Tırâz

724
Devlet adamlarının kıyafetlerinin üzerine nakşedilen yazılar, tezyinat unsurları ve bunların işlendiği kurum
- A +

Süslemek anlamına gelen Farsça “tarâziden” mastarından türetilmiş olan tırâz, Arapçada “alamet (‘alemü’s-sevb), şekil, tarz, sembol, nakış, süs ve bezeme” gibi kelimelere karşılık gelmektedir. Zaman içerisinde anlam genişlemesine uğrayan kelimeye ipek ve sırma ile yapılmış işleme ve nakış, elbiselerin üzerine nakşedilen süs, askeri rütbe ve işaretler, dikkat çeken özlü söz manaları da verilmektedir. Bunun yanı sıra, taş, metal, cam ve ağaç gibi malzemelerin üzerine şerit halinde kazınmış kitabeler, resmî yazışmalarda kullanılan kağıtların üzerindeki özel işaretler, bir devleti veya kurumu temsil eden amblem ve armalar da tırâz kelimesiyle ifade edilmiştir (Grohmann, 1979, s. 235). XI. yüzyıl Türkçesinde tırâz, ipek kumaşı kılaptanla –altın/gümüş sarılı ibrişimle- dikmek anlamına gelen “çikîn” kelimesine karşılık gelmektedir (Kaşgarlı Mahmud, c. 1, s. 347).

Istılâhî anlamda tırâz halifeler, hükümdarlar, yüksek devlet ricali ve seçkinlere mahsus törensel elbiselerin yaka, yen, etek, sırt, omuz ve pazu gibi muhtelif kısımlarına şerit halinde işlenmiş yazı, işaret ve sembolleri ifade ettiği gibi, bunların işlendiği atölyelere de Tırâz (Turuz), Dârü’t-tırâz (Düverü’t-tırâz) veya Beytü’t-tırâz adları verilmiştir. Tırâz ihtiva eden kumaşlara mutarraz, bunları imal eden sanatkârlara ise mutarriz denilir.

Bölge ve döneme göre farklılık göstermekle birlikte tipik bir tırâz, ağartılmış veya doğal rengi korunarak dokunmuş ipek, pamuk ya da keten bez üzerine işlenmiş şerit halindeki işlemeler ve/veya Kûfî yazı şeridinden meydana gelmektedir. Tırâzlardaki ibareler genellikle “Bismillâh” ile başlar, ardından hükümdarın adı, künyesi, lakabı, dua, talih ve uğur formülleriyle (‘alâmât) devam eder. Bazı tırâz kitabelerine üretim yeri, tarihi, Sâhibü’t-Tırâz’ın ve hediye edilecek kişinin adlarının da işlendiği görülmektedir. Tırâz kitabeleri kimi zaman sade ve herhangi bir tezyinat unsuru içermezken, bazen stilize edilmiş hayvan ve bitki motifleriyle birlikte kompoze edilmiştir. el-‘İzz, el-bereke, en-nasr, el-ikbâl, en-ni‘me ve el-mecd tırâz kitabelerinde en sık karşılaşılan uğur kelimelerinden bazılarıdır.

Eritilmiş altın, gümüş veya bakır haddeden geçirilerek son derece ince teller haline getirilir ardından ipek veya pamuk ipler üzerine sarılarak dokumacılıkta ve işlemecilikte kullanılan kıymetli ipler (kılaptan) elde edilir. Bu ipler tırâzlı elbise imalinin ana malzemesini oluşturmaktadır. Müzelerde ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki koleksiyonlarda bulunan tırâzlar incelendiğinde, bunların üretiminde dokuma, işleme, sim-sırma çekme veya goblen (bir motifin renkli ipler ve iğne ile işlenmesi) gibi muhtelif tekniklerin uygulandığı anlaşılmaktadır.

Tırâz, bir elbisenin kumaşına desen olarak dokunabildiği gibi, goblen veya ikat teknikleri kullanılarak ipek, keten veya pamuktan dokunmuş son derece ince bir bezin elbisenin muayyen bir kısmına sabitlenmesi yöntemiyle de uygulanmıştır. Kumaş üzerine işlenecek yazı veya motifler için genellikle zemin rengiyle kontrast oluşturan renkli ibrişim veya altın, gümüş ve bakır karışımlı ipek/pamuk iplikler (kılaptanlar) kullanılmıştır.

