- A +

İslâm toplumunda bir malın veya mülkün gelir ve faydasının tamamının insanların yararına olacak şekilde hayır işlerine tahsis ve terkedilmesine vakıf denilmektedir. İslam medeniyetini diğer medeniyet ve inanç sistemlerinden farklı kılan önemli özelliklerden ikisi vakıf fikrine temel teşkil eder. Buna göre İslam, beş temel rüknünden biri saydığı zekât’ı farz kılmış ve devlet erkini bunu toplamakla mükellef tutmuştur. İslam’ı önceki din ve inanç sistemlerinden farklı kılan ikinci önemli özellik ise daha önce hiçbir dinde görülmeyen hayırda ebedîlik (te’bîd) ve süreklilik (sadaka-i câriye) mefhumlarını ihdas ederek vakıf kurumunu mâlî açıdan istikrarlı ve öngörülebilir, hukûkî açıdan ise dış müdahalelere karşı dayanıklı ve uzun ömürlü kılmış olmasıdır. Diğer bir ifade ile bir vakıf kurulurken onun sonsuza dek faaliyetlerini yürütebilmesinin yolları aranmıştır. Bunun için de bir vakfın hukuki anlamda geçerli olabilmesinin olmazsa olmaz şartı, varlık sebebini oluşturan hizmet kalemleri için gerekli olan gelir getirici taşınmazların daha vakıf kurulmadan önce pürüzsüz bir şekilde devri gerçekleştirilerek hizmetlerin kesintiye uğrama ihtimalinin önüne geçilmiş olması şartıdır. Öyleyse vakıflar mal topluluklarıdır ve insan toplulukları olan derneklerden bu yönüyle ayrılırlar. Akar sisteminin kurularak bağış toplamaya ihtiyaç duyulmayacak bir şekilde vakıf gelirlerinin garanti altına alınması, vak- fedilen malın vakfedenin mülkiyetinden çıkarak toplumsal bir ihtiyacı gidermede kullanılıyor olması, rızaya dayalı servet paylaşımının gerçekleşmesiyle sağlıklı bir el değiştirmenin sağlanmasının yanında bu sistemin en çarpıcı özelliği beraberinde sürdürülebilirliği de getirmiş olmasıdır.

Zekât, sadaka, infak, birr, ihsan, îsâr gibi hayırseverliğe işaret eden kavramlar Kur’ân-ı Kerim’de sıkça geçmesine rağmen vakıf kelimesi Kur’an’da yer almaz. Ancak buna karşın eğer İslam medeniyetini tek bir kelime ile tarif etmek gerekseydi bu kelime vakıf olurdu. Çünkü tarih boyunca Müslüman milletler eğitimden sağlığa, beledî hizmetlerden sivil savunmaya kadar tarih ve coğrafyanın değişen şart ve zorluklarına rağmen İslam medeniyet yorumunu vakıf kurumu aracılığı ile ortaya koyabilmişlerdir. Bu açıdan İslam medeniyeti bir vakıf medeniyetidir denilebilir.

Kur’an’da geçmemesine karşın vakfın İslam Medeniyet tarihinde bu denli önemli yere sahip bir kurum olmasındaki sebep hiç şüphesiz Hz. Peygamber’in hadis-i şerifleri ve özellikle Medine dönemi uygulamalarıdır. İslam tarihindeki ilk vakıflar, Hz. Peygamber’in Medine’deki bazı arazilerinin yanında Fedek ve Hayber hisselerinden bir kısmını Müslümanların yararına vakfettiği vakıflardır. Hz. Peygamber’in bir binek hayvanından, silahından ve vakfettiği arazilerden baş- ka bir mal bırakmadığı rivayet edilir. İslam medeniyet tarihinde ihdas etmiş olduğu öncü kurumlar ve getirmiş olduğu yenilikçi uygulamalarla anılan Hz. Ömer vakıf kurumu bahsi açıldığında da ilk akla gelen isimlerdendir. Zengin sebze ve meyve bahçeleriyle ün salmış olan Hayber’in fethi esnasında, kendi hissesine düşen çok kıymetli bir araziyi hayır yolunda kullanmak istediğini Peygamber Efendimiz’e söylemiş, O da kendisine, arazinin aslını alıkoymasını ve araziden elde edilecek gelirleri de sadaka olarak infak etmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer de bu araziyi alınıp-satılmamak ve hibe edilememek üzere ihtiyaç sahipleri için vakfetmiştir. Erken dönem vakıflara örnek olarak gösterilen bu rivayete ilaveten Medine’de yaşayan Beni Nadir kabilesinden olan Muhayrîk en-Nadri’nin vakıfları da ilk vakıf örneklerindendir. Tevrat’ı iyi bilen ve geniş hurma bahçeleri olan Muhayrîk, Uhud savaşı öncesi İslam’ı kabul etmiş ve ailesine ve çevresine öldüğü takdirde mallarını Hz. Peygamber’in tasarrufuna tahsis edeceğini bildirmiştir. Allah Resulü’nün “Yahudilerin en hayırlısıydı” dediği Muhayrîk Uhud savaşında şehid olmuş ve vasiyeti üzerine bıraktığı araziler savaş akabinde Hz. Peygamber tarafından Müslümanların yararına vakfedilmiştir. Ayrıca Câbir b. Abdullah’ın "Ensar ve Muhacir’den mal sahibi olup da vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum" sözü vakıfların İslam tarihinin daha ilk dönemlerinde ne kadar yay- gın olduğunu gözler önüne sermektedir.

