılar olarak külliyenin sınırlarını tanımlamaktadır. Cami, medrese, tekke, imaret ve dâruşşifânın duvarlarında kesme küfeki taşı kullanılmış, sıbyan mektebi, dârulkurrâ ve hamamda ise bir sıra taş bir sıra tuğla örgü tercih edilmiştir. Taşıyıcı olarak kullanılan pâyeler de kesme küfeki taşı ile örülmüş olup, sütunlar ve sütun başlıkları ise beyaz mermerden yapılmıştır. Külliyedeki yapıları örten kubbe ve tonozlarda tuğla kullanılmış, üzerleri ise kurşun levha ile kaplanmıştır. Caminin güneybatısındaki hünkâr mahfili ise sonradan genişletilerek ahşap malzeme yapılmıştır.

Dört bir tarafı dış duvarlar ile çevrelenen caminin avlusuna her biri ayrı yönde bulunan dört kapıdan girilmektedir. Güney kapısı hazirenin bulunduğu dış avluya açılırken, doğu ve batı kapıları doğrudan şadırvanın bulunduğu iç avluya açılmakta, kuzey kapısı ise medrese ve cami arasındaki geçişi sağlamaktadır. Avlu duvarlarının dış yüzeylerinde, biri caminin doğu kapısının yanında, diğer üçü ise batı kapısının yanında bulunan toplamda dört adet sivri kemerli çeşme yer almaktadır. Medresenin avlusuna açılan kuzey kapısında, tekkeye açılan doğu kapısında ve imarete açılan batı kapısında bevvapların (kapıyı beklenen görevliler) ikametine tahsis edilmiş kaburgalı çapraz tonozlardan oturtulan, kare planlı, üstü kubbe ile örtülen hücreler bulunmaktadır. Avluyu çevreleyen açık revaklar, bu hücrelerle aynı ebatlarda olup, kubbelerle örtülü ve dikdörtgen açıklıklı, yapıyı hafifletmek amacıyla üstünde sivri kemerler bulunan pencerelerin olduğu 38 bölümden oluşmaktadır. Yaşlı ağaçlar ve otlar ile kaplı iç avlunun ortasında çokgen dikmelerle taşınan, ahşap malzemeden yapılmış üstü kurşun levha ile kaplı bir kubbeyle örtülü şadırvan bulunmaktadır. Caminin tuvaleti ise kuzey revaklarının doğu köşesinde kalmaktadır.

Caminin çift revağa sahip son cemaat yeri, köşelerde ve ortada yer alan 4 pâye ile 16 sütuna oturtulan, beyaz mermer ve somakiden örülmüş sivri kemerlerden müteşekkil olup, üstünü örten kurşun kaplı ahşap çatının mihrap ekseninde, bir aynalı tonoz ve bu tonozun her iki yanında ikişer kubbe bulunmaktadır. Son cemaat yerinin ikinci revakları ve ahşap çatısında bulunan kubbeler sonraki dönemlerde yürütülen genişletme faaliyetlerinde eklenmiştir. Caminin harim kısmına açılan taç kapısı, tamamen beyaz mermerden yapılmış olup, silmeli dış çerçevesi, basık kemerli açıklığı, mukarnası, sütunçeleri ve yanlarında bulunan sekizgen planlı, mukarnaslı hücreleriyle hoş bir görüntüye sahiptir. Kapının kemerinin üstünde ahşap bir levhaya ta’lik hat ile yazılmış, bânisi ve inşa tarihi hakkında bilgi veren manzum bir kitabe bulunmaktadır. Taç kapının her iki yanında simetrik pencereler, küçük birer mihrap ve minare girişleri yer almaktadır.