İslâm öncesi İran ve Bizans sarayları için imal edilen kumaşların üzerine genellikle hükümdarların resimleri veya kraliyet figür ve armaları işlenmiştir. İslâmî dönemde ise insan ve hayvan figürlerinden çok bereket, mutluluk ve uğur manaları taşıyan muhtelif kelimeler, terkipler ve dua kalıplarıyla birlikte halifelerin veya emirlerin adlarının sanatkârane bir yazı halinde kumaşlara işlendiği görülmektedir. Müslüman hânedanlar arasında tırâz uygulaması ilk olarak muhtemelen Bizans ve Sâsânî etkisiyle Emevîlerde ortaya çıkmıştır. Bilinen en erken tarihli tırâz atölyesini Hişâm b. Abdülmelik’in (724-743) kurduğu kabul edilmektedir (Baker, 1995, s. 53).

Fetihlerle birlikte İslâm hâkimiyetine girdiğinde Mısır’daki resmî atölyeler Hristiyan ustaların elinde olduğundan, Grekçe tırâz uygulaması bir süre devam etmiştir. Halife Abdülmelik b. Mervân zamanında alınan bir kararla tırâzlarda Grekçe yazı uygulaması terkedilmiş, Hıristiyanlığa ait haç gibi semboller yerine tevhîd inancını vurgulayan ibarelerin işlenmesi emredilmiş, karara uygun üretim yapmayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir. Bizans imparatorunun alınan karardan dönülmesine yönelik girişimlerinden herhangi bir sonuç çıkmamış, böylece İslâm tarihindeki ilk hanedan olan Emevîlerle birlikte tırâz uygulaması başlamıştır.

Hükümdarların adları, lakapları ve bazı dua formüllerinin ipek, keten veya pamuk kumaşlar üzerine işlenmesi suretiyle ortaya çıkan tırâz devletin ihtişamını yansıtması yönüyle hükümdarlık geleneğinin bir parçası kabul edilmiştir. Tırâz aynı zamanda vilayet yöneticilerinin merkezî yönetime bağlılığını gösteren metbûiyet alametlerinden kabul edilmiştir. Vilayetlerde imal edilen tırâzlardan hâkimiyeti tanınan halife, emir ya da sultanın adının kaldırılması mevcut otoritenin reddi anlamına gelmiştir. Bu sebeple tırâz sikke, hutbe ve nevbet gibi hükümdarlık alametlerinden kabul edilmiştir. Hârûnürreşîd’in (ö. 193/809) vefatından sonra veliahtları arasında meydana gelen taht mücadelesinde Merv şehrinde bulunan Me’mûn (ö. 218/833), Emîn’in (ö. 218/833) adını sikke ve tırâzlardan çıkararak kardeşinin halifeliğini tanımadığını ilan etmiştir. Tolunoğulları hânedanının kurucusu olan Ahmed b. Tolun’un (ö. 270/884) ise hilafet nâibi el-Muvaffak’ın (ö. 278/891) adını hutbe ve tırâzlardan kaldırması, Halife el-Mu‘temid’in (ö. 279/892) saray genel kurulunda Ahmed b. Tolun’a lanet etmesine ve minberlerde ona lanet edilmesini emretmesine yol açmıştır.

Sultanın ya da halifenin hâkimiyetini tanımama eylemi olarak tırâz üzerindeki isimlerin kaldırılması, “onun adını tırâzdan düşürdü” (eskata ismehû mine’t-tırâz), “adını darphane ve tırâzhâneden kesti” (kata‘a zikrâhû fî düveri’d-darb ve’t-turuz) veya “tırâzlardan ve darphanelerden onun adını düşürdü” (eskata ismehû mine’t-turuz ve düverü’d-darb) gibi ibarelerle ifade edilmiştir.

Resmî tırâzlar hükümdara mahsus alametler taşıdığından, sultanın kendisi ya da onun teşrif ettiği kimselerin dışında kullanılması yasaklanmıştır. Bu yönüyle şeref nişanesi olarak tırâz hânedan mensupları, devlet için üstün hizmet ve yararlık gösterenler veya yüksek makamlara tayin edilenler için hazırlanan hediye mecmuasının (hil‘at) ayrılmaz parçası kabul edilmiştir.

