- A +

Konya şehri, İç Anadolu bölgesinde aynı ismi taşıyan ovanın batı kısmında yer alan ve yüksekliği 1000 metreyi bulan bir düzlükte kurulmuştur. Şehrin adı hakkında birçok fikir ileri sürülmekle beraber yaygın görüş Frig dilindeki Kawania’dan geldiği ve bu ismin de daha sonra Konion şekline dönüştüğü yönündedir. İslâm kaynaklarında da şehrin adı -menşeine mutabık olarak- Kûniye şeklinde geçmektedir. Mezkûr yazılış Türkler tarafından da benimsenerek şehrin adı Konya olarak zikredilmiştir. Nitekim XIII. asırdaki hadiseleri konu edinen Saltuknâme’de geçen “Kavâniyye ki ona Konya derler” ifadesi de bu durumu destekler niteliktedir.

Eski bir yerleşim yeri olan Konya havâlisi, İç Anadolu’nun pek çok bölgesi gibi, uzun zaman Hititlerin hâkimiyetinde kalmış, daha sonra bir müddet Frigyalılar ile Lidyalıların idaresine girmiştir. Milâttan önce VI. asrın ortalarından itibaren Anadolu’nun büyük bir kısmı ile beraber Persler tarafından istilaya uğramıştır. Yaklaşık iki asır sonra İskender İmparatorluğu’nun hâkimiyetine giren Konya, asıl önemini Roma topraklarına katıldıktan sonra kazanmıştır. Nitekim Hıristiyanlığın yayılışı sırasında havârilerden Pavlus’un burada ikamet etmesi ile de şehrin ehemmiyeti artmıştır.

Konya, milattan sonra 476’da Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılışı ile birlikte Doğu Roma şehri haline gelmiştir. VIII. asırdan itibaren Emevî ordularının hedefi haline gelen şehir, 723-24 yılında Mervân b. Muhammed tarafından fethedilmiştir. Fethi müteakiben şehirde tam anlamıyla bir sükûnet sağlanamamış, VIII. ve IX. asırlarda bu havâli ilk olarak Emevî-Bizans daha sonra Abbâsî-Bizans mücadelelerine şahit olmuştur. Şehrin gerek mezkûr mücadelelerde çatışma alanı olması gerekse bu mücadeleler boyunca sürekli el değiştirmesi hasebiyle bu asırlarda tahribata uğradığı söylenebilir.

Türkler, her ne kadar 1069 yılında Selçuklu kumandanlarından Afşin Bey’in gayretleriyle Konya önlerine kadar gelseler de şehrin fethi 1071 Malazgirt savaşını müteakiben 1073 yılında gerçekleşmiştir. İstihkâm açısından önemli bir yer olan Konya kalesinin de ele geçirilmesi ile birlikte bu havâliye elli kadar Türk ailesi yerleştirilerek şehrin iskânına olanak sağlanmıştır. Konya’nın fethini müteakiben 1075 yılında Süleymanşah (1075-1086) tarafından İznik’in fethi ve Türkiye Selçukluları devletinin kurulması ile birlikte Bizans, bu ilerleyişi kendi varlığı için büyük bir tehdit olarak algılamış ve asırlar boyunca Avrupa ile arasındaki mezhep çatışmalarına rağmen bu tehlikeyi bertaraf etmek adına Papa’ya yardım çağrısında bulunmuştur. Bu çağrıların neticesinde 1096 yılında sözde “Kudüs’ü Kurtarmak” gibi bir dini bir motifi kuşanarak çarpıcı bir propaganda ile yola çıkan, ancak asıl hedefi Türkleri Anadolu’dan atmak ve akabinde bütün Orta Doğu’yu ele geçirmek olan kişilerce gerçekleştirilen askerî bir harekât olarak Haçlı Seferleri başlamıştır. Şüphesiz bu durum, Haçlıların takip ettiği klasik sefer yolunun Anadolu üzerinden geçmesi hasebiyle bu bölge için tehlike oluşturmuş ve I. Haçlı Seferi (1096-1099) neticesinde bu sefer yolunun üzerinde yer alan İznik’in 1097’de düşüşü ile sonuçlanmıştır. Bunun üzerine Konya, Türkiye Selçukluları’nın başşehri haline gelmiş ve I. Haçlı Seferi’ni atlattıktan sonra mühim bir gelişim sürecine girmiştir.

