Taberî

(ö. 310/923)
Tarihçi, fakih, Taberiyye mezhebinin kurucusu
- A +

Hayatı

Ebû Cafer, Muhammed b. Cerîr b. Yezid b. Kesir b.Galip et-Taberî el-Âmulî, kaynaklara göre 224/838 yılı sonu, 225/839 yılı başında doğmuştur.  Kendisine bazı kaynaklarda babasına nispetle İbn Cerîr, memleketine nispetle et-Taberî, doğduğu şehre nispetle Âmulî de denmektedir. İslâmî eserlerde genelde kendisinden bahsedilirken “İmam Taberî” ifadesi kullanılmıştır.

Taberî’nin ailesi hakkında detaylı bilgi yoktur. Ancak o, günümüzdeki ismiyle İran’ın Mazenderan Eyaletinde bulunan ve yaşadığı dönemde Tâhirîlerin hâkimiyeti altında olan Taberistan’ın Âmul beldesinde doğmuştur. Babasının gördüğü bir rüya dolaylısıyla ilim tahsiline başladığına dair rivayetler bulunmaktadır.

Taberî, ilim tahsiline ilk defa Âmul’de başlamıştır. Hamevî’nin naklettiğine göre o, kendi ifadesiyle, daha yedi yaşında iken Kur’an-ı Kerîm’i ezberlemiş, sekiz yaşında imamlık yapmış, dokuz yaşında hadis yazmaya başlamıştır. Daha sonra ilmi gelişimini dönemin ilim merkezlerinde tamamlamıştır. İlim tahsili için ilk gurbet yolculuğu on iki yaşındayken 236-237/850-851 yıllarında, Rey/Tahran’a olmuştur. Burada beş yıl kadar kalmış ve orada hadis, tarih, Hanefî fıkhı tahsil etmiştir.

Rey’den sonra, devrin büyük muhaddisi Ahmed b. Hanbel’den (ö. 241/855) hadis almak üzere Bağdat’a gitmişse de oraya ulaşmasından kısa bir süre önce onun vefat etmesi sebebiyle bu arzusu gerçekleşmemiştir. Ancak burada Za’ferâni ile Ebû Said el-İstahrî’den Şâfiî fıkhını okumuştur.

Bağdat’tan Basra’ya geçen Taberî, burada Muhammed b. Mûsâ el-Haraşî (ö. 248/863) ve Ammâd b. Mûsâ el-Kazzâz (ö. 240/854) gibi birçok âlimden ve muhaddisten ders alıp, hadis yazmıştır. Özellikle İbn Musennâ’dan Hz. Ali rivayetlerini almış, onlardan cahiliye devri olayları, Hz. Peygamber’in siyeri ve dört halife dönemlerine ait birçok haber edinmiştir.

Kûfe’de Hennâd b. es-Seriyy et-Temimî (ö. 243/857), İsmail b. Musa (ö. 245/859), Ebû Kureyb Muhammed b. el-Âlâ el-Hemedânî’den (ö. 247/861) hadis yazmıştır. Ebû Kureyb, kendisinden yüz binden fazla hadis öğrenen öğrencisinehadislerini rivayet izni vermiştir. Ayrıca burada Süleyman b. Abdirrahmân et-Talhî’den (ö. 252/857) kıraat, Ahmed b. Yahya’dan (ö. 291/887) nahiv, Arap Dili ve Edebiyatı dersleri almıştır.

Taberî, Kûfe’de iki yıl kadar kaldıktan sonra tekrar Bağdat’a geçti ve bir müddet orada kaldı. Bu esnada Yakub b. İbrahim ed-Devrakî’den Müsned’ini yazdı. Ahmed b. Yusuf et-Tağlibî’den kıraat dersleri, Ebû Zur’a er-Râzî, İbnü’l-Müneccim, Ebü’l-Hâtim es-Sicistânî’den dil ve edebiyat dersleri aldı.

Bağdat’tan, Mısır’a gitmek kastıyla yola çıktığında, Hamevî’nin “Suğûr beldeleri” dediği Anadolu’ya; Adana civarına uğradı. 253/867 yılında, o günkü adı Fustat olan Mısır’a giderken, Şam’a bağlı bulunan Filistin, Ürdün, Dımeşk, Hıms, Kınnesrin’e ve iç kesimlerdeki şehirlere de uğrayarak buralarda bulunan âlimlerden ilim tahsilinde bulundu.  Bu bölgede Beyrut şehrine uğrayıp, Abbas b. Velid el-Beyrûtî’nin yanında hatim yaparak Şamlıların Kur’an kıraatini öğrendi.

Mısır’a geldiğinde burada Tolunoğulları Devleti hâkimdi. Mısır’da, Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî’nin (ö. 204/819) üç büyük talebesi olan İsmail b. İbrahim el-Müzenî, Rebi’ b. Süleyman el-Muradî ve Ebû Abdullah b. Abdulhakem’den Şâfiî fıkhını okudu. Mâlik b. Enes’in (ö. 179/795) fıkhı ile Verş ve Hamza kıraatlerini Yunus Abdula‘la es-Sadefî’den almıştır. Ayrıca Abdullah b. Vehb el-Mısrî’nin (ö. 197/813) görüşlerini onun talebelerinden almıştır. Mısır’da Ebü’l-Hasan Ali b. Serrac el-Mısrî ile yakın dostluk kurarak ondan da hadis, fıkıh, dil ve edebiyat dersleri alarak Şam’a döndü. Ancak orada fazla kalmayarak tekrar Mısır’a gelmiş, bu gelişinde Mısır’da uzun süre kalmayarak 256/870 yılında tekrar Bağdat’a dönmüştür. Mısır’da Halil b. Ahmed’in Kitâbu’l-Arûz’unu inceleyerek aruz konusunda kendini yetiştirmiştir.

Taberî, hayatının elli yılını aşkın bir bölümünü geçirdiği ve vefatına kadar oturduğu yer olan Bağdat’a yerleşmiş. Taberî Tefsiri olarak da ünlenen Câmiu’l-Beyân an Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân isimli tefsirini burada yazmıştır. Kendisinden bir fıkıh kitabı yazmasını isteyen Abbâsî veziri Abbas b. Hasan el-Cercerâi’nin bu talebi üzerine Latîfu’l-Kavl isimli kitabını da burada kaleme almıştır.