Caminin harim bölgesinin merkezini oluşturan 13 metre çapındaki kubbe, kuzey ve güneydeki dört duvar pâyesine ve doğu ile batıda bulunan birer adet kahverengi somaki sütuna oturtulan altı adet sivri kemer ile taşınmaktadır. Caminin ilk inşaatına ait olan merkezi kubbe biri güneyde, ikisi doğuda, ikisi de batıda olmak üzere toplam beş adet yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kıble yönündeki iki pâye arasında kalan yarım kubbe, kıble tarafına doğru geniş tutularak bir derinlik oluşturulmuş ve mihrabı barındıran bir çıkıntı haline getirilmiştir. Harimin doğu ve batı tarafındaki sütunların arkasında yer alan pâyeler, caminin ilk inşasında duvar pâyesi olarak kullanılmışlar, caminin genişletilmesinin akabinde orta pâye durumuna gelmişlerdir. Bu pâyeler, güneydeki ve kuzeydeki cami duvarlarıyla birlikte, caminin şu anki doğu ve batı duvarlarındaki pâyelere birer sivri kemer ile bağlanmış ve her iki yönde kemer açıklıklarının çapına sahip ikişer kubbe eklenmiştir.

Bursa kemerciklerinden müteşekkil mahfiller, kıble duvarı haricinde harimi üç bir yandan çevrelemektedir. Taçkapı hizasında iki mahfil bulunmakla beraber bunların kotu, kuzey duvarının yanlarında bulunan diğer mahfillere göre daha yüksek tutulmuştur. Taçkapı hizasındaki bu iki mahfilden altta olanı kapının kitlesiyle, üstteki ise bu kitleye basan sivri kemerli bir revakla taşınmaktadır. Caminin beden duvarlarında, yarım kubbelerde ve merkezi kubbe kasnağında toplam 114 pencere bulunmakta olup, bunların 41’i kubbelerde, 73’ü ise duvarlarda yer almaktadır. Kaideleri kare planlı olan caminin iki minaresi, üçgen yüzeylerden oluşan kürsülere, çokgen gövdelere ve peteklere sahip olup, 1765 yılındaki depremde büyük hasar görmüşler, ardından dönemin barok üslubu anlayışı ile yeniden inşa edilmişlerdir. Caminin güneybatısında, dış avlu ve şadırvan avlusu yönünde konumlanan hünkâr dairesi, direkler üzerine oturtulan ahşap ile inşa olunmuş bir yapıdır. Zemin katta Osmanlı baroğuna has bir kemerle donatılmış olan giriş, küçük bir taşlık ve üst kata çıkan ahşap bir merdiven yer almaktadır. Ayrıca bu dairenin üst katı, caminin güneybatı köşesindeki kubbenin altında bulunan hünkâr mahfili ile bağlantılı olup, padişah ve maiyetinin dinlenmelerine mahsus mekânlara sahiptir. Eski bir İstanbul konağı görünümüne sahip olan hünkâr dairesi, bağdadi sıvalı duvarları, dikdörtgen açıklıklı ve panjurlu pencereleri, hafif iç bükey saçakları ve her iki yönde mevcut bulunan çıkmaları ile yapıdan özerk bir görüntü sergilemektedir. Hünkâr mahfilinin harime bakan kısmı kavisli bir çıkma yapmış, barok üslubuna sahip oymalı ve yaldızlı kafesler ile perdelenmiştir.

Nispetlerin ahengi ile anlam kazanan diğer Sinan camilerinde olduğu gibi bu camide de cephelerde süsleme yok denecek kadar azdır. Buna karşın, caminin içi gerek çiçek motifli İznik çinileriyle gerekse rumi, palmet ve şakayık gibi klasik süsleme unsurlarını ihtiva eden kalem işleriyle ve kırmızı ağırlıklı renk kompozisyonlarıyla çok zengin bir tezyinata sahiptir. Özellikle güney duvarının iç, kuzey duvarının dış yüzeyinde, pencerelerle hizalı olan, lacivert zemin üzerine celi-sülüs ile beyaz renkte yazılmış Ayetû’l-Kürsilerin bulunduğu yazı kuşağı ve panolar dikkat çekmektedir. Caminin tezyin edilmiş kısımları haricinde, sedef ve fildişi kakmalarla zenginleştirilmiş geometrik motifleri ile beyaz mermerden imal edilmiş mihrap ve şebekeli bölümleri yarı şeffaf satıhlar oluşturacak kadar ince bir işçilik gösteren minber ayrı bir değer taşımaktadır.

