- A +

Tebriz şehri, Urmiye gölünün doğusunda bulunan ve kendisini Merâga’dan ayıran Sehend dağının kuzeyinde deniz seviyesinden 1350 m. yükseklikte kurulmuştur. Şehrin ismi pek çok kaynakta farklı şekilde zikredilmiştir. Nitekim Ermeniler Thavrez, Moğollar Tevrîs, Azerbaycan Türkleri ve Osmanlılar Tebriz, Pehlevîler ise Tovriz şeklinde adlandırmışlardır. Kelimenin manasına gelince, Evliya Çelebi (ö. 1095/1684) Farsça “teb-rîz” terkibinden yola çıkarak kelimeye “sıtma dökücü” anlamını vermiştir. Minorsky ise şehrin coğrafi konumundan hareketle Sehend dağının volkanik özelliklerini dikkate alarak “hararet döken, saçan” manasını vermiştir.

İklimi mutedil olan şehir, IV-VIII. (X-XIV.) asırlarda kaleme alınan coğrafya kitapları ve seyahatnâmelerde büyük ve gelişmiş bir yer olarak zikredilmiştir. Nitekim tabip, filozof ve astronomi âlimi Kutbüddîn Şîrâzî (ö. 711/1311), Şerhu’l-Kânûn fi’t-Tıbb adlı eserinde şehri “cennetlerden bir cennet olan bu beldede canların çektiği ve gözlerin beğendiği her şey vardır” şeklinde tavsif etmiştir.

Tebriz, Hz. Ömer döneminde (634-644) Kûfe valisi olan Mugîre b. Şu‘be (ö. 50/670)’nin 21/642 yılında Azerbaycan’ı fethiyle birlikte İslâm topraklarına katılmıştır. Abbâsîler devrinde Halife Harun Reşid zamanında (786-809) şehir imar edilerek surlarla çevrilmiştir. Abbâsîler’in zayıflaması ile birlikte şehir sırasıyla Sâcoğulları, Revvâdîler ve nihayet 446/1054 yılında Selçukluların hâkimiyetine girmiş, bahusus Irak Selçukluları zamanında (1118-1194) dönemin en önemli yerleşim merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bir süre Ahmedîlîlerin hâkimiyetine girse de kısa süre sonra İldenizliler tarafından barış yoluyla alınmıştır. İldenizliler burayı Azerbaycan’ın merkezi haline getirerek büyük bir saray inşa etmişlerdir (581/1186). Selçukluların inhitatını müteakiben, bu büyük mirası tevarüs eden Hârizmşahlar şehre hâkim olmuşlar ve burayı merkez edinmişlerdir (622/1225). Ancak kısa süre sonra 628/1231 yılında şehir, Moğollar tarafından işgal edilmiş ve 1256’da Moğol İmparatorluğu’nun kurucusu Cengiz Han (1206-1227)’ın torunu Hülâgû (1256-1265)’nun gelişi ile birlikte İlhanlı devletinin idarî-siyasî merkezi haline gelmiştir.

Tebriz, Hülâgû’nun on dört oğlunun en büyüğü olan Abaka Han (1265-1282)’ın tahta geçişi ile birlikte İlhanlılar’ın başşehri olmuştur. Nitekim bu tarihten itibaren şehir hem nüfusunun hem de ticari faaliyetlerinin artmasıyla gelişme göstermiştir. Ancak şehir, gerek imar faaliyetleri ile şehri mamur kılması gerekse muhtelif reformları ile şehri yeniden tanzim etmesi bakımından, en parlak günlerini Gâzân Han (1295-1304) devrinde yaşamıştır. İlhanlıların ardından şehre sırasıyla Altın Orda, Muzafferîler, Celâyirliler ve Timurlular hâkim olmuştur. Şehir bir süre Karakoyunluların hâkimiyeti altına girdikten sonra 1469 yılında Uzun Hasan tarafından alınarak Akkoyunluların başşehri haline getirilmiştir.

