Sultan Ahmet Camii
1609-1617
Eserin Adı | Sultan Ahmet Camii |
Yeri | İstanbul |
Yapım Yılı | 1609-1617 |
Mimar | Sedefkâr Mehmed Ağa |
Peryod/Hanedan | Osmanlı Devleti |
Yönetici | Sultan I. Ahmed |
İstanbul 1609 yılına gelindiğinde Fatih, Beyazıt, Yavuz ve Süleymaniye külliyelerinden sonra beşinci padişah külliyesine kavuşur. Erken yaşta padişah olan (1603) Sultan I. Ahmed (ö. 1617) yirmi yaşındayken ataları gibi büyük bir cami yaptırmaya karar verir.
Masrafının çokluğuna, cami yaptırmayı meşru kılacak bir fetih olmadığına binaen cami inşaatına itirazlar yükselmiştir. Ulemâdan çeşitli karşı çıkışlar gelmiş hatta cami “İmansız Cami” olarak bile nitelenmiştir. Ayasofya gibi zaten var olan bir büyük caminin yanında yapılması da israf olarak görülmüştür. Buna rağmen I. Ahmed’in tahta çıkmasından altı sene önce başlayıp durdurulan Valide Camii’nin (Yeni Cami) akıbetine uğramamış olması önemlidir. Sultan Ahmed’in bu camiyi yaptırabilmesi, dönemin şartları içerisinde büyük bir başarı olarak zikredilebilir. Caminin temelinin kazılma tarihi 1609 yılının sonbaharı, temel atma tarihi ise 1610’un kış aylarıdır ve padişahın ölümünden altı ay önce, 9 Haziran 1617’de ibadete açılmıştır.
Külliyenin camiden başka diğer unsurları şunlardır: Camiye bitişik hünkâr kasrı, imaret, medrese, dârükurrâ, sıbyan mektebi, dârüşşifâ, hamam, dört adet sebil, arasta ve kiralık odalar. İmaret, dârüşşifâ ve hamam ya yıkılmıştır ya da bazı parçalar mevcut ise de orijinal hâllerinden epey uzaktırlar. Diğer birimler caminin tamamlanmasından iki yıl sonra, 1619’da tamamlanmıştır. Türbe ve medrese, cami bahçe duvarlarının kuzeydoğu köşesine yerleştirilmiştir. Böylece arada bir yapı yapılmayarak, Ayasofya ile doğrudan karşılaşma sağlanmıştır.
Seçilen yer payitahtın merkezi olan Atmeydanı’dır ve Ayasofya’nın tam karşısındadır. Bu yer seçimi hikâyesinin kısa öyküsü manidardır. Valide Camii (Yeni Cami) inşaatının yapımının durdurulması Sultan Ahmet Camii’nin yer seçimini de etkilemiş olmalıdır. 1597 yılında kalabalık bir semt olan Eminönü’nde inşa edilmesine karar verilen Valide Camii, arsa üzerindeki ve yakınındaki yapıların istimlakinden ve yıkımından dolayı beraberinde çok fazla tartışma getirmiştir. I. Ahmed padişah olana kadar (1603) yapı, tartışmalarıyla birlikte, ağır aksak ilerlemiş ve nihayet durdurulmuştu. Yapımın devamı için 1660’lı yıllar beklenecekti. Böyle bir tartışmaya tanıklık etmiş olan padişah, cami yapmaya karar verdiğinde kendisine birçok yer gösterilmişti ama o Atmeydanı’nı seçmişti. Çünkü Atmeydanı’nda istimlak edilip yıkılacak, yalnızca terk edilmiş iki saray bulunuyordu. Bu saraylar Mihrimah Sultan’la Rüstem Paşa’nın sarayı ve İsmihan Sultan’la Sokullu Mehmed Paşa’nın sarayıdır. Mirasçılara istimlak bedelleri ödenmiş ve saraylar yıktırılmıştır. Bu sarayların istimlaki daha kolay ve yaygın bir tartışma yaratmayacak bir durumdu. Risâle-i Mi‘mâriyye’de bu durum beyitlerle şöyle anlatılmaktadır:
Görün ol şâh-ı cihânun kerem ü ihsânın/Vaz‘-ı hayrâtıyçün itdi niçe yer geşt ü güzâr; Virmeyüp şâh-ı kerem ref ‘-i mahallâta rızâ/İhtiyâr itmedi kim ref ‘ olına mesken ü dâr; Var idi şehr-i Stânbûlda niçe köhne sarây/İns ü cinden yoğ idi kimse içinde deyyâr; Şehrün a‘lâ yirini tutmişidi binyeleri/Ser- be-ser olmişidi zümre-i bûma evkâr (Cafer Efendi, vr. 52a).
Sultan Ahmet Camii, İstanbul ve Osmanlı mimarlık tarihinde her daim Mimar Sinan’ın büyük camilerindeki tercihleriyle kıyaslanır. Erken bir karşılaştırmayı Evliya Çelebi yapar: “Hemân Şehzâde câmi‘i cirminde ve ol tarz üzre tarh olınup vaz‘ı esâs olınmışdur. Ammâ bunda olan kâr-ı şîrînkârlık bir diyârın cevâmi‘lerinde yokdur.” Modern dönem karşılaştırmalarında çoğu zaman Sinan’a büyük payeler verilir. Sedefkâr Mehmed Ağa’nın Sinan’ı “taklit” ettiği ama tercihlerinin ve çözümlerinin ondan daha etkisiz ve kaba olduğu sonucuna varılır. Dolayısıyla üslup bakımından Sinan camilerinden daha geridedir. Modern zamanların bireyi olarak Turgut Cansever ise her devrin kendi tercihleri olduğunu vurgular. Sinan’ın yapı bileşenlerini birbirinden bağımsızlaştırarak ya da kendi şahsiyetlerini koruyarak bir araya getirme yolları aradığını söyler. Sinan’ın gerilimli ifade arayışına karşın Mehmed Ağa ise bu bileşenleri daha iç içe ve uyum hâlinde düşünür: Şehzade Camii’nde olduğu gibi, merkezî kubbeyi dört yarım kubbeyle destekleyen Sedefkâr Mehmet Ağa da Sultan Ahmet Camii örtülü mekânının, yarımadanın son odak noktası olarak belirmesini sağlamıştır. Sultan Ahmet Camii, son cemaat yeri, cami ve minarelerinin düzenleriyle de Süleymaniye ve Selimiye’deki mimarî çözümlemelerin yeni bir yorumudur. Sedefkârlık eğitimi almış Mehmet Ağa’nın mimarisi, –gençliğinde marangozluk ve birbirine takılarak vücuda getirilen ahşap bütünlükler oluşturma sanatını öğrendiğini önemle zikreden– Sinan’ın mimarisinden farklılaşır. Sultan Ahmet Camii’nin mimarisinde belirleyici olan husus, uyum ve ahengin ifadesidir. Bu yaklaşım Sinan mektebinin diğer üyelerinin muhalefeti ile karşılaşmıştır. Geçişleri gerilimli ifadelerinden arındırıp yumuşatarak sağlayan pandantifler Sultan Ahmet’te hakim unsurlardır. Sinan’ın mimarisinde ise bu satıhlar mukarnaslarla örtülüdür. Bu yaklaşım kubbenin altındaki alanın bir geometrik düzen ve onun uzantıları ile oluşmasını ve kubbenin tam yuvarlak halinin aşağılara sarkmadan yukarıda kendi başına, bağımsız şahsiyetini koruyarak yer almasını sağlar (Cansever, s. 399-400).