Caminin kuzeyinde kalan medrese bölümü 1960’lı yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmış, ancak bir hizmete tahsis edilmediği için yoksul ailelerin barınma mekânına dönüşmüştür. Sonraları İlim Yayma Cemiyeti’ne tahsis edilen yapıda halen faaliyetler devam etmektedir.  Yamuk bir plana sahip medrese yapısı güneyde caminin iç avlusunun duvarı ile üç tarafını saran revakları ve hücreleri ile tanımlanmaktadır. Camiye göre daha alt kotta bulunan ve cami avlusunun kuzeydeki kapısından bir merdiven ile inilerek girilen medresenin avlusunun ana girişi, batısında yer almaktadır. Medresenin kuzey duvarları ise istinat duvarı kabilinden olup, dış yüzeyinden payandalarla güçlendirilmiştir. Medresenin avlusunun ortasında sütunları ve üst yapısı ortadan kalkmış bir şadırvanın sekizgen haznesi mevcuttur. Revaklarda ise 3 tane aynalı tonozlu, 16 tane de kare plana sahip kubbeli, toplam 19 hücre bulunmakta, 4’ü batıda, 2’si doğuda,12 ‘si ise kuzey revaklarında yer almaktadır. Medresenin güney batı kısmında girişin hemen yanında yer alan, duvarları bağdadi sıvalı, ahşap saçaklı, caddeye taşan bir çıkmaya sahip, dershane olarak kullanıldığı düşünülen köşk görünümünde bir yapı mevcuttur. Revaklardaki hücreler ise, avluya bakan birer adet pencereye ve kapıya, dışarıya bakan ikişer tepe penceresine, ayrıca ocak ve dolap nişlerine sahip olup, burada okuyan talebelere, müderrislere ve hizmetlilere tahsis edilmiştir. Yine bu kuzeydeki revağın ortasında hücrelerin dört katı büyüklüğünde kubbesi sekizgen bir kasnağa oturtulmuş, kare planlı bir dershane mevcut olup sokağa taşmış ve dışarıdan iki paye ile medrese duvarına basan üç sivri kemerin taşıdığı basık bir tekne tonozun üzerine oturtulmuştur. Bu tonozun altına da ufak bir çeşme eklenmiştir. Medresenin helaları ise avlunun kuzey doğusunda konumlanıp, cami ile ortak kullanılmaktadır.