I. Mesud (1116-1155) ve II. Kılıç Arslan (1155-1192) dönemlerinde gerçekleşen şehirleşme ve kurumsallaşma ile birlikte gelişimini sürdüren Konya, Uluğ Keykubad (1220-1237) döneminde devletin hem siyasi hem ekonomik terakkisine muvazi olarak altın çağını yaşamıştır. Nitekim bu dönemde şehre yeni mahalleler eklenerek imar hareketi hızla devam ettirilmiş ve bu gelişiminin neticesinde şehir, “Dârü’l-mülk” (devletin merkezi) olarak anılmıştır. Orta Anadolu’nun Türklerin yaşam şartlarına uygun bir bölge olması, Malazgirt ile başlayan göçlerle birlikte bu havâliyi Türkler için cezbedici kılmıştır. Dolayısıyla hem bu durum hem de Moğol istilasının önünden kaçanlar için de bir sığınak olması hasebiyle şehrin nüfusu giderek artmış ve 60.000 gibi -dönemine göre büyük- bir rakama ulaşmıştır. 1243’te Moğollarla yapılan meşhur Kösedağ savaşından sonra büyük bir hızla çökmemekle birlikte bir duraklama yaşayan şehir, tüm bu olumsuz şartlara rağmen yine de ekonomik ve ticari olarak Anadolu coğrafyasının merkez şehri olmaya devam etmiştir.

Moğolların her geçen gün kuvvetlenmesi ile birlikte, İlhanlı hâkimiyetinin Anadolu’daki baskısı artmış ve Selçuklu sultanları Moğol idarecilerinin birer siyaset aleti haline gelmiştir. Şüphesiz oluşan bu durum da Selçuklu hânedanına karşı itibarı ve bu bağlamda Konya şehrine teveccühü giderek azaltmış, devletin siyasî ve ekonomik ağırlığının Kayseri ve Sivas’a doğru kaymasına yol açmıştır. İlhanlı idaresinin etkinliği devam ederken şehir, Selçuklu’nun siyasi gücünü ve hükümranlığını devralmak adına Karamanoğlulları tarafından saldırılara uğramıştır. XIV. asrın başlarında şehre tamamen hâkim olan Karamanoğulları, İlhanlılar ile mücadeleye girişmiş ve Konya, bu çatışmalar esnasında büyük şehir olma vasfını kaybetmiştir. İlhanlıların 1350’lerden itibaren tarih sahnesinden çekilmesi ile birlikte şehir, bu defa da Karamanoğulları ile Osmanlı arasında bir çatışma alanına dönüşmüştür. 1402 Ankara savaşından sonra Karaman beyliği tekrar dirilmiş fakat Fatih Sultan Mehmed (1444-1446, 1451-1481) ile birlikte başlayan dönemde şehrin Osmanlı coğrafyasına katılımı sağlanmış ve Cem Sultan (ö. 1495) ile birlikte halk, bu coğrafya ile kaynaşmıştır.

XVII. asra gelindiğinde ise, şehir zaman zaman Celâlî gruplarının hedefi olmuş, ancak daha önceki birkaç asırla mukayese edildiğinde bir süreliğine de olsa sükûnet dönemi yaşamıştır. Fakat bu durum uzun sürmemiş ve XVIII. yüzyıldan itibaren Konya’da âyanlar mücadelesi başlamıştır. Konya’yı oldukça etkileyen bu durumu, 1832’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa idaresindeki Mısır kuvvetlerinin Konya’yı işgali takip etmiştir. I. Dünya Savaşı’nda da cephelere uzak olmakla birlikte bu uzun savaşın zararlarından etkilenen Konya, 1922’de Büyük Taarruz için yapılan hazırlıklarda önemli rol oynamıştır. Millî Mücadele’nin ardından Konya, günümüzde bir il merkezi olarak İç Anadolu’nun önemli şehirleri içindeki yerini almıştır.

