- A +

İstanbul, dünya tarihinin gelmiş geçmiş en önemli birkaç şehrinden biri olup Bizans (Doğu Roma) ve Osmanlı İmparatorluğu gibi iki büyük devlete başkentlik yapmış bir şehirdir. Şehrin bu denli önemli olması coğrafî konumundan gelmektedir. İstanbul hem karaları hem de denizleri birbirine bağlayan kesişim noktasındadır. Ayrıca iki kıtayı ayırması, Balkan ve Anadolu coğrafyasından geçen yolların burada düğümlenmesi, Akdeniz ve Karadeniz kültür dünyasını birleştiren bir deniz yolu olması tarih boyunca bu şehri önemli kılmıştır.

Şehrin tarihinin araştırmalar neticesinde MÖ III. binin başlarına gittiği ve binlerce yıl yörede yerleşim olduğu düşünülmektedir. Haliç kıyıları, Alibeyköy ve Kâğıthane derelerinin vadileri en erken yerleşim yerleri olarak gösterilmektedir. Şehrin bilinen en eski ismi olan Byzantion, milattan önce burada kurulan Megara kolonisinin başındaki kumandanın adı olan Byzas’dan gelmektedir. Daha sonra Bizans döneminde burayı kendisine başkent yapan I. Konstantinos’a izafeten Konstantinopolis denilmiştir. Şehrin ismi sonraki dönemlerde değişiklik göstermiş ve Kostantiniyye, İstinbol, İstanbol, İstanbul, Stambol, İstimboli ve Stimboli gibi isimler kullanılmıştır.

Şehir (Byzantion) küçük olmasına rağmen coğrafi konumu sebebiyle ilk dönemden itibaren Traklar, Persler ve Makedonya Krallığı gibi çevredeki devletlerin