Cami ve medresenin doğusunda konumlanan tekke pek çok farklı adla anılmakla beraber, Karabaş-ı Veli Efendi Dergâhı ismi yaygın olarak kullanılmakta olup tekke, tarikatların ilgasına kadar işlevini sürdürmüştür. Külliyenin mimari programı içerisinde yer alan tekkenin, bazı yabancı araştırmacılar tarafından şifahane ve akıl hastanesi olarak kullanıldığı iddia edilmektedir. 1970 yılında restore edilerek öğrenci yurdu haline getirilen tekkede, sırasıyla Halvetiyye-Karabaşiyye, Halvetiyye-Nuriyye, Halvetiyye-Şabaniyye kolları yer almıştır. Medreseye nazaran zaruri sebeplerden ötürü konulan pencereler dışında sağır dış duvarlar ile çevrilmiş tekkenin, yamuk planlı ve etrafı revaklarla çevrili farklı açılara sahip bir avlusu bulunmaktadır. Tekkenin girişi tek olup, güneybatı köşesinde konumlanıp, tepesinde mukarnaslı bir payesi olan ve kitabesi bulunan bir birimdir. Avluyu çevreleyen revaklar, ahşap çatılı olup, sütunlara oturtulan kırık kaş kemerlerle taşınmakta ve dört yönde dizilmiş 35 kare planlı ve kubbeli hücreden oluşmuştur. Bu birimlerden güneybatı köşesinde yer alan iki tanesi, giriş bölümü teşkil edecek şekilde düzenlenmiş, diğer bölümler ise şeyh ve müritlerine ayrılmıştır. Avlunun ortasında zamanında bir şadırvan bulunup, günümüze sadece sekizgen kaidesi ulaşabilmiştir. Doğu kanadındaki hücrelerin ortasında kare planlı ve kubbeli bir tevhidhane bulunmaktadır. Bu tevhidhanenin kubbesi içeriden mukarnaslı konsollarla takviye edilmiş sivri tromplara ve dışarıdan onikigen kasnağa oturmaktadır. Yapının dışına doğru taşan tevhidhane, basık kemerli bir girişe sahip olup, 6’sı alt katta, 8’i üst katta toplam 14 pencereye ve iki mukarnaslı nişe sahiptir. Köşedekiler haricinde revaklarda yer alan tüm hücrelerin, avluya bakan birer kapısı ve dikdörtgen penceresi ile birer dairevi tepe penceresi bulunmaktadır. Köşe hücrelerde ise ışık ve hava ihtiyacı için dışarıya açılan pencereler yerleştirilmiştir. Hücrelerde pek çok dolap nişi bulunmakla beraber, tevhidhaneye komşu olan ve bağlantısı bulunan iki hücrede ocak mevcuttur. Bu iki komşu hücre diğerlerinden daha büyük olup, güney tarafta kalan dikdörtgen planlı hücrenin şeyh odası, kuzeydekinin ise kahve ocağı veya meydan odası olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir.

Yekpare bir yapı adası oluşturan dârulhadis, dârulkurrâ, dâruşşifâ ve imaret, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru bir takım işlev değişiklikleri geçirmiş, dâruşşifâ ile imaret bir dönem, askeri ıslahatların akabinde kışlaya çevrilmiş, 1865-1927 yıllarında akıl hastanesi olarak kullanılmış, 1935-1976 yılları Tekel’e tahsis edilmiş, 1977 yılından itibaren ise İmam Hatip’e çevrilmiştir. Dârulhâdis ve dârulkurrâ ise cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren cezaevi olarak kullanılmıştır. Bu süreçte oldukça zarar gören yapılar, 2010 yılından sonra restore edilmeye başlanmış, tamamlanan kısımları Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’ne devredilmiştir. Dârulhadis, kuzey-güney doğrultusunda uzanan kurşun kaplı kubbelere ve batıya açılan pencerelere sahip, doğu yönünde sakıflı bir revağı bulunan, bir dizi hücreler topluluğundan ibarettir. Bu dizinin güneyinde dârulhadis hücrelerinden daha büyük olan, kare planlı ve kubbeli bir mekân olan dârulkurrâ bulunmaktadır. Daha batıda kalan imaretin birimleri, yapı içinde dört bir tarafa dağılmış olup, caddeye bakan cümle kapısı, II. Mahmud döneminde ampirik bir sayvanla donatılmış ve kemerlerin üstüne padişahın tuğrası yerleştirilmiştir. Bu girişin sağında, sülüs ile yazılmış bir manzum kitabesi olan, kırık kaş kemerli bir çeşme yer almaktadır. Cümle kapısından girildiğinde, ortasında bir kubbeyle, doğu-batı istikametinde birer beşik tonozun bulunduğu taşlıkla ve bu taşlığın kuzey-güney istikametince uzanan dikdörtgen planlı iki birim ile karşılaşılır. Bu iki birim bir iç avluya ve iç avlu etrafında yer alan iki katlı mekânlara sahip olup, bu kısmın kervansaray olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Giriş taşlığının doğu yönündeki tabhâne ile aşhânenin ortasında kalan ortak avlu, küçük kubbelerle örtülü 29 birimden oluşan bir revakla kuşatılmıştır. Bu avlunun dârulhadise yakın taraflarında beşik tonozlu iki hücre bulunmaktadır. Aynı türde bir mekân da batı tarafında bulunmakla birlikte, kuzey ve güney yönlerindeki tabhâne ve aşhânenin iç avlularıyla diğer birimlere açılan kapı ve pencereler bulunmaktadır. Aynı ebatlarda olan aşhâne ve tabhâne, ortak avluya göre simetrik olarak konumlanmış olup, her ikisi de beşik tonozlu revaklarla çevrili “T” şeklinde birer avluya sahiptir. Bu revakların gerisinde dârulhadisin dibinde yer alan 4’ü beşik tonozlu, 9’u kubbeli toplam 13’er hücre sıralanmaktadır. Aşhânenin batısında havalandırma fenerleri ile donatılmış 6 hücreli mutfak bulunmaktadır. Mutfağın doğusunda ise yemekhane, kiler ve ambar yer almaktadır. Tabhâne ile bağlantılı bir halde olan dâruşşifâ, bugün iki katlı ve ahşap çatılı bir yapı ise de, zamanında tek katlı, kâgir ve müstakil bir bina olduğu bilinmektedir. Kuzey taraftaki girişini, kubbe ile örtülü bir hücre takip etmekte ve buradan ikiye ayrılmış dikdörtgen planlı bir avluya geçilmektedir. Avluyu kuşatan revağın güneybatı köşesindeki arka kısmında kalan kubbeli hücre mescit olarak kullanılmıştır. Dâruşşifânın güney kanadında yapının kendisine has bir hamam, avlunun çevresinde ise dikdörtgen planlı ve beşik tonozlu 2 hücre, ayrıca kare planlı ve kubbeli 12 hücre bulunmaktadır.