Dünyanın çeşitli müzelerinde sergilenen on binlerce tırâz parçası düz, uzun ve genellikle tek parça halindeki bezlerden ibarettir. Bunların büyük bir kısmı ise tırâzlı yazılara odaklanan koleksiyonerler tarafından ait olduğu elbiseden sökülmek suretiyle koleksiyonlara dahil edildiğinden, tırâz parçalarının büyük bir kısmının hangi amaçla kullanıldığı ve elbisenin hangi bölümünde yer aldığı bilinmemektedir. (Baker, 56) Bir metreye yaklaşan genişlikteki devasa hat yazılı bazı tırâz parçalarının duvarları süsleyen örtüler olabileceği düşünülmektedir. Kasru İbrim’de yapılan arkeolojik kazılar sırasında ele geçen üç adet tırâzlı keten bezin kefen olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra sarık, pazu bandı, yakalık, kefen, perde, yastık, minder, yatak örtüsü gibi muhtelif elbise ve mefruşat üzerine tırâz uygulandığı anlaşılmaktadır.

XIII. yüzyıla ait bir Makâmât nüshasındaki minyatürlerde sarıkların kıvrımları arasındaki altın renkli küçük kare süslemeler tırâzlı sarıkların yaygın bir kullanıma sahip olduğunu göstermektedir. Günümüze ulaşmış bazı tırâz parçalarında Harîrî’nin Makâmât’ındaki minyatürlerde resmedilene benzer şekilde boyanmış altın kareler tespit edilmiş, ancak bu bezemeler tekstil tarihçileri tarafından genellikle “marka işareti” olarak yorumlanmıştır.

Tırâz atölyeleri özel (et-tırâzü’l-hâssa) ve genel (et-tırâzü’l-‘âmme) olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Özel tırâzlar sarayın ihtiyacını karşılamak üzere tesis edilmiş resmî kurumlardır. Genel tırâzlar ise halkın taleplerini karşılayan ancak ihtiyaç halinde saraya da hizmet sunan bağımsız atölyelerdir. Öte yandan gerek sarayla olan bağlantıları, gerekse tırâz yapımında kullanılan altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerin güvenliğinin sağlanması ve kalpazanlığın önünün alınması gibi sebeplerden ötürü tüm tırâz atölyeleri hükümet yetkilileri tarafından kontrol altında tutulmuştur. Saray için imal edilen bitmiş kumaşlar hem atölyede hem de sarayda kontrol edilmekteydi. Saray görevlileri bitmiş ürünü tahmini maliyetin altında bulurlarsa, ödenen fazlalığı geri alması için sâhibü’t-tırâzı ustalara gönderirlerdi. Ancak işin maliyeti tahmin edilenin üzerinde çıkarsa bu durumda ustalara fazladan para ödenmezdi.

Tırâz atölyelerinde altın ve sırma işlemeli kıymetli elbise ve başörtülerin yanı sıra, yaygılar, bayraklar, sancaklar ve saray için sembolik değer taşıyan diğer tekstil ürünleri de imal edilmekteydi. Bu ürünler ya halife tarafından kullanılır ya da onurlandırılan yüksek devlet görevlilerine hediye olarak verilirdi.

Kumaş üzerine işlenecek yazı, motif veya figürler sipariş sahibinin isteğine, sanatkarın bilgi ve maharetine bağlı olarak, altın-gümüş ipler (kılaptan) veya zeminle kontrast oluşturan renkli ipek iplerle işlenebilmekteydi. Öte yandan devlet imalat süreçlerini de kontrolü altında tutmaktaydı. Muhtesip ham ipekle tırâz dokumaması için mutarrize yemin ettirirdi. Müşterisine ham ipekten tırâz işleyen bir ustaya ipek verilmezdi. Mutarriz ayrıca işleyeceği malzemeyi tartarak teslim alır ve malzemenin ağırlığını yanına yazardı. Eğer bir kişi mutarrize işlemesi için bir elbise veya başka malzeme getirirse, mutarriz kendisinden istenenden fazlasını işleyemez, ayrıca bir elbisenin işlemesini veya modelini başka bir elbiseye aktaramazdı (İbn Bessâm, 2003, s. 328)