Taberî, 86 yaşında, 26 Şevval 310/16 Şubat 923 tarihinde, cumartesi günü akşamüzeri vefat etmiş, Rahmet-i Yakup denilen mahallede, ikamet ettiği evinin bahçesine defnedilmiştir.

İlmî Kişiliği

Abbâsîlerin ilim ve medeniyette zirveye koştuğu hicri III. asırda, keskin zekâsını, büyük âlimlerden istifade ederek yüksek bir ilmî kişiliğe erişmede ilk basamak olarak kullanmış olan Taberî, adeta yaşadığı asrın ruhunu yansıtır.

O, tarih boyunca kişiliği ve ilmi ile birçok ilim adamının övgüsüne mazhar olmuştur. Onun ilmî yetkinliğini anlatırken Abdullah b. Ahmed b. Ca’fer el-Fergânî (ö. 362/972) şu olayı aktarır: “Taberî’nin talebeleri onun buluğ çağına ermesinden vefatı olan seksen altı yaşına kadarki hayatını hesapladılar. Yazdığı eserlerin sayfa sayısını bu sayıya böldüler. Sonuçta her güne on dört sayfa düştü. Bir kul böyle bir çalışmayı ancak Allah’ın yardımıyla yapabilir”. Gün başına düşen sayfa sayısı konusunda farklı kaynaklarda 14 veya 17 gibi farklı sayılar zikredilmektedir.

Fıkıh İlmindeki Yeri

İbn Cerîr et-Taberî, fıkıhta müçtehitlik derecesine erişmiş ve müstakil mezhebi olan büyük bir İslam âlimidir. Oldukça uzun süren ilim tahsili yolculuğunda Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Evzâî, Süfyân es-Sevrî mezhepleri gibi pek çok mezhebin ve âlimin fıkhî görüşlerini güzel şekilde tahsil etmiştir. Özellikle bıraktığı eserler dikkate alındığında Taberî, fıkıh ilminde son derece yetkin bir âlim olarak öne çıkmaktadır.

Bağdat’a yerleştikten sonra on yıl kadar Şâfiî Mezhebine göre fetvalar veren Taberî, diğer mezheplerin görüşlerini inceleyip delillerini zikrettiği kitabı İhtilâfu’l-Fukahâ’yı yazarak özgün fıkhî görüşlerini ortaya koymuştur. Yaklaşık bir asır kadar devam eden ve Taberîye veya Cerîriyye Mezhebi olarak şöhret bulan bu mezhep, maalesef takipçilerinin kalmaması, Taberî’nin eserlerinin korunamamış olması, o dönemde yaygın olan Şâfiî ve Hanbelî mensuplarının yoğun taassupları sebebiyle günümüze ulaşamamıştır. Taberî'nin fıkhî görüşleri genelde tefsirindeki ahkâm ayetleriyle ilgili yerlerde yaptığı açıklamalardan ve başta talebeleri olmak üzere, düşüncelerini aktaran diğer müelliflerin kitaplarından öğrenilebilmektedir. Onu müstakil mezhebin kurucusu imam olarak kabul eden birçok müntesibi vardır. Eğer bu konuda bir örnek vermek gerekirse; Taberî’nin müntesiplerinden, Bağdat kadılığında da bulunmuş olan Ebü’l-Ferec el-Mu‘âfâ b. Zekeriyyâ’nın (ö. 390/1000) o dönemde yaygın olan Hanefî, Şâfiî ve Zâhirî mezheplerine karşı, Taberî’nin mezhebini savunmuş olması ve söz konusu mezheplerin imam ve mensubu olan âlimlere karşı reddiyeler yazması bunun kanıtlarından biridir.

Taberî’nin fıkıh ilmindeki yerini görmek için onun Tefsîr, Tehzîb ve İhtilâf’ına bakmak yeterlidir. Tefsiri, bize yalnızca Kur’an âyetlerini açıklamakla kalmıyor; sahabe, tâbiûn ve fakîhlerin görüşlerini, çeşitli istinbat ve istidlâllerinin esaslarını, delillerin birbirine nisbetle derecelerini verdikten sonra bizzat Taberî’nin kendi görüş ve tercihini de görmemiz konusunda imkân sunuyor. Yine onun, Tehzîb’inde, her hadis rivayetinin ardından, ondaki fıkhı ortaya koyma çabası bağlamında tıpkı Tefsirindeki gibi bir yöntemle hareket ettiğini rahatlıkla görebiliyor, pek çok görüşü mukayese imkânını buluyor ve sonunda da bizzat kendisinin tercihini öğrenebiliyoruz.

İhtilâfu’l-Fukahâ’sı ve Latîfu’l-Kavl’i ise elimize ulaştığı kadarıyla bile onun mukayeseli fıkıh sahasındaki yetkinliğini tesbit için yeterli görünmektedir.

Diğer İlimlerdeki Yeri

Taberî farklı alanlarda ilimler de tahsil etmiştir. O ilk dönem âlimlerinin genel özelliği olan felsefe, cebir, matematik, tıp, mantık, coğrafya gibi tüm ilim dallarında yetkindi. Hastaları tedavi edecek kadar tıp bilgisine sahipti.

Hamevî’nin tespitiyle Taberî, “Mantık, hesab, cebir, mukâbele ve tıp ilminde ciddi anlamda bilgi sahibiydi. Kur’an ilimlerinde mahir olduğu gibi hadis, fıkıh, nahiv ve hesâb (matematik) bilgisine ileri derecede bilgi sahibiydi.”

Öğretisi

1) Taberî Mezhebinin Oluşmasını Hazırlayan Sebepler

Taberî mezhebi, İbn Cerîr et-Taberî tarafından uzun ilmi seyahatler vasıtasıyla dönemin neredeyse bütün ilimlerine vakıf olup Bağdat’a yerleştikten sonra kurulmuştur. Taberî, önceleri Şâfiî mezhebine bağlı kalıp, bu mezhebin ahkâmına göre on yıl boyunca fetva vermiş, ancak daha sonra kendi görüşlerine göre fetva vermeye başlamıştır. Bu mezhep İslam Hukuk tarihinde bazı kaynaklarda Taberî veya Cerîriyye adıyla anılmaktadır.

a-İçtihat kapısının açık olması: Taberî’nin yaşadığı dönemde bağımsız olarak içtihat yapan müçtehit âlimler oldukça çoktur. Ahmed b. Hanbel, Davûd ez-Zahirî bunlardandır. Bir mezhebe bağlı olan fakihler dahi özgür iradeleriyle farklı görüşler ortaya koyabilmişlerdir. Bu durum Taberî’nin de bağımsız içtihat yapabilmesini kolaylaştırmıştır.