XVI. yüzyıla gelindiğinde şehir, Osmanlı-Safevî mücadelesi neticesinde 920/1514’te Yavuz Sultan Selim (1512-1520) tarafından hâkimiyet altına alınmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) mücadele yeniden başlamış ve XVI-XVIII. yüzyıllar arasında Osmanlılar ve Safevîler arasında el değiştirmiştir. 1827 yılında Rus işgaline uğrayan şehir, kısa süre sonra 1828 yılında Türkmençay antlaşması ile geri alınmıştır. Ancak XX. yüzyılın başlarında Ruslar tekrar taarruza geçerek şehri işgal etmişlerdir. Şehir, Rusların ardından İngilizlerin baskılarına maruz kalmıştır. Bunun üzerine Kazım Karabekir XI. Tümen’i Tebriz’e sevk etmiş ve İngilizleri püskürtmüştür (1918). Nihayet şehir, 1921’de İran-Rus antlaşması ile birlikte İran’a bırakılmıştır. Hâlihazırda -İran sınırları dâhilinde- Doğu Azerbaycan eyaletinin merkezini teşkil etmektedir.

Tarih boyunca Tebriz’de çeşitli millet ve dinlere mensup kişiler bir arada yaşamışlardır. Nitekim bu durumun oluşmasında Avrupa-Asya arasındaki en önemli toplanma ve buluşma merkezi olma vasfını haiz olan coğrafi konumu oldukça etkili olmuştur. Şehrin nüfusuna gelince, bu hususta seyyahlar mübalağalı rakamlar vermişlerdir. XV. yüzyıl seyyahı Clavijo, şehrin 200.000 nüfusa sahip olduğunu ifade ederken, XVII. yüzyıla gelindiğinde Evliya Çelebi Tebriz’in nüfusunun yaklaşık 300.000 civarında olduğunu zikreder. Ancak 1728 tahririne göre şehrin nüfusu 40.000 çıkmıştır. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde 200.000’e ulaşmıştır. Günümüzde ise 1,5 milyon olan nüfusun genelini Azerbaycan Türkleri ile Farslar oluşturmaktadırlar.

Meşhur seyyah Marco Polo (ö. 1324)’nun “Doğu-Batı arasındaki en büyük pazara sahip olan şehir” şeklinde nitelediği Tebriz, birçok geçiş güzergâhı üzerinde kurulu olması bakımından canlı bir ticaret hattına sahipti. Nitekim XII. yüzyılda İstanbul-Konya-Tebriz hattında aktif bir ticaret mevcutken, bu durum XIII. yüzyılın sonlarına doğru değişmiş ve İlhanlı-Altın Orda rekabeti üzerine Kefe-Trabzon-Tebriz ticaret yolu önem kazanmaya başlamıştır. Bu bağlamda şehir, ticaretin canlı olmasından kaynaklanan birçok gelişme göstermiştir. Muhtelif mesleklerdeki inkişafın ilk örneğini, Geyhatu döneminde (1291-1295) “çav-ı mübârek” adıyla Tebriz’de basılan ilk kâğıt para temsil etmiş, bu gelişmeyi Safevîler dönemindeki darphane faaliyetleri takip etmiştir.

Tebriz’in tarihi eserleri arasında Reşîdüddin Fazlullâh-ı Hemedânî (ö. 718/1318) tarafından inşa ettirilen, içerisinde pek çok eğitim ve kültür müessesinin yer aldığı Rab‘-i Reşîdî (709/1309), Tâceddin Ali Şah’ın Ali Şah Camii (1312-1322), Karakoyunlu Cihan Şah tarafından yaptırılan camii, medrese, kütüphane ve hamamdan müteşekkil bir külliye vasfını haiz olan Gökmescid (870/1465-66), Uzun Hasan’ın Nâsıriyye Külliyesi (889/1484) ve Kayseriye Çarşısı, Akkoyunlu Yâkub Bey’in Heşt-Bihişt Sarayı (888/1483) ve Mirza Sâdık’ın Sâdıkıyye Medresesi (XVII. yüzyıl) zikredilebilir.

Mezkûr yapılara kıyasla mümeyyiz bir vasfa sahip olan ve Tebriz’in en önemli eseri olarak nitelenen Şenb-i Gâzân Külliyesi, Gâzân Han tarafından 1303 yılında inşa ettirilmiş, yapımı yedi yıl sürmüştür. Türbe, cami, iki medrese (Hanefî-Şâfiî), hastane, rasathane, kütüphane, hamam ve odalardan müteşekkil olan külliye, aynı zamanda dönemin en önemli entelektüel merkezlerinden biridir. Tabip, filozof ve astronomi âlimi Kutbüddîn Şîrâzî’nin baş müderrisliğini üstlendiği bu külliyenin sistemi -Merâga’dan farklı olarak- İbn Sînâcılık değil doğanın matematikleştirilmesine imkân veren İşrâkîlik ile kelâmdır. Külliyede Kutbüddîn Şîrâzî’nin eğitim geleneğinin tezahürleri açıkça görülmektedir. Şöyle ki, buradaki her öğrenci mezuniyetin bir gereği olarak -çağdaş dönemdeki mezuniyet tezi gibi- Harakî (ö. 553/1158)’nin et-Tebsıra fî ‘il-mi’l-hey’e adlı eseri ile Çağmînî (ö. 618/1221)’nin el-Mülahhas fi’l-hey’e isimli eserine şerh yazmaktaydı.