Emevîler ve Abbâsîlerde resmî ihtiyaçları karşılamak amacıyla kurulmuş tırâzlar (Düverü’t-tırâz) Sâhibü’t-tırâz unvanını taşıyan yetkili tarafından idare edilmiştir. Kumaş boyama işlemlerine, aletlere ve dokuma süreçlerine nezaret eden Sâhibü’t-tırâz, emri altında çalışanların maaşlarını ödemek; altın, gümüş, ipek ve diğer dokuma malzemelerini tedarik etmek; imalathanedeki aletlerin bakımlarını yaptırmak ve çalışanları teftiş etmek gibi bir dizi görev ve sorumluluklara sahipti. Abbâsîler döneminde sâhibü’t-tırâzlık görevi genellikle havastan veya mevaliden güvenilir kimselere verilmiştir. Abbasi halifeliğinde sâhibü’t-tırâzların genellikle aynı zamanda posta/casusluk servisini (berîd) ve darphaneleri deruhte ettikleri görülmektedir. Sâhibü’t-tırâz Endülüs Emevîleri ve onların halefleri olan Tavâif-i Mülûk’te, Fâtımîlerde ve onlarla çağdaş olan Büveyhîlerde benzer yetki ve sorumluluklara sahip olmuştur. Fatımî devlet teşkilatında sâhibü’t-tırâzlar oldukça yüksek mevki sahibi kimselerdi. Fâtımî topraklarındaki tüm tırâz atölyelerinden sorumlu olan yetkili, resmî görevi sırasında genellikle hükümdarlara mahsus şemsiye (mizalle) ile altın dokumalı pahalı bir elbise olan “bedene” gibi bir takım imtiyazlı kıyafetler giyinme ve alametler kullanma hakkına sahipti. Fâtımîler döneminde sâhibü’t-tırâzın adının tırâzlar üzerine işlenmesi adet olarak benimsenmiştir. Memlük sarayında tırâz imal edilmediğinden, saray bünyesinde böyle bir kurum ve yetkilinin mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. İbn Haldûn’a göre bu durum, Memlüklü hükümdarlarının tırâz imal ettirmeyi kendi vazifeleri olarak görmemelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Memlüklü hükümdarlarının ihtiyaç duyduğu halis altın ve ipekten imal edilen müzerkeş kumaşlar saraydan bağımsız sanatkarlara (zerkeş) sipariş edilmiş, imal edilen kumaşların üzerine sultanın veya emirin alametleri işlenmiştir (İbn Haldûn, 2015, s. 520-2).

Abbâsî halifelerinin sarayda ve saray dışında tırâz atölyeleri vardı. Sarayda halife adına imal edilen tırâzlı elbiseler, bunların kumaşları ve diğer malzemeler Sultânî Hil‘atler Hazinesi adı verilen odalarda muhafaza edilmiş, bu birime “Sâhibü’l-kisve” adı verilen görevli nezaret etmiştir. İhtiyaç duyulan elbisenin imali için uygun kumaş ve malzeme hazine odasından çıkarılarak tırâzhânedeki terzi ve mutarrizlerre teslim edilirdi. Abbâsî sarayında hizmet eden terziler iki grup halinde vardiyalı olarak çalışmakta, gruplardan biri Cuma günü tatil yapmaktaydı. Ancak bir elbisenin acilen hazırlanması istendiğinde, tatil günü olsa dahi terziler saraya çağrılmaktaydı. Hilâl es-Sâbî’nin kaydına göre, Halife Muktedir Billâh zamanında sarayın elbise ve mefruşat ihtiyacını karşılamak üzere Ahvaz, Tüster, Cehrom ve Dârebcerd şehirlerindeki tırâz atölyelerinde hazırlanan kumaşlar için hazineden 814.000 dinar tahsis edilmişti (Sâbî, 1986, s. 26, 196)

Günümüze ulaşan binlerce tırâz, tarihe ışık tutan birer vesika özelliğinin yanı sıra, tırâz atölyeleri hakkında da önemli bilgi vermektedir. Kullanılan ipek, pamuk, keten, altın ve gümüş gibi malzemeler tekstil ürünlerinin kalite ve çeşitliliği hakkında bilgi verdiği gibi, uygulanan dokuma tekniği, işlemede tercih edilen yazı çeşidi ve tezyinat unsurları bölgeler, dönemler, hânedanlara göre farklılık gösteren bir sanat zevkine işaret etmektedir.