Konya, genel anlamda İslam medeniyeti özelde Türk medeniyeti için belirleyici rolünü 1250 ile 1400 yılları arasında kazanmıştır. Konya, yeni bir dilin varlığa gelmesini mümkün kılan bir terkip olmuştur. Bu dil, Türk İslâmı’nın şekillendiği ve kıvamını bulduğu dildir. Zikredilen dönemde Konya’da gerçekten bir zihniyet teşekkül etmiş ve bu zihniyet Osmanlıyı mümkün kılmıştır.

Konya’da oluşan yapı hem itikad/inanç hem bilgi/ilim hem de irfânın bir araya gelmesiyle oluşan bir âhenk, bir itidal durumudur. Adaleti mümkün kılan yanıyla vazgeçilmez olan fakat tek başına da formel olması hasebiyle yıkıcı olabilecek fıkhı, irfân ile leyyin/ yumuşak hale getiren bir yapıdır. Dolayısıyla Konya fıkıh, tasavvuf ve kelâmı bir arada tutan zihniyetin adıdır. Buradaki yapının oluşumunda şüphesiz Moğol istilasından kaçan âlimlerin rolü oldukça belirleyici olmuştur. Anadolu bu dönemde doğal/tabiî ortamını bırakmış insanların toplandığı bir merkez haline gelmiştir. Nitekim âlimlerin tabiî ortamını bırakmış olması bağlamı ortadan kaldırdığı için, bilgisi üzerinden birbiri ile müzakere eden ve iletişim kuran insanlar ortaya çıkmıştır. İşte bu ortam da Belh’ten dönemin meşhur mutasavvıfı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 1273); Malatya’dan nazarî irfânın ve vahdet-i vücûd düşüncesinin en önemli temsilcisi Sadreddin Konevî (ö. 1274); Merâga’dan astronom, tabip ve matematikçi Kutbüddin Şîrâzî (ö. 1311) ve fıkıhçı, usûlcü ve mantıkçı Sirâceddin el-Urmevî (ö. 1283)’nin bir araya gelmesini ve birlikte müzakere etmesini mümkün kılmıştır. Konevî’nin Şîrâzî’den astronomi, Şîrâzî’nin de Konevî’den hadis okumuş olmasına mezkûr şartlar olanak sağlamıştır.

XIII. asır Konya’sı, hem cezbedici yönüyle bir çekim merkezi olmuş hem de haiz olduğu terkîbî yapıyla yayılma alanı bulmuştur. İşrâkiliğin kurucu ismi Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl (ö. 1191), Sühreverdiyye tarikatının kurucusu, müfessir ve muhaddis Şehâbeddin Ömer es-Sühreverdî (ö. 1234), Îsâgūcî müellifi Esîrüddîn el-Ebherî (1265 [?]), Kübrevî şeyhi ve müfessir Necmeddîn-i Dâye (ö. 654/1256) ve daha birçok âlimin XIII. asırda Konya’da -bir süre de olsa- ikamet etmiş olması şehrin cezbeden yönünü göstermesi bakımından mühimdir. Nitekim yine bu dönemde Konevî’nin Fahreddîn-i Irâkî (ö. 1289), Afîfüddîn et-Tilimsânî (ö. 1291), Müeyyidüddîn el-Cendî (ö. 1292 [?]) ve Saîdüddîn el-Fergânî (ö. 1300) başta olmak üzere talebelerinin yalnızca nisbeleri dahi bu yapının yayılma alanını göstermesi bakımından kâfidir.