b-Fıkhî ve itikadi mezheplerin oluşumunun devam etmesi: Taberî’nin bağımsız bir mezhep kurabilmesinde, diğer mezheplerin oluşumlarını tamamlanmakla beraber, henüz sosyal ve ilmî bakımdan kurumsallaşmanın tamamlanmadığı, daha açık bir ifadeyle taklit anlayışının henüz yerleşmediği bir dönemde yaşamış olmasının önemli bir etkisi vardır.

c-Mezhep değiştiren fakihlere çağdaş olması: Taberî’nin yaşadığı dönemde, usûl anlayışları değiştiği için mezhep değiştiren fakihler de mevcut idi. Söz gelimi Taberî’nin çağdaşı Tahâvî’nin (ö. 321/933) yetişmesinde ilk hadis ve fıkıh derslerini aldığı dayısı Ebû İbrahim İsmail b. Yahya el-Müzenî (ö. 264/878) önemli rol oynamıştır. Müzenî de Şâfiî mezhebine tabi iken, daha sonra Hanefî mezhebine geçmiştir.

d-Kendi mezhep imamına muhalefet eden hocalardan ders alması: Örneğin Müzenî, Şâfiî’nin öğrencisi olmakla birlikte zaman zaman ona muhalefet etmiş, gerek usulde gerekse furuya ait konularda Şâfiî mezhebinin dışına çıkabilmiştir. Yine İmam Şâfiî’nin uzun zaman İmam Malik’ten ders aldıktan sonra Mısır'da kendi özgün çizgisini koyması da örnek teşkil etmiştir.

e-Usül düşüncesinin farklılaşması: Taberî, zamanla bazı furuu fıkha dair konuların yanında usûl konularında da Şâfiî mezhebinden farklı düşüncelere sahip olmuştur.

f-Taberî’nin kişisel duruşu: Onun usûl ve furûa ait görüşleri incelendiğinde, onun hak olarak gördüğü bir hususun arkasında tavizsiz olarak duruş sergileyen bir şahsiyet olduğu pek çok eserinde görülür.

g-Taberî’nin kendisini içtihat konusunda yeterli görmesi: Taberî’nin kendisini içtihat konusunda yeterli gördüğünü ve birçok konuda özgün görüşler sergilediğini görmekteyiz.


2) Taberî Mezhebinin Yayıldığı Yer ve Mezhebe Mensup Fakihler

Taberî mezhebinin sistemleşmesinde ve iki asır da olsa Bağdat ve civarında devam etmesinde Taberî’den sonra Ebü’l-Ferec el-Muâfâ b. Zekeriyya en-Nehrevânî (ö. 390/1000);  Ali b. Abdilaziz b. Muhammed ed-Dûlâbî (ö. 335/946); Ebü’l-Hasan Ahmed b. Yahyâ b. Ali b. Yahyâ b. Ebû Mansûr el-Müneccim (ö. 327/938); Ebû Bekr Ahmed b. Kâmil el-Bağdâdî (ö. 350/961) gibi fakih talebelerinin etkisi büyük olmuştur.


3) Taberî Mezhebinin Literatürü

Mezhebin literatürünü, Taberî’nin ve öğrencilerinin eserleri oluşturmaktadır. Bu eserlerden bir kısmı günümüze ulaşmış ise de bu eserlerin büyük bölümü günümüze ulaşmamıştır. Mezhebe dair eserleri şu şekilde verebiliriz:

Taberî’nin telif ettiği eserler: Câmiu’l-Beyân an Tefsîri Âyati’l-Kur’ân; İhtilâfu’l-Fukahâ;  Sarîhu’s-Sünne; Tehzîbu’l-Âsâr.

Taberî’nin eserlerinden başka öğrencilerinin de mezhep kapsamında yazmış oldukları eserler bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Ebü’l-Ferec el-Muâfâ b. Zekeriyya en-Nehrevânî İbn Tarâra’ya ait olanlar:  Şerhu Kitabi’l-Hafîf li’t-Taberî; Ecvibetü’l-Câmi’i’l-Kebîr li Muhammed b. el-Hasan; er-Red ale’l-Kerhî; er-Red alâ Davûd b. Ali; el-Medhal ilâ Mezhebi’t-Taberî ve Nusretü Mezhebihi; el-İcma‘ fî’l-Fıkh.

Ebü’l-Hasan Ahmed b. Yahyâ’ya ait olanlar: Kitâbu’l-Medhal ilâ Mezhebi’t-Taberî; Kitâbu’l-İcmâ‘ fi Fıkhı Mezhebi Ebî Ca‘fer.

Ebû Bekr b. Kâmil et-Taberî’ye ait olanlar: Kitâbu’l-Medhal ilâ Mezhebi’t-Taberî; Kitâbu’l-İcmâ‘ fi Fıkhı Mezhebi Ebî Ca‘fer.


4) Taberî Mezhebinin Sona Ermesi ve Sebepleri

a-Taberî mezhebinde, mezhebin kurumsallaşmasını sağlayacak, fıkıh alanında temayüz etmiş şahsiyetlerin ve eserlerin azlığı.

b-Taberî mezhebi fakihlerinin fıkıh dışında başka ilimlerle de meşgul olmaları. 

c-Taberî mezhebinden önce diğer mezheplerin yaygınlaşmış olması.

d-Taberî’nin yaşadığı döneme kadar oluşmuş olan mezheplerin o günkü insanların ihtiyaçlarını genel olarak karşılıyor olması.

e-Hanbelîlerin, Taberî mezhebine karşı şiddet yanlısı tutumları. Taberî, Bağdat’a yerleştikten sonra Zâhirî e Hanbelîlerle zaman zaman tatsızlıklar yaşamıştır. Onlardan çeşitli eziyetler, hakaretler, ithamlar görmüştür. Mesela Hamevî’nin naklettiğine göre: Taberi, İhtilâfu’l-Fukahâ adlı eserini Hanbeliler’den korkusu yüzünden ölünceye kadar ortalığa çıkarmaz. Öldükten sonra bu kitabı toprağa gömülmüş halde bulurlar. Öğrencileri çıkarıp tekrar yazarlar.

