Mescid-i Nebevi

(6/628)
Medine’de içerisinde Hz. Peygamber’in kabrinin de bulunduğu mescid.
- A +

Kur’ân-ı Kerim’de “takva üzerine kurulan mescid” (9/108) şeklinde bahsedilen iki mescitten biri olan Mescid-i Nebevî, bizzat Hz. Peygamber tarafından yaptırılmıştır. Hicrî 1 yılında Rebîülevvel ayında inşaatına başlanan Mescid-i Nebevî, 8 ay gibi bir sürede tamamlanmış, hicrî 7 yılı Hayber Gavzesi dönüşü genişletilerek 100x100 zirâ (yaklaşık 50 m.) ebadında kare planlı bir hale getirilmiştir. Bundan sonra Hz. Ömer’in hilafetine kadar mevcut hali büyük oranda aynı kalmış olmakla birlikte, Hz. Ömer ve Hz. Osman hilafetlerinde, mescit genişletilmiş, çevre duvarının yüksekliğini arttırılmış, zemini taş ve kum ile tesviye edilmiş, o zamana kadar hurma kütükleri ve kerpiçten müteşekkil olan yapıda taş sütun, tavan için saç ağacı, taş ve kireç kullanılmıştır (Belâzûrî, 2013, s. 5).

Bu dönemden itibaren Emevi Halifesi Velid bin Abdülmelik zamanına kadar herhangi bir değişikliğe uğramayan Mescid-i Nebevî, Ömer bin Abdulaziz’in Medine valiliği esnasında, halifenin emriyle yıkılıp genişletilerek tekrar inşa edilmiştir. Belâzûrî Fütûh’ul-Buldân adlı eserinde, h. 87 veya 88 yıllarında gerçekleşen bu olayda Hz. Peygamber’in eşlerine ait hücrelerin de yıkıldığını belirtmiştir (Bozkurt, Küçükaşçı, 2004, s. 282). Yine, Belâzûrî mescidin yapımında, halifenin, Bizans imparatorundan talebi üzerine 80 kişilik Rum ve Kıptîlerden oluşan yapı ustalarının da çalıştığını nakletmekte (Belâzûrî, 2013, s. 6), IX. yüzyıl tarihçisi Taberî ve X. yüzyıl tarihçisi Mukaddesî de bu haberi tasdik etmektedir (Bozkurt, Küçükaşçı, 2004, s. 282; Mukaddesî, 2008, s. 99). Her ne kadar ihtilaflı bir mevzu olsa da, Şam Emeviyye Camii, Kubbetü’s-Sahra gibi yapılarda Bizanslı yapı ustalarının çalıştığının bilinmesi, nakledilen bu haberin gerçekliğini kuvvetlendirmektedir. Bu genişletmede Mescid-i Nebevî’ye ilk defa minare ve mihrap yeni unsurlar olarak eklenmiştir. Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesi ve bakımı Abbâsîler döneminde de devam etmiş, h.160 yılında Abbâsî Halifesi Mehdi-Billah, kalabalıklar için yetersiz kalan Mescid-i Nebevî’yi genişletmiştir. Velid b. Abdülmelik’ten beri ilk defa genişletilen Mescid-i Nebevî, sonraki yıllarda Abbâsîler tarafından düzenli olarak tadilat görmüş ve bakımı yapılmış,  Bağdat’ın Moğollar tarafından işgaline kadar bu durum böylece devam etmiştir. 

Abbâsîlerden sonra Mescid-i Nebevî’nin bakımını Memlükler üstlenmiş, yapının hasar gören kısımlarını onarmış, yarım kalan faaliyetleri devam ettirmişlerdir. Memlük Sultanı Kalavun devrinde, Hz. Peygamber’in kabrinin üstüne, ahşap bir kubbe yapılmış, minareye düşen bir yıldırımın akabinde (1483) zarar gören Mescid-i Nebevî, dönemin Memlük Sultanı Kayıtbay tarafından esaslı bir bakıma tabi tutulmuş, Hücre-i saâdetin kubbesinin yerine daha büyük bir kubbe ve mescidin Bâbüsselâm tarafına iki kubbe yaptırılmıştır (Bozkurt, Küçükaşçı, 2004, s. 283).