Şüphesiz Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sadreddin Konevî, Kutbüddin Şîrâzî ve Sirâceddin el-Urmevî’nin oluşturduğu terkîbî yapı bu dört isimle sınırlı kalmamış, XIV. asrın Konya kökenli pek çok isminde bu yapı tecessüm etmiştir. Bu isimler şu şekilde zikredilebilir: Fakih, müfessir ve mantıkçı İbrahim el-Konevî (ö. 1322); müfessir, fakih, usûlcü, mantıkçı, mütekellim, mutasavvıf ve arap dili edebiyatı âlimi Alâeddin el-Konevî (ö. 1329); usûlcü ve dil bilimci Nasreddin el-Konevî (ö. 1363); kâdılkudât, kelamcı, usûlcü ve sûfî Cemaleddin el-Konevî (ö. 1369) ve usûlcü, dil bilimci, sûfî ve savaş aleti uzmanı Şemseddin el-Konevî (ö. 1386). Ayrıca Osmanlı’nın kurucu isimlerinden olması hasebiyle gerek Dâvûd-i Kayserî (ö. 1350) gerekse Molla Fenârî (ö. 1431)’yi mümkün kılan bağlam ve kültür de işte bu Konya’da ve çevresinde üretilen kültürdür.

Konya’nın kimliği büyük oranda Selçuklu kimliğidir. Camii, hamam, medrese, hanlar ve diğer imaretleri bir araya getirdiğinizde bir Selçuklu-Türk kimliğinin baskın olduğu açıktır. Bu yapıların öne çıkanları şu şekilde sıralanabilir: Selçuklular tarafından 1220 yılında Konya’da yaptırılan ilk ulu câmi konumundaki Alâeddin Camii; Lârende Kapısı dışında 1258 yılında Sâhib Ata’nın yaptırdığı külliye; 1274’te inşa edilen Sadreddin Konevî Camii; Celâleddin Karatay’ın bânisi olduğu 1251 tarihli Karatay Medresesi; Vezir Sâhib Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılan İnce Minareli Medrese; Mevlânâ Külliyesi ve Yûsuf Ağa Kütüphanesi.

  • Besim Darkot, “Konya”, İA, c. 6, s. 841-853.
  • Cl. Cahen, “Konya”, EI², c. 5, s. 253-254.
  • Cl. Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler, trc. Yıldız Moran, İstanbul 1979.
  • Claude Addas, Muhyiddin İbn Arabi: Kibrit-i Ahmer’in Peşinde, İstanbul 2010.
  • Ekrem Demirli, Tasavvufun Altın Çağı: Konevi ve Takipçileri, İstanbul 2015.
  • Franklin Lewis, Mevlana: Geçmiş ve Şimdi, Doğu ve Batı, İstanbul 2010.
  • Hasan Akkanat, “Kadı Siraceddin el-Ürmevi ve Metaliu’l-Envar (Tahkik, Çeviri, İnceleme)”, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2006.
  • Hilmi Ziya Ülken, “Konya Anadolu Selçukileri Devrinde İlim ve Felsefe”, L’llustration de Turquie, 67/1, İstanbul (1938), s. 25-27.
  • İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri İle Konya Tarihi, Konya 1964.
  • İhsan Fazlıoğlu, “Osmanlı Dönemi Türk Felsefe-Bilim Hayatının Çerçevesi”, Kayıp Halka: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi, İstanbul 2015, s. 219-268.
  • İhsan Fazlıoğlu, “Osmanlılarda Bilim ve Düşünce”, Kayıp Halka: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi, İstanbul 2015, s. 175-218.
  • İhsan Fazlıoğlu, “Selçuklular Devri’nde Anadolu’da Felsefe-Bilim -Bir Giriş-”, Kayıp Halka: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi, İstanbul 2015, s. 125-174.
  • İhsan Fazlıoğlu, “Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Seyir Defteri -Bir Önsöz-”, Kayıp Halka: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi, İstanbul 2015, s. 45-124.
  • Mahmut Recep Keleş, Kutbüddin Şirazî (1236-1311)’nin Hayatı Eserleri ve Ortaçağ İslam Kültüründeki Yeri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008.
  • Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 2015.
  • Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 2015.
  • Tuncer Baykara, Metin Tuncel, Haşim Karpuz, “Konya”, DİA, c. 26, s. 182-193.
  • Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985.

Atıf Bilgisi

Konya. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/mekanlar/konya/35