Mezhebin Usûlü

Taberî’nin dönemi, mezheplerin usûllerinin ana hatlarıyla oluştuğu dönemden hemen sonraya rasladığı dönemdir. Üstelik Taberî, fıkıh usûlünü ilk tedvin eden Şâfiî’nin ileri gelen talebelerinden ders almış ve bir müddet Safiî mezhebine göre fetvalar da vermiştir. Diğer taraftan Ebû Hanife, Malik ve Sevrî gibi müçtehitlerin mezheplerini de öğrenmiştir. Bütün bunlar dikkate alındığında, Taberî’nin de içtihatlarında benimsediği müstakil bir usûl ortaya koyması tabii ve mümkündür. Taberî’nin gerek tefsirinde, gerekse fıkıh kitaplarında onun sık sık Kitab, sünnet, icmâ ve kıyas kelimelerini vurgu yaptığı görülür. Hatta birçok eserde Taberî’nin fıkıh usûlü konusunda el-Vecîz fi’l-Usûl adında bir eserinin olduğu belirtilmiştir. Bu eser maalesef günümüze ulaşamamıştır.

Taberî, icmâli delilleri, “delil” veya “hüccet” diye zikretmektedir. Eserlerine baktığımızda onun sık sık “asl” olarak nitelendirdiği bir şeylerin varlığını ve bundanda kastının Kitâp, sünnet/haber, icmâ olduğunu ve bunlara atfen kıyaslar yaptığını görmekteyiz. Taberî’ye göre;

Nas: Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünneti,

Delil: İçtihadın vesileleri,

Asl: Kitâp, Sünnet ve icmâ,

Asla benzer şey: Kıyastır.

1) Şer'î Delilleri:

a-Kitap

Taberî’ye göre İslam’ın ana kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’ın lafız ve manası Arapça’dır. Ondaki kelime, deyim ve ifadelerin başka bir dilden alındığı söylenemez. Ona göre Kur’an kelimeleri Arapça olduğuna göre onların delalet ettiği manalar da Arapça olmalıdır. Taberî’ye göre Allah’ın, Kur’an’da tercih ettiği kelime ve manalar, Arapların fasih kullanımlarıdır. Bir kelimenin asli manasını bırakarak, fer’i manalarına yönelmek doğru bir yaklaşım değildir.

Taberî, te’vili Arap dilinden uzaklaşma olarak görür. Kur’an’ın aynı anlama gelen farklı lehçelere ait kelimelerle indirildiğini, hepsinin de muradının aynı olduğunu kabul etmektedir. Ona göre Müslümanlar için Hz. Osman’ın mushafından başkası yoktur.

Taberî, sahih olarak gelen rivayetlerin hepsine mümkün olduğunca işlerlik kazandırmaya çalışır. Örneğin abdest ayetindeki ayet-i kerimesindeki “ercüleküm” kelimesini mecrur olarak “ercüliküm” şeklinde de okumuştur. Taberî, ilgili ayetteki “ve ercüleküm” ve “ve ercüliküm” kıraatlerini birleştirerek her ikisiyle birlikte amel etmesi ve ayakları sadece yıkama veya mesh etmenin yeterli olamayacağını, aksine ayakların tümünün su ile ıslatılarak yıkanması ve el ile de mesh edilmesi gerektiği görüşünü savunmuştur.

Sahih ve mütevâtir kıraatleri “meşhur” ve “müstefiz” terimleriyle ifade eden Taberî, genel olarak tevâtür derecesine ulaşmamış kıraatleri ise “şâz kıraat” terimiyle ifade etmektedir. Taberî, şaz kıraatleri belirlemede Hz. Osman’ın mushafını esas almış, ona uymayan kıraatleri reddetmiştir. Taberî kıraatler arasında tercih yaparken bazan ulemânın ekserisinin kabul ettiği kıraatleri bazen de aynı konuda birden fazla sahih kıraat olduğu takdirde fıkhına uygun olanı tercih etmiştir.

Taberî’ye göre ayetler muhkem ve müteşabih ayetlerden oluşur. Muhkem ayet; beyan ve tafsil yönünden açık ve sağlam olan, helal-haram, emir-nehy, ecir-azap, haber ve öğüt gibi konularda delaleti açık ve sabit olan ayetlerdir.

Taberî, Kur’anda neshin varlığını kabuletmektedir. Ona göre nesih, haramı helal, helali haram, mubahı yasaklı, yasak olanı mubah, nehyi emre, emri nehye dönüştürebilir. Haram-helal, emir-yasak ifadeleri içermeyen haberlerde ise nesih söz konusu değildir. Taberî, Kur’an’ın indirilişindeki tedricilik prensibi ve akıl bunun varlığını makul kılacağını ifade eder.

b-Sünnet

Taberî’ye göre, sünnet, İslamî teşrîde ikinci kaynaktır. Sahih sünnet ile amel vaciptir. Kur’an’ın muradını anlamada en temel kaynak sünnettir. Hz. Peygamber’in sünneti Kur’an-ı Kerim’in birinci derecede açıklayıcısı olup sahih ve sarih sünnetin bulunduğu yerde içtihat caiz değildir. O, özellikle Kur’an’ın mücmel ayetlerini tefsir etmede Hz. Peygamber’in hem kavlî hem de fiilî sünnetinin önemli rol oynadığını ifade eder. Mesela hırsızın elinin kesilmesine dair ayetteki elin kesilebilmesi için gerekli nisabın çeyrek dinar oluşu, zekâttaki nisab miktarlarının tespitleri kavlî sünnet ile belirlenmişken, hac ve namaz ile ilgili ayetlerin tefsirinde ise Hz. Peygamber’in fiilî sünnetleri delil olarak kullanılmıştır.

Sünnetin kaynaklık değeri bağlamında Taberî, Rasûlullâh’ın helâl ve haram kılma yetkisinin olduğunu ifade eder. Ancak, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin tamamının vahiy kaynaklı olmadığı kanaatindedir. Ona göre hüccet olabilecek haber, müşahede ve semâ‘ yoluyla elde edilir. Nitekim hakikat, idrak olunan ve kendisiyle marifete ulaşılabilen, ancak rivayete dayanan bir delil olmalıdır. Dolayısıyla hakikate ulaştıran haber ya Rasûlullâh’dan bizzat şifahen işitilendir ya da bir delil olarak Rasûlullâh’tan amelen nakledilen mütevâtir haberdir. Duyanın tasdikini ve ona göre amelini gerektiren diğer haberlere de müstefîz veya güvenilir bir ravinin haberi denir.