Hicaz bölgesinin Osmanlı hâkimiyetine geçmesiyle Mescid-i Nebevî, neredeyse her padişah tarafından bazı tamirat ve yenilikler görmüş, 1817-1837 yıllarını kapsayan tadilatlarda Memlükler’den kalma ahşap kubbeler, taştan tekrar inşa edilmiş, bugün de aşina olduğumuz yeşil renkli kubbe (Kubbetü’l-Hadrâ) yapılmıştır. Kubbenin yeşile boyanması her ne kadar Osmanlı döneminde gerçekleşse de, bu mimarî pratik ilk defa Bağdat’taki Abbâsî halifesinin sarayında uygulanmış, sonradan yaygınlık kazanarak bu bölgenin mimarlığını tanımlayan önemli unsurlardan biri olmuştur (Ya’kûbî, 2002, s. 17-37, 98). Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevî’deki en kapsamlı imar faaliyeti I. Abdülmecid zamanında gerçekleşmiş, 1850 yılının ortalarında başlayan faaliyetler, 1861 yılında tamamlanarak Mescid-i Nebevî’nin tamamı yenilenmiştir.

1949 senesinde ilk genişletme ve imar faaliyetlerini başlatan Suud hükümeti, çok sayıda faaliyet gerçekleştirmiş, 1984-1994 yıllarını kapsayan dönemdeki büyük çaplı imar faaliyetiyle Mescid-i Nebevî, yaklaşık 650.000 kişinin ibadet edebileceği, 400.000 m2’lik bir alana sahip olmuş, minarelerinin sayısı 10’a çıkartılmış, bodrum katı garaj olarak tasarlanmıştır.

Antik Yunan, Mısır ve Roma’nın yer aldığı Doğu Akdeniz havzasının, eski Mezopotamya uygarlıklarının ve Orta Asya’ya açılan Sasanî-Pers bölgesinin kesişiminde yer alan, coğrafî yapısından ötürü bu bölgelerden neredeyse yalıtılmış bir şekilde varlığını sürdüren Arap Yarımadası, İslâmiyet’in ilk yıllarında ve daha öncesinde yapılaşmanın, kısıtlı imkânlarından ötürü seyrek olduğu, geniş çöllerle kaplı bir yerdir. Dönemin nüfus yoğunluğunun Kızıldeniz şeridindeki Hicaz’da, Yemen’de ve Körfez Bölgesi’nde bulunmasıyla beraber, bugün bile bölgenin nüfusun çoğunluğunun buralarda yaşadığı söylenebilir.

Yüzyıllar boyunca Arap Yarımadası’nın en mamur yeri Yemen ve Aden olmakla birlikte, Mekke, uzun süre şehir olamayacak bir ölçekte yerleşim bölgesi olarak kalmıştır. Medine ise çölün içindeki bir vahadır. Tek deniz yolu ulaşımı Cidde ve Câr gibi küçük limanlar olup, Hz. Peygamber’in de katıldığı ve az sayıdaki ticaret kervanları, Şam Bölgesi ve bilinen dünyanın geri kalanıyla irtibat kurabildikleri az sayıdaki mecralardır. İzole edilmiş bir şekilde, kendi imkânları ile varlığını sürdüren Arap Yarımadası’ndaki yapılar, bu sebeple birbirlerine yakın bölgelerde bile üslup ve yapı tekniği değişikliği barındırabilmektedir. Bu durumu, Hacc merkezi olan Mekke’deki yapı malzemesi ve tekniği çeşitliliğiyle (kısmen), balçık, kerpiç, hurma ağaçı gövdesi ve yapraklarından müteşekkil Medine evlerinden çıkarabiliriz. X. yüzyıl gibi geç bir tarihte bile Ahsenü’t-Takâsim yazarı Mukaddesî, çeşitli taşlardan inşa edilmiş, tik ağacından pencerelere sahip, çatıları tuğla olan ve bir şehir olarak nitelendirdiği Mekke’deki evlerden bahsederken, Medine’nin Mekke’nin yarısından daha küçük olduğunu ve Mescid-i Nebevî haricinde çevrede basit yapıların bulunduğunu belirtmiştir (Mukaddesî, 2008, s. 94-99).

Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinin akabinde yapımına başlanan Mescid-i Nebevî’nin ilk hali 60x70 zirâlık bir alana (yaklaşık 1000 m2) yayılan, temelleri taştan, çevre duvarı bir insan boyuna yakın yükseklikte kerpiçten bir yapı şeklindedir. Üç kapısı bulunan mescidin kuzey duvarı boyunca uzanan, üst kısmı hurma dallarıyla örtülmüş, hurma kütüklerinden yapılmış direklere oturtulan bir sundurması mevcuttur. Mescidin doğu duvarının güney kısmında Hz. Peygamber’in hanımları, Hz. Aişe ve Hz. Sevde için yapılan iki hücre mevcut olup kapılarından biri mescidin avlusuna açılmaktadır (Bozkurt, Küçükaşçı, 2004, s. 282). Daha sonra bu hücrelerin sayısı dokuza çıkartılmıştır. Kıble, Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilince, kıble tarafına bakan güney duvarındaki kapı kapatılmış, kuzey duvarına yeni bir kapı açılmıştır. Hayber Gavzesi dönüşü genişletilen Mescid-i Nebevî, 50 x 50 m2 lik kare formunda bir yapıya dönüşmüştür. Dört halife döneminden sonra siyasî merkez olma özelliğini kaybetmeye başlayan Medine, fethedilen bölgelerin mimarisi ve yapı malzemeleriyle zenginleşmeye devam etmiştir.

Mescid-i Nebevî’nin ilk zamanları, mimarî olarak sadeliği ve çok yönlü işlevlere sahipliği açısından bugünkü manada cami/mescit algısından uzak kalmakla birlikte, aşina olduğumuz ibadet mekânlarının elemanlarını görmemiz için ilk inşanın üzerinden yaklaşık bir asır geçmesi gerekir. Emevîler dönemindeki mescidin genişletilme faaliyetleri esnasında mihrap, şerefe gibi unsurlar eklenmiş, kökeni Şam ve Kuzey Afrika olan minareler yeni yeni ibadet mekânlarının bir parçası olmaya başlamıştır. Mukaddesî, bu dönemde Mescid-i Nebevî’nin, Şam Emeviyye Camii’nin planının esas alınarak yapıldığını kaydetmiş, Hz. Peygamber’in eşlerinin hücrelerinin de yıkılması ile yapı ilk halinden tamamen farklı bir yapıya dönüşmüştür. XII. yüzyıl seyyahlarından İbn-i Cübeyr, Hacc için Medine’ye geldiğinde, Ravza-i Şerif’in beş köşeli ve beş yüzlü olduğunu, anlatılamayacak derecede garip bir şekle sahip olduğunu, dört yüzünün de kıbleden ustalıkla saptırıldığını ifade eder. Devamında da Ömer b. Abdulaziz’in insanların burayı mescit edinmemesi için yaptırdığını belirtir (İbn Cübeyr, 2008, s. 135-136). Mescid-i Nebevî’nin en önemli kısımlarından olan Ravza-i Şerif’in bu asimetrik hali bile, bugünkü camilerin simetrik formları ile karşılaştırıldığında, bir takım şeylerin kalıplaştığına dair ipuçları vermektedir.

Bugün devam eden cami/ibadet mekânlarına dair diğer bir tartışma konusu olan, ibadet mekânlarının işlevselliği hakkında, Mescid-i Nebevî üzerinden çok sayıda veri elde etmekteyiz. Mescid-i Nebevî inşa edildiği ilk dönemlerde sadece ibadet amaçlıyla kullanılmakla kalmamış, döneme ait eğitim ve toplumsal faaliyetlerin gerçekleştirildiği, devlet işlerinin ve diğer resmi işlerin görüşüldüğü, savaş zamanı karargâh olarak kullanılan çok yönlü bir mekâna dönüştürülmüştür. İlerleyen zamanlarda ibadet mekânlarının sahip olduğu işlevler azalmaya veya etkisini yitirmeye başlamış, coğrafi ve toplumsal farklılıklar, büyüyerek daha karmaşık hale gelen işlevlere ayrı mekânlar tahsis edilmesi, cami/mescitlerin form ve işlev dengesinin değişmesi gibi pek çok nedenden ötürü bugünkü haline evrilmiştir.

 

  • Belâzûrî, Fütûhu’l-Buldân, çev. Mustafa Fayda, Siyer Yayınları, İstanbul 2013.
  • Nebi Bozkurt, Mustafa Küçükaşçı, “Mescid-i Nebevî”, DİA, c. 29 (2004), s. 281-290.
  • H. Stierlin, İmanın ve İktidarın Hizmetinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008.
  • İbn-i Cübeyr, Endülüsten Kutsal Topraklara, çev. İsmail Güler, Selenge Yayınları, İstanbul 2008.
  • Mukaddesî, İslâm Coğrafyası (Ahsenü’t-Takâsim), çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2008.
  • İbn Battuta, Seyahatnâme, çev. A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014.

Atıf Bilgisi

Mescid-i Nebevi. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/mescid-i-nebevi/3476