Şenb-i Gâzân’ın matematik bilimlere ilaveten dini ilimlerde de -bahusus kelâm ilminde- etkin olduğu ve dönemin birçok meşhur mütekelliminin -Adudüddîn Îcî (ö. 756/1355) gibi- buradan beslendiği anlaşılmaktadır. O kadar ki, Kuzey Afrika, Tunus, Cezayir ve Fas da bu ilmî merkezden beslenmiş, İbn Haldûn (ö. 808/1406)’un hocaları Tebriz’e gelip ders görmüşlerdir. Nitekim İbn Haldûn’un hocası Âbilî için zikrettiği “bana Tebriz’den delil getirirdi” şeklindeki ifadesi bu etkiyi açıkça göstermektedir. Bu okulun yetiştirdiği önde gelen ilim adamları şu şekilde zikredilebilir: Meşhur matematikçi-optikçi Kemaleddin Fârisî (ö. 718/1319) ve hocası Cemaleddin Türkistânî, astronom Kemaleddin Türkmânî, mantıkçı Kutbüddin Râzî (ö. 766/1365) ve önde gelen talebelerinden Muhammed b. Mübârekşâh (ö. 784/1382’den sonra).

Ortaçağ’dan günümüze kadar Tebriz’de yetişmiş ve şöhrete kavuşmuş Tebrîzî nisbesiyle tanınan çok sayıda mutasavvıf, edip ve şair vardır. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Horasan bölgesi dışında Azerbaycan’da Farsça şiir yazan ilk kaside şairi olan Katrân Tebrîzî (ö. 482/1089’dan sonra), Şerhu’l-kasâ’idi (Mu‘allakâti)’l-‘asr adlı eseri ile tanınan Hatîb et-Tebrîzî (ö. 502/1109), meşhur mutasavvıf Şems-i Tebrîzî (ö. 645/1247) ve Farsça şiirler söyleyen Azerbaycan şairi Sâib-i Tebrîzî (ö. 1087/1676).

  • Abdu’l-‘Alî Kâreng, Âsâr u Ebniye-i Târîhî-yi Tebriz, Tebriz 1347 hş.
  • Ali Polat, Medeniyetlerin Buluştuğu Tebriz ve Çevresi, İstanbul 2013.
  • Ali Sinan Bilgili, “Tebriz”, DİA, c. 40 (2011), s. 219-22.
  • Cihan Aydoğmuşoğlu, Tarihte Tebriz, Ankara 2011.
  • Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: Bağdad-Basra-Bitlis-Diyarbakır-Isfahan-Malatya-Mardin-Musul-Tebriz-Van, haz. Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı, YKY, İstanbul 2010.
  • Gissou Mahmudi, “Tebriz’deki İslam Mimari Eserleri”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1993.
  • Kader Polat, “V. ve XV. yüzyıllarda Tebriz”, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara 2010.
  • Karl Jahn, Tebriz: Doğu ile Batı Arasında Bir Ortaçağ Kültür Merkezi, trc. İsmail Aka, TAD, sy. 13/24 (1980), s. 59-65.
  • Mahmood Taghizadeh Dehkhargani, “Tebriz Şehri”, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 1974.
  • Mustafa Müminî, “Tebrîz”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, c. 6 (1380/2002), s. 379-408.
  • Osman G. Özgüdenli, “XIV. Yüzyılda Tebriz’de Bir Hayır ve Kültür Kurumu: Şenb-i Gazân (Gâzâniyye)”, TD, sy. 37 (2002), s. 253-89.
  • V. Minorsky, “Tebriz”, İA, c. 12/1 (1986), s. 82-98.
  • V. Minorsky, Târîh-i Tebriz, çev. Abdu’l-‘Alî Kâreng, Tahran 1958.

Atıf Bilgisi

Tebriz. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/mekanlar/tebriz/45