Taberî, haberlerle ilgili bu kavramların yanı sıra, en-naklü’l-âmme ve en-naklü’l-hâssa şeklinde iki nakil türünden de söz eder. Sünnetin/hadisin tekdüze olmadığını, sübutu ve delaleti bakımından farklı dereceleri bulunduğunu kabul etmektedir. Gerek taksimi gerekse kullandığı terimler bakımından onun sınıflandırması incelendiğinde Hanefî ve Şâfiî usüllerinde görülen sınıflandırmanın karması bir derecelendirme olduğu, bununla birlikte Hanefîlerin anlayışına daha yakın durduğu gözlenmektedir.

Taberî sünneti/hadisi mütevâtir/mütezahir, müstefiz ve ahad olarak taksim etmekte, böylece cumhurun ahad içinde telakki ettiği müstefizi Hanefîlerin meşhuruyla birleştirmektedir. Hadis türlerini sınıflandırırken aslında “mütevâtir” lafzını açıkça kullanmaz ise de mütevâtir haberi kabul eder ve bu terimin tanımını da yapar. Kabir azabının varlığı, visal orucunun yasaklanması ve Hz. Peygamber’in şefaatinin ümmetinden büyük günah işleyenlere de olacağına dair Rasûlullâh’dan gelen haberlerin mütevâtir haber kapsamında olduğunu kabul eder. Eserlerinde zaman zaman fiilî / amelî tevâtürden söz ettiğini de görmekteyiz. Zira bu konudaki tevâtür, şüpheyi ve özrü ortadan kaldırıcı bilgiye ulaştıracak niteliktedir. Taberî bazen “mütevâtir” kelimesi yerine; birbirini destekleyen anlamına gelen “mütezahire” kelimesini veya aynı kökten türeyen başka ifadeleri kullanmaktadır. Ona göre de mütevâtir hadis  kat’ıyyet ifade eder.

Taberî’nin, “müstefîz” haberi mütevâtire yakın bir tanımlamayla meşhur haber yerine kullandığı eserlerinde görülmektedir. O, Hz. Peygamber’in binek üzerinde vitir namazı kılmasıyla ilgili olarak gelen haberleri, müstefiz düzeyinde kabul ettiğini ifade ederek bir konuda bu nitelikte bir haber varsa, bu haber kişiyi âhâd rivayetten müstağnî kılar.

Taberî, haber-i vâhidi; “Âdil bir kişiden veya varlığı özrü / mazereti ortadan kaldırmayan ve ilmi zorunlu / gerekli kılmayan bir cemaatten nakledilip, ancak hakkında varid olduğu konuyu tasdiki gerektiren, yani kendisiyle amel edilmesi gereken haberdir” şeklinde veya kısaca “tevâtür derecesine erişmeyen hadis” olarak tanımlamıştır. Âhâd haberleri delil olarak sıklıkla kullanmıştır.

Taberî, hem sahabinin mürselini, hem de birçok tabiûnun mürselini kabul etmektedir. O, mürsel hadisin III. asra kadar tüm âlimler tarafından kabul edildiğini, bundan sonra bu geleneğin terk edildiğini ve dolayısıyla da bid’ate düşüldüğünü ifade eder.

c-İcmâ

Taberî’nin, fıkıh, tefsir, hadis ve kıraat konularını ele alırken sık sık icmâya atıflarda bulunduğunu görürüz. İcmânın sadece dinde bilinmesi zaruri olan konurlarla sınırlı olmayacağını ifade eden Taberî, icmâ ehlini “muhalefet edilmesi doğru olmayan”, “hata etmesi mümkün olmayan” gibi ifadelerle nitelemektedir. Onun usûlünü değerlendiren bazı usûlcülerbir, iki, üç veya tevâtür sayısına ulaşmayan ya da azınlıkta kalan miktarda muhalif kimselerin bulunmasının, onun nezdinde icmânın oluşmasına zarar vermeyeceğini savunduğunu belirtirler.

d-Kıyas

Taberî, birçok usûl âlimi gibi kıyası müçtehidin bir fiili olarak görmüş ve birçok meselede kıyasa müracaat etmiştir. O kıyasın kaynağı (asl) olarak Kur’an, sünnet ve icmâyı kabul eder ve bunlar üzerine kıyaslar yapar; kendisi icmâ üzerine kıyas yapmayı meşru görenlerdendir.

e-Maslahat-ı Mürsele

Taberî’nin, Cüveynî’den önce maslahat terimini kullandığını ve birçok meselede maslahata göre hüküm verdiğini müşahede etmekteyiz. Mesela hırsızlık ve zina suçuna verilen cezaların hem birey hem de toplum açıcından fayda sağladığını, miras paylaşımındaki takdir edilen miktarların adalet ve huzura katkı sağladığını, vasinin yetimin malından yemesi, zekâtın birey ve toplum üzerinde çok önemli fonksiyonlarının olduğunu, bunların hepsinin insanların maslahatını temin ettiğini vurgulamıştır.

f-Örf

Taberî’ örfe göre tercihlerde bulunmuştur. Örneğin Maide suresindeki “Îyd” kelimesinin anlamını kesin bir şekilde ortaya koymak için halkın bu kelimeyi bayram anlamında kullandığını belirtmiş ve “ibadet yapılan gün” anlamını terk ederek bayram anlamı vermiştir. Ayrıca, ister kavlî olsun isterse fiilî olsun örfün nassı tahsis edici olduğunu kabul etmiştir.

g-Sahabe Kavli

Taberî’nin tefsirindeki en temel kaynaklarından birisi sahabe sözleri ve yorumlarıdır. Özellikle içtihat ve kıyas yoluyla bilinmesi mümkün olmayan fıkhî konularda onların görüşlerini kendi görüşüne tercih etmiştir. Sahabenin kendi aralarında ihtilafa düştüğü durumlarda ise onlardan birini tercih etmiştir.

h-İstihsan

Taberî’nin istihsanı kullandığına dair bir veri bulunmamakla birlikte eserlerinde onun istihsana karşı olduğunu gösteren birtakım işaretler vardır. Kendisine nispet edilen İbtatü’l-İstihsan adlı kitabı, Şâfiî’nin er-Risâle’sindeki “Kitâbu İbtâli’l-İstihsan” adlı bölümle paralellik arz etmektedir.