193–8 (809–13) yıllarına tarihlenen bir tırâz parçasının üzerindeki yazıda, halife Emîn’in azatlısı el-Fadl b. er-Rebî‘in emriyle Mısır’daki et-tırâzü’l-‘âmme’de imal edildiği bilgisi yer almaktadır. (Cairo Museum of Islamic Art, envanter no: 3084) Şal veya sarık parçası olduğu tahmin edilen bu ince keten kumaşın üzerinde yeşil, mavi ve sarı ipeğin özenle işlendiği bitkisel motifli bir nakış şeridi, bunun altında kahverengi ipekten tek satır halinde işlenmiş Kûfî yazı şeridi yer almaktadır. Halife Mu‘temid ile selefi Mu‘tazıd’ın (ö. 289/902) adlarını ihtiva eden 278 (891-2) tarihli bir başka tırâzda ise Merv şehrindeki et-tırâzü’l-hâssa’da imal edildiği bilgisi yer almaktadır (Lamm, 1937, s. 95).

Abbâsîler döneminde doğuda imal edilen tırâzlar genellikle ağartılmamış, kimi zaman parlatılmış, ipek pamuk karışımı ince dokumalardır. Abbâsî tırâzları arasında hem pamuk hem de keten dokumalara rastlanırken, her ikisinin de atkı ve çözgüleri z bükümlüdür. Bu döneme ait goblen tekniğiyle işlenmiş yazı içeren ipek tırâzların yanı sıra günümüze ulaşan örneklerin çoğunda küçük detaylar zincir çekilerek işlenmiştir.

Abbâsî tırâzları genellikle “Bismillâh” ibaresiyle başlamaktadır. IV/X. yüzyılın başlarına ve öncesine ait tırâzlarda önce halifenin adına, ardından emirin adına, üretim yeri ve tarihine yer verilmiştir.

Yemen İslâm’ın erken dönemlerinden itibaren ikat tekniği uygulanarak imal edilen tırâzlarıyla meşhurdur. Bazı dokumalarda çözgü ipleri, bazılarında ise atkıların bu teknikle boyandığı görülmektedir. Bu türün günümüze ulaşan en erken tarihli numunelerinden bir tanesi 270/883-884 yılında San‘a’da imal edilmiştir. Kumaş üzerine aktarılan yazı şablonunun içi altın suyuyla boyanmış bazen krem renkli pamuk iplikle işlenmiştir.

Erken Endülüs Emevî tırâzları, desen ve motifleriyle Abbâsî ve Fâtımî sarayları için imal edilenle büyük benzerlik taşır. Halife II. Hişâm’ın (ö. 403/1013 [?]) adını ihtiva eden ve Veil of Hisham adı verilen keten bez, goblen tekniği, dekorasyonu ve stilize hayvan motifleri içeren sekizgen şekillerden oluşan bant düzenlemesiyle Mısır’da imal edilen tırâzlarla büyük benzerlik göstermektedir. Victoria and Albert Museum’da bulunan ve III. Abdurrahman dönemine ait olduğu tahmin edilen bir başka tırâz ise baklava dilimli bölmeler arasına işlenmiş hayvanlar ve mütenâzır kuş motifleriyle içinde Abbasî dekorasyon unsurlarını barındırmaktadır.

Günümüze ulaşan en meşhur tırâzlardan biri Fâtımîler döneminden kalan Azize Anne Peçesi (Veil of St. Anne) adıyla bilinen Dimyat işi ince bir keten kumaştır. Üzerindeki kitabelerden elde edilen bilgiye göre Fâtimî halifesi Müsta‘lî dönemine (1094-1101) ait olan kumaş, vezir Efdal’in (ö. 515/1121) adının yanı sıra Dimyat’taki saray tırâzhânesinde 1096/1097 yılında imal edildiği bilgisini ihtiva etmektedir.