Caminin kuzey tarafında yer alan sıbyan mektebi, XVIII. yüzyılda kütüphaneye çevrilerek uzun müddet kullanılmaya devam etmişse de bugün kullanılamaz bir haldedir. Kare planlı, kasnaksız bir kubbe ile örtülmüş yapının girişi, ahşap bir saçakla donatılmış doğu cephesinde yer almaktadır. Yapının kuzey cephesi sağır bırakılmış olup, diğer cephelerinde iki sıra halinde düzenlenmiş pencereler bulunmaktadır. Vakfiyede zikredilmese bile diğer kaynaklardan edindiğimiz bilgilerle külliyenin bir parçası olarak inşa edilen hamam, geç devirde bir süre marangozhane olarak kullanıldıysa da yapılan tamiratlar ile eski haline döndürülmüştür. Külliyenin kuzeybatısının en ucunda yer alan bu müstakil yapı, bir çifte hamam olup, simetrik olarak yerleştirilmiş soyunmalıklara, birer sofa ve soğukluk ile sıcaklık kısımlarına ve bunlar boyunca devam eden su haznelerine sahiptir. Bugün hamamdan bağımsız bir hale gelmiş ahşap çatıyla örtülü soyunmalıklar dışında, soğukluklar kubbelerle ve aynalı tonozlarla, sıcaklıklar kubbelerle, su hazneleri ise beşik tonozlarla örtülüdür.

  • M. Baha Tanman, “Atik Vâlide Sultan Külliyesi, DİA, c. 4 (1991), s. 68-73.
  • Halil İbrahim Düzenli, “Üsküdar Atik Vâlide Sultan Külliyesi”, Büyük İstanbul Tarihi, İBB Yayınları, İstanbul 2015, s. 192-196.
  • Godfrey Goodwin, Osmanlı Mimarlığı Tarihi, çev. Müfit Günay, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2012, s. 359-363.

Atıf Bilgisi

Valide-i Atik Külliyesi. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/valide-i-atik-kulliyesi/3488