2)Taberî’nin Fıkıh Usulü ve İçtihadının Karakteristik Yapısı:

Taberî mezhebinin özgünlüğünü ortaya koyan karakteristik yapısı usûl ve furuu fıkha dair görüşleri çerçevesinde şu şekilde özetlenebilir.

a-Ehli Sünnet Usûlüne Bağlı Kalma

İbn Cerîr et-Taberî’nin fıkıh düşüncesi ve fıkıh usûlündeki metodu genel olarak meşhur dört mezhep ve cumhur ulemânın izlediği yola benzemektedir. Bu yol zaten ana hatlarıyla Kur’an, sünnet, icmâ, kıyas kaynaklı olup; emirler, yasaklar, umûmî ve husûsî lafızlar, mücmel, müfesser gibi lafızların delaletleriyle ilgili bölümleri içermektedir. Yine tüm usûl kitaplarında olduğu gibi nesih, tearuz-tercih, teklifi hükümler gibi konular da onun usûlunün temel konularındandır. Ancak Taberî, yeri geldiğinde cumhura muhalefetten de geri durmamıştır.

b-Hadis ve Reyi Uzlaştırma

Taberî’nin hadislere, sahabe ve tabiun kavillerine çok geniş yer verdiği görülür. Ayrıca o bu rivayet malzemesini kendi isnadıyla zikretmektedir. Ancak o bu rivayet malzemesini ortaya sermekle yetinmemektedir. Rivayetleri zikrettikten sonra onları değerlendirmekte, sahih olanı zayıf olandan ayırmakta, dil kuralları ve anlam bakımından nassları açıklamakta, konuyla ilgili fıkhi görüş ve içtihatları tenkide tabi tutmakta ve sonuçta kendi tercihini ve içtihadını ortaya koymaktadır.

c-Nasslar Arasındaki Bütünlüğü Dikkate Alma

Taberî fıkhi hükümlerle ilgili ayet ve hadisleri birlikte değerlendirmeye önem vermektedir. Bu sebeple o, bir meselenin fıkhî hükmünü araştırırken o meseleyle ilgili tüm ayet ve hadisleri bir araya getirirdi. Bu nasların tarihsel sıralanışlarına, mutlak olup olmayışlarına, sebeb-i nuzûllerine bakarak hükümler çıkartmıştır.

Taberî, ilahi naslar ve hükümler arasında gerçek manada bir çelişki/tearuz olmayacağını söyler. Bir kıyas veya muteber şer’î ilke gibi bir delil olmadan zahiri mananın dışına çıkılamayacağını düşünür.

d-Makâsıdu’ş-Şerîa’ya Önem Verme

Taberî, nassların bütünlüğünü dikkate alarak İslam dinin genel bakış açısı, mantığı ve hükümlerin gayelerini gerçekleştirme doğrultusunda makâsıdu’ş-şerîa’ya göre hükümler verirdi.

e-Aklı Selime Uygun Hareket Etme

Taberî aklıselime aykırı hüküm vermezdi. Örneğin necasetin izalesinde sadece suyu şart koşmaz, necaseti izale eden gülsuyu veya kimyevi temizlik maddeleri gibi bir temizleyici ile temizlenmesi durumunda bunu kâfi görürdü.

f-Nassların Zahirini Koruma

Taberî, nassın zahirine tutunur ve onunla amel ederdi. Ona göre zahir, lafızla ilgili akla ilk gelen mana olup, dili bilen herkesin anlayabileceği, tevil ve tahsise açık olan sözdür. Eserlerine birçok yerde lafzın zahirinden hareketle hükümler verdiğini görmekteyiz.  Bazen cümlenin Arapça terkibine bakarak da hüküm vermiştir.

Netice olarak Taberî, elinde somut ve sahih bir delil olmadan Kur’an ve sünneti ne teyit ne de takyîd ederdi. İncelediği konuyla ilgili rivayetleri naklettikten sonra, onları değerlendirmelere tabi tutmakta, sahih olanı zayıf olandan ayırmakta, dil kuralları ve anlam bakımından nasları açıklamakta, konuyla ilgili fıkhî görüş ve içtihatları tenkide tabi tutmakta ve sonuçta kendi tercih ve içtihadını ortaya koymaktadır.

g-Teoriden Çok Ameli Hükümlere Yönelme

Taberî’nin fıkıh usûlüne dair görüşleri sadece nazari görüşler değil, bilakis kaynağını Kur’an ve Sünnet metinlerinden alan, mana ve hükümler içeren tatbiki mümkün olan amelî görüşlerdir.

h-Kolaylık Prensibini Esas Alma

Taberî, İslam’ın kolaylık prensibine itibar ederek hareket etmeye çalışırdı. Örneğin Ramazan ayında yolcu olanın oruç tutması mı daha hayırlı, yoksa iftar etmesi mi? sorusuna o, kişinin kolayına geleni almasının daha hayırlı olacağını ifade etmiştir.

i-Muhayyerliği Mükellefe Bırakma

Kendinden önce ortaya konan içtihat ve görüşleri toplayan Taberî kimi zaman bu görüşler arasında bir çelişki görmemiş ve gerektiği zaman bu farklı görüşlerin her biriyle ayrı ayrı amel edilebileceğini söylemiştir. Mesela Taberî’ye göre namazda rükuya giderken ve rükûdan kalkarken ellerin kaldırılması veya kaldırılmaması caizdir.

j-Başka Mezhebi Taklidi Caiz Görme

Taberî bir müçtehit olmasına rağmen kendi görüşünde taassuba düşmemiş, kendinden önceki müçtehitler bir görüş bildirmişler ise kişinin dilerse onlara tabi olabileceğini ifade ederdi. Eğer oların görüşleriyle ikna olmazlarsa o zaman kendi özgün görüşünü kabul etme yolun önerirdi. O, eğer fakihler bir konuda ittifak etmişlerse ona itibar eder, aksitakdirde kendi tercihini ortaya koyardı.