Hz. Peygamber’in vefatının ardından vakıf kurma geleneği Hulefâ-i Râşidîn döneminde de devam etmiş. İstisnasız bütün halîfeler ‘Vakfın en makbulü, kurulduğu devir insanının en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılamayı kendisine hedef olarak tayin eden vakıftır’ düstûrunca Müslümanların o günkü ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre çeşitli vakıflar kurmuştur. Emevîler ve Abbâsîler döneminde de gerçekleşen fetihlerle birlikte İslam şehirleri vakıflar tarafından finanse edilen cami, medrese, çarşı, han, hamam, dârü’l eytâm, dârü’l erâmile gibi külliye ve imâret tarzı yapılarla teşekkül ettirilmiştir.

Emevîler döneminde vakıflar mütevellîler tarafından yönetilir, halifeler ise vakıfları zaman zaman denetlerdi. Ancak birçok İslâm devletinde vakıflar, genellikle kadılar tarafından teftiş edilmiştir. Abbâsîler döneminde vakıflar için Dîvânü’l-Birr adında bir teşkilat birimi kurulmuştur. Her vakıf, hedeflediği hizmeti sürekli biçimde yerine getirebilmesi için daimî gelir kaynaklarına sahip olması gerekiyordu. Vakıfların gelirleri arasında meskenler, arsalar, ekili araziler, dükkânlar ve imalathaneler bulunurdu.

Özellikle Abbâsîler döneminde güçlü hükümdarların zengin gelirler tahsis ederek kurmuş olduğu medreseler, Şam, Bağdat, Kahire, Horasan, Buhara, Merv gibi şehirleri birer ilim, sanat ve cazibe merkezi haline getirmiştir. Bu açıdan vakıf ve şehir birbirinden ayrılması mümkün olmayan kavramlardır. İslam şehirleri vakıfların finanse ettiği kurum ve yapılardan müteşekkil şehirlerdir ve modern devlet kavramının ortaya çıkışına kadar şehirlerdeki tüm beledî hizmetler, imar ve inşa faaliyetleri gönüllülük esasına göre vakıflar kanalıyla deruhte edilmekteydi. Şehir tarihçiliği açısından bakıldığında İslam şehirleri ile Avrupa şehirleri arasında mukayese götürmez farklılıklar göze çarpar. Ortaçağ İslam şehirleri her zaman için daha kalabalık ve mülti-kültürel yerleşim birimlerinden oluşmuştur. Bunda şehirlerin sakinlerini doyurabildikleri ölçüde nüfuslarını artırabildiği gerçeği yanında, vakıfların din, mezhep ve etnik farklılık ayrımı gözetmeksizin herkese kapılarını açarak şehir sakinlerinin ihtiyaçlarını gidermesi önemli rol oynamıştır. 1641 yılında üç Yahudi yolcunun tek kuruş para harcamadan yol güzergâhındaki kervansaraylarda ücretsiz olarak konaklayarak Kahire’den İstanbul’a seyahat edebilmeleri vakıfların hizmet anlayışını yansıtması açısından ilginçtir.

Vakıflar kurulurken kimler tarafından nasıl idare edileceği ve şartları tespit edilmiştir. Vakfın mallarının ve işleyişinin belirtildiği şartname, yaygın ismiyle “vakfiyeler” hazırlanmıştır. Vakfiyeler besmele, hamdele ve salveleden sonra hayrı teşvik eden ayet ve hadislerin yer aldığı mukaddime veya dibâce denilen bir girişle başlar, daha sonra vakfın hizmet şartlarının yer aldığı en uzun kısım olan bölüm gelir. Bu bölümde vakfolunan malların neler olduğu, nasıl idare edileceği, vakıf gelirlerinin nerelere ve kimlere sarf edileceğini, vakfın kimler tarafından idare edileceği, müessesede kimlerin çalışacağı ve görevlilere ne kadar ücret ödeneceği gibi hususular teferruatlı bir şekilde açıklanır. Sonuç (hâtime) bölümünde ise vakfın sıhhatine dair hükümler, yapımında emeği geçenlere dua, vakfiyeyi bozmaya veya vâkıf tarafından konulan şartları deriştirmeye teşebbüs edecek kimselere beddua, şahitlerin isimleri ve mühür yer alır. Vakfiyeler tarihî birer belge olmanın yanında sosyal tarih, ekonomi ve kültür tarihi araştırmaları için önemli bilgiler içeren de değerli kaynaklardır.

 

 

 

    • Hacı Mehmet Günay, “Vakıf”, DİA. c. 42 (2012), s. 475-479.
    • Bahaeddin Yediyıldız, “Vakıf (Tarih)”, DİA. c. 42 (2012), s. 479-486.
    • Osman Gazi Özgüdenli, “Vakfiye”, DİA. c. 42 (2012), s.  465-467.
    • M. Hanefi Palabıyık, “Vakıflar ve Hizmet Alanları”, İslâm Kurumları Tarihi El Kitabı, ed. Eyüp Baş, Ankara 2013, s. 381-402.
    • M. Fuad Köprülü, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müesseseleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1983.
    • Bahaeddin Yediyıldız, XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi: Bir Sosyal Tarih İncelemesi, Ankara 2003.
    • Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesi, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1996.
    • Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, Bilge Yayınları, İstanbul 2003.
    • Amy Singer, İyilik Yap Denize At: Müslüman Toplumlarda Hayırseverlik, çev. Ali Özdamar, Kitap Yayınevi, İstanbul 2012.
    • İbrahim Zeyd Gerçik, Bir Yönetim Modeli Süleymaniye: Yönetim, Psikoloji ve Kurum Kültürü, Küre Yayınları, İstanbul 2015.
    • Murat Çizakça, İslam Dünyasında Vakıflar, Karatay Üniversitesi Yayınları, Konya 2017.

    Atıf Bilgisi

    Vakıf. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/vakif/3645