Tırâz atölyeleri sadece Emevîler ve Abbâsîler gibi büyük hânedanlarla sınırlı kalmamıştır. Özellikle III/IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abbâsî merkezi idaresinin zayıflamasıyla birlikte vilayetlerde güç kazanan ve merkezden bağımsız siyaset izleyen valiler, emirler ve diğer yöneticiler kendilerine mahsus tırâz atölyeleri kurmuşlar veya halifelerden aldıkları ahitnamelere göre mevcut atölyeleri işletme imtiyazı elde etmişlerdir. Ebû İshak es-Sâbî, IV/X. yüzyılda Musul’a hükmeden Hamdânîler’in kendilerine mahsus tırâz atölyelerinin olduğunu kaydetmiştir. Halife Mutî‘, Hamdânî emiri Ebû Tağlib’e gönderdiği ahitnamede, mezâlim, köle pazarı, darphane ve hisbe gibi devletin en önemli kurumları arasında tırâzhâneleri de zikretmiş; buralara dindar, ahlaklı ve işinin ehli kimselerin nezaret etmesini emretmiştir. Yine Halife et-Tâi‘ tarafından Büveyhî emiri Fahrüddevle’ye gönderilen bir ahitnamede ise tırâzhânenin darphane ile birlikte yan yana zikredilmesi (Düverü’d-darb ve’t-turuz), iki kurum arasındaki yakın irtibatı göstermekte ve tırâzhânelerin darphaneler kadar önemli kurumlar olduğuna işaret etmektedir. Öte yandan tırâzhâne imtiyazına sahip valiler (vülâtü’t-turuz) emirleri altındaki atölyelerde çalıştırdıkları sanatkârlar ve çalışanları bizzat kontrol etmeli, yaptıkları işi kaliteli yapmalarını sağlamalı ve imal edilen sancaklar ve bayraklara halifenin adının eksiksiz biçim yazılmasını temin etmeliydi (es-Sâbî, c. 2, s. 39-40, 111, 127).

Tarihi garnizon şehri Leşker-i Bazar’daki saray kalıntıları Gazneliler zamanındaki tırâz geleneğinin nadir örneklerini içinde barındırmaktadır. Gazneli Mahmud zamanında inşa edilen tarihi Gazne sarayının taht salonundaki hassa ordusu tasvirlerinde, süvarilerin elbiselerinin pazu kısmında bant halindeki işlemeler Gazneli sarayındaki tırâz geleneğini yansıtmaktadır.

Tırâz uygulaması Türk İslâm devletlerinde de kurumsal varlığını devam ettirmiştir. Kuruluş dönemi kurumlarını ve bürokratlarını büyük oranda Gaznelilere borçlu olan Selçuklular, pazu bandı şeklindeki tırâz geleneğini devam ettirmişlerdir. Selçuklu prenslerinin gerçek boyutlu alçı heykellerinde bu türden tırâzlı bantlara rastlamak mümkündür. Metropolitan Müzesi’nde bulunan böyle bir heykelin sol kolundaki şeritte Kûfî hattıyla “aleyküm bil”, sol kolunda ise “mü’minîn” ibaresinin yazılmış olduğu görülmektedir. Yine benzer özelliklere sahip bir başka heykelin kolunda ise “el-Mülkü [lillâh]” kelimesi yazılmıştır.

Anadolu Selçukluları zamanında da tırâz geleneği devam etmiştir. Lyon Tekstil Müzesi’nde muhafaza edilen ve Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın ismini ihtiva eden 1218-1219 tarihli kırmızı renkli ipek brokar kumaş Anadolu Selçuklu tırâz geleneğinin en önemli örneklerindendir. Bu kumaşta ipek karışımlı altın tellerle işlenmiş rozetlerin içinde sırt sırta vermiş çift aslan motifleri yer almaktadır. Ayrıca Kubâdâbâd Sarayı’ndan çıkarılan çinili panolarda resmedilmiş saray elitlerinin kaftanlarının pazu kısmında görülen tırâz şeritleri, pazu bandı şeklindeki tırâz geleneğinin Anadolu Selçukluları zamanında da devam ettiğini göstermektedir (Öney, s. 137).

Mervânîler döneminden kalan bir tırâz parçası, bu hânedana özel tırâzlar imal edildiğine dair somut bir örnek oluşturmaktadır. Bu tırâz parçası baklava desenli çivit mavisi renkteki zemin üzerine sarı renkli ipek iplerin aynalama tekniğiyle işlendiği iki Kûfî yazı şeridini ihtiva etmektedir.

Osmanlı Devleti zamanında tırâz atölyeleriyle benzer işleve sahip kurumun Simkeşhâne olduğu görülmektedir. Tırâz atölyelerinde olduğu gibi Simkeşhâne’nin de darphaneyle yakın bir irtibatı bulunmakta, kurum bünyesinde çok sayıda zanaat erbabı çalışmaktaydı. Simkeşhâne çalışanlarından altını haddeden geçirerek son derece ince altın teller imal eden zanaatkara altın çeken anlamında zerkeş, aynı işlemi gümüş için yapan ustaya ise gümüş çeken manasındaki simkeş adı verilmiştir. Elde edilen altın veya gümüş tellerin (sırma) kumaşa nakşedilebilmesi için ipek, pamuk veya keten iplere sarılarak mukavemetinin artırılması gerekmekteydi. Bu ise altın veya sırmaya sarılmış özel bir ipin (kılaptan) imalini beraberinde getirmiştir. Bu işi yapan kimseye kılaptancı denilmiştir.

Simkeşhâne’de birbirinden farklı uzmanlığa sahip çok sayıda usta ve işçi çalışmakta, bunlar arasında gayrimüslimler önemli bir yer tutmaktaydı. Simkeşhâne hakkındaki arşiv vesikalarının önemli bir kısmı kuruma yapılan atamalar ve meydana gelen yolsuzluklarla ilgilidir. Bu sebeple Simkeşhâne çalışanlarından kalpazanlık yapanların isimleri ve yaptıkları yolsuzluklar resmî kayıtlara yansımıştır.

Simkeşlik sanatı usta çırak ilişkisiyle kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Simkeşler kılaptancılar için çalışan bir alt üretim basamağında yer almakta olup vefat ettiklerinde yerlerini oğulları ya da kalfaları almaktaydı. Şimkeşhâne kurumu, Simkeşhâne eminliği, mahzenciliği, hancılığı gibi çeşitli idari birimleri ihtiva etmekteydi.

Osmanlı Devleti’nde genellikle en seçkin tırâz örneklerinin Kâbe örtüleri (kisve), türbe puşideleri, minber perdeleri ve sancaklarda verildiği görülmektedir. Her yıl hac mevsiminde yenilenen tırâzlı Kâbe örtüsü Mısır’daki Dârü’l-Kisve’de dokunur, hazırlanan örtü Haremeyn’e gönderilen para ve hediyeleri ihtiva eden surre ile birlikte gönderilirdi. 

  • Patricia L. Baker, Islamic Textiles, British Museum Press, Londra 1995.
  • Irene A. Bierman, Art and Politics: the Impact of Fatimid Uses of Tırâz Fabrics, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Chicago Üniversitesi, Chicago 1980.
  • Florence E. Day, “The Tırâz Silk of Marwan”, Archaeologica Orientalia in Memoriam Ernst Herzfeld, ed. George Miles, J. J. Augustin, New York 1952, s. 39-61.
  • Jerrilynn D. Dodds, Al-Andalus: the Art of Islamic Spain, ed. Jerrilynn D. Dodds, Metropolitan Museum of Art, New York 1992.
  • Gönül Öney, “Reflection of Ghaznavid Palace Decoration on Anatolian Seljuk Palace Decoration”, Sanat Tarihi Dergisi, sy. 3/3 (1984), s. 133-141.
  • Adolf Grohmann, “Tırâz”, MEB İslâm Ansiklopedisi, c. 12/1 (1979), s. 235-249.
  • İbn Haldun, Mukaddime, haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2015.
  • Ernst Kühnel, “Abbasid Silks of the Ninth Century, Ars Orientalis, sy. 2 (1957), s. 367–371.
  • Ernst Kühnel, Catalogue of Dated Tırâz Fabrics: Umayyad, Abbasid, Fatimid, National Pub. Co. Washington 1952.
  • Carl Johan Lamm, Cotton in Medieval Textiles of the Near East, Librairie Orientaliste Paul Geuthner, Paris 1937.
  • Nebi Bozkurt, “Tırâz”, DİA, c. 41 (2012), s. 112-114.

Atıf Bilgisi

Tırâz . İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/tiraz-/5640