Füru' Fıkha Dair Görüşleri

Taberî’nin furuu fıkha ait birçok özgün görüşleri bulunmaktadır. Bunların bir kısmı daha önce tâbi olduğu Şâfiî mezhebinden farklı olan, diğer kısmı ise dört mezhepten farklı olan görüşleridir. Bir fikir vermesi açısından bazılarını burada şöylece özetleyebiliriz:

Mesela kadına dokunmanın abdesti bozmadığı ve namazda ilk ka’denin de farz olduğu görüşüyle Şâfiî mezhebinden ayrılırken, abdest esnasında dirseklerin ve topuk kemiklerinin yıkanmasının gerekmediği, abdestte ayakları hem yıkamanın hem de meshetmenin gerekli olduğu,  cünüp olan kimsenin Kur’an okumasının caiz olduğu, yırtık mest üzerine mutlak anlamda mesh yapılabileceği, Kabe dışındakiler için, namaz için Kâbe’ye yakın veya uzak olsun kıble cihetine yönelmenin kâfi olduğu, rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ellerin hem kaldırılıp hem de kaldırılmamasının caiz olduğu, seferîlik halinde seferîlik hükmünün işlerlik kazanabilmesi için fiilen meşakkatin bulunması gerektiği, cenaze namazının abdestsiz kılınabileceği, ramazan ayı boyunca deli olup sonra akıl sağlığına kavuşan kişinin tüm ramazanı kaza edeceği, imsak vakti girmedi zannederek hata ile oruca imsak sonrasında başlaması sebebiyle o günkü orucunu kaza etmesinin gerekli olmadığı, boşanan kadınlara her durumda müt’a vermenin erkekler üzerine vacip olduğu, ayrıca vadeli borçlarda borcun yazılmasının farz olduğu ve alış-verişlerde şahit tutmanın şart olduğu görüşleriyle de Şâfiî mezhebinin dâhil olduğu dört mezhebin görüşlerinden ayrılmaktadır.

Son olarak burada, bütün olarak ele alındığında Taberî mezhebinin kendi şahsına münhasır özgün usul ve füruu fıkıh içtihatlarıyla müstakil bir mezhep olduğunu, Şâfiî mezhebi başta olmak üzere diğer mezheplere benzerliklerinin bulunmasının da bu durumu değiştirmeyeceğini düşünmekteyiz.

Sonuç olarak, İslam hukuk tarihinde yer alan Taberî/Cerîriyye mezhebi, uzun ilmi seyahatlerde bulunup dönemin neredeyse bütün ilimlerine vakıf olan İbn Cerîr et-Taberî tarafından Bağdat’a yerleştikten sonra hicri III. yüzyılda kurulmuş ve teşekkülünden sonra yaklaşık iki buçuk asır boyunca varlık göstermiştir.

Taberî’nin yaşadığı asır fıkhın olgunlaştığı ve mezheplerin içtihat usûllerinin belirginleştiği bir döneme denk gelmektedir. Bunun yanında bu dönem mevcut mezheplerden bağımsız içtihat yapma kapısının açık olması ve dolayısıyla taklit anlayışının henüz yerleşmemesi, içtihat yeterliliği kazanan Taberî’nin bağımsız hareket ederek mezheb kurmasına yardımcı olmuştur. Onun usûl düşüncesinin daha önce müntesibi olduğu Şâfiî mezhebinden farklılık arz etmeye başlaması da bağımsız bir mezhep kurmasında etkili olmuştur.

Taberî, mezhebini tesis ederken, sünnî mezheplerin fıkıh ve usûl müktesebatından oldukça istifade etmiştir. O esnada var olan usûl ve terimleri kullanmıştır. Dolayısıyla Taberî mezhebinin genel yapısı sünnî mezheplerle benzerlikler arz emektedir. Ancak bu benzerlik diğer mezheplerin aynısı olma anlamına gelmemektedir. Zira Taberî kendi içtihatlarını her hangi bir mezhebe nispet etmediği gibi, oluşturduğu mezhep de bütün yönleriyle Şâfiî mezhebi dâhil her hangi bir mezhebe birebir benzerlik arz etmemektedir. Ayrıca Taberî’nin bağımsızlığını savunması yanında, mezhebinin müstakil bir mezhep olduğu da tarihi bir vakıadır.

Taberî’nin sünnî fıkıh usûlünü benimsemesi, Hz. Ali’yi öven yazıları yanında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Abbas ailesini öven eserler de ortaya koyması, Hz. Peygamber’den sonra oluşan olayları ve grupları değerlendirirken Cehmiye, Mu’tezile, Murcie, Havaric ve Şîa mezheplerine ehli bid’at demesi onun sünnî olduğunu gösteren önemli delildir.

Taberî’nin ayaklara meshetmeye cevaz vermiş olması, şiîliğine kanıt olarak gösterilmektedir. Bu konuda Âlûsî Taberî’nin, çıplak ayağa meshetmek gerektiğini savunan şiîlerden Muhammed b. Muhammed b. Cerir b. Rüstem adlı kişiyle isim ve künye benzerliğinden dolayı karıştırıldığını ileri sürmektedir. Burada belirtelim ki, Taberî şiîlerin kabulüne aykırı olarak ayaklara mest giymenin caiz olduğunu da kabul etmiştir. Bu da onun sünnî olduğunu gösteren kuvvetli deliller arasındadır.

Taberî mezhebinin kısa denebilecek bir süre içerisinde varlığını kaybetmesinin sebepleri arasında mezhebin kurumsallaşmasını sağlayacak fıkıh alanında temayüz etmiş şahsiyetlerin ve eserlerin azlığı; bu mezhebin fakihlerinin fıkıh dışında başka ilimlerle de meşgul olmaları;bu mezhepten önce diğer mezheplerin yaygınlaşmış ve o günkü toplumun dinî ihtiyaçlarını genel olarak karşılıyor olmasının, insanların zaten amel ettikleri mezhebi bırakıp benzer bir mezhebe geçmelerine hacet bırakmaması; diğer tarfatan bu mezhebin Şâfiî mezhebinden ayrılmış olmasının, yeni bir mezhep olarak algılanmasını önlemesi; dahası o dönemde Bağdat’ta yoğun bir nüfusa sahip olan mutaassıp Hanbelîlerin ve bazı Şâfiîlerin aleyhte tutumları, hatta onu Şîa taraftarı olarak göstermek istemeleri; siyasî çalkantılar ve Taberî’nin yöneticilere karşı mesafeli tutumu gibi faktörler dikkat çekmektedir.

Taberî’nin usûl düşüncesinde başta Kur’an ve sünnet olmak üzere icma, kıyas, maslahat, örf, sahabe kavli gibi delil ve yöntemler dikkat çekmekte, istihsan geçersiz sayılan deliller arasında yer almaktadır.

Taberî’nin fıkhî görüşleri ve usûlü incelendiğinde onun zaman zaman ehl-i hadisle, bazan da ehl-i reyle muvafık düşündüğü görülür. Bu yüzden Taberî mezhebi o her iki ekolü bünyesinde birleştirebilmiş bir mezhep olarak yorumlanabilir. Onun bu özelliği kazanmasında tefsirini oluştururken özellikle hadis ve rey bakımından her iki yönü temsil eden sahabilerden İbn Abbas ve İbn Mes’ûd ekolünü temel alması ve hocası Müzenî’nin Şâfiî mezhebi yanında zaman zaman Hanefî mezhebine de müracaat ettiğini görmesi etkili olduğu gibi, kendisinin rey ve hadis ehlinin o zamanki neredeyse bütün müktesebatını hazır bulması ve hepsinden istifade etmeye çalışması da etkili olmuştur. Nitekim ileriki zamanlarda fıkıh usûlü ile ilgilenenler de karma/memzuc usûl oluşturma eğiliminde bulunmuşlardır. Ne var ki, söz konusu mezhebin bu yapısı derlemeci bir mantıkla oluşturulduğu şeklindeki bir yoruma da açık gözükmektedir. Ancak, bu mezhebe ait yararlandığımız kaynaklar mezhebin ilk kaynakları olduğu, Taberî’nin usulü ile talebelerinin bunun üzerine yaptığı şerhleri inceleme imkânımız olmadığı için tabilerinin devam ettiği iki asırlık dönemde mezhebin son durumuna ilişkin yorum yapma imkanımız bulunmamaktadır.

Taberî’nin furuu fıkha ait bazı özgün görüşleri bulunmaktadır. Bunların bir kısmı daha önce tabi olduğu Şâfiî mezhebinden farklı olan, diğer kısmı ise dört mezhepten farklı olan görüşleridir.

Eserleri

Taberî, ilgilendiği ilim dallarında sadece mevcut bilgileri derleyen değil, aynı zamanda pek çok konuda kendi görüşlerini ortaya koyan bir âlim olarak hem çok çeşitli konularda hem de çok sayıda eser telif etmiştir. Kişilerin ve ekollerin fikir yapısını ortaya koyma açısından belirleyici olan kimi tartışma konularındaki görüşleri ve bir mezhep imamı olması Taberî’nin kendine özgü bir fikir dünyasının oluştuğunu açıkça göstermektedir.

Günümüze Ulaşan Eserleri

Basılmış eserleri:

  • Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân/Te’vîli’l-Kur’ân (Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Eser ve’l-Kur’ân.
  • İhtilâfu’l-Fukahâ (İhtilâfu Ulemâi’l-Emsâr fî Ahkâmi Şerâi’ı’l-İslam).
  • Sarîhü’s-Sünne.
  • Târîhu’r-Rusül ve’l-Mülûk (Târîhu’r-Rusül ve’l-Enbiyâi ve’l-Mülûk ve’l-Hulefâ): Eser; Târîhu’r-Rusul ve’l-Mülûk ve Ahbârihim, Kitâbu Ahbâri’r-Rusul ve’l-Mulûk adlarıyla da zikredilmektedir.
  • Tehzîbu’l-Âsâr (Tehzîbu’l-Âsâr ve Tafsilü’s-Sâbit an Rasûlillahi Sallallahu Aleyhi ve Sellem mine’l-Ahbâr).
  • Zeylü’l-Müzeyyel.
  • Taberî’nin günümüze ulaştığı halde tahkik edilerek basılmamış olan eserleri ise şunlardır: Kitâbu’l-Akîde, el-Basîr fî Meâlimi’d-dîn, el-Câmi’ fi’l-Kırâât, Hadîsü’l-Himyân.

Günümüze Ulaşmayan Eserleri:

Âdâbu’l-Menâsik, Edebu’n-Nufûsi’l-Ceyyide ve’l- Ahlâkı’n-Nefîse, Âdâbu’l-Kudât vel-Mehâdır ve’s-Sicillât, el-Kırâat ve Tenzîlu’l-Kur’ân, Basîtu’l-Kavl fî Ahkâmi Şerâi’i’l-İslâm, Fedâilu Abbas, Fedâilu Ali b. Ebî Talib, Fedâilu Ebî Bekr ve Ömer, Kitâbu’l-Fetvâ, Kitâbu’l-İ’tizâr, Latîfu’l-Kavl fî Şerâi‘ı’l-İslâm, el-Hafîf fî Ahkâmi Şerâi’i’l-İslâm, Kitâbu İbârati’r-Ru’yâ, Kitâbu’l-Libâs, Merâtibu’l-Ulemâ, el-Müsnedü’l-Mücerred, er-Red alâ zî’l-Esfâr, Kitâbu’s-Salât, Kitâbu’l-Vakf, Muhtasaru’l-Ferâiz, Kitâbu’l-Müsterşid, er-Red alâ’l-Hurkusiyye.

İmam Taberî’ye nispet edilen daha birçok eserler vardır. Biz burada bu kadarla iktifa etmenin uygun olacağını düşünmekteyiz.


  • Ali Yüksek, İslam Hukuk Tarihinde Taberî Mezhebi, Üniversite Yayınları, Samsun 2014.
  • Abdulmecid Abdullah, el-İmam Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî ve Menhecuhû fi’l-Fıkhı’l-İslamî, Camiatü’l-Ürdüniyye, Ürdün 1997.
  • Ertuğrul Boynukalın, İbn Cerîr et-Taberî ve Fıkıh Düşüncesi, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2011.
  • Fatma Akdokur, “Tehzîbu’l-Âsâr Bağlamında Taberî’nin Hadisçiliği”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2010.
  • İbrahim Muhammed Selkînî, “Hayâtu’t-Taberî ve Fıkhuhû ve İctihâduhû”, el-İmâmu’t-Taberî Fakîhen Müerrihan Müfessiran ve Âlimen bi’l-Kırâat, Silsiletü’d- Dirâsâti’l-İslâmiyye, Dâru’t-Takrîb, Beyrut 2002.
  • Atik Aydın, Taberî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2005.
  • Muhammed Desûkî, el-Cânibu’l-Fıkhî fî Tefsîri’t-Taberî, Dâru’t-Takrîb, Beyrut 2002.
  • Fatih Bayar, “Taberî’nin Tefsir Metodolojisi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 2008.
  • Muhammed Hasan İsmail, el-Ahkâmu’l-Fıkhıyye li’l-İmam et-Taberî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2000.
  • Ebû Ali el-Fadl b. Hasan et-Tabersî, Mecma‘u‘l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1986.

 

Atıf Bilgisi

Taberî. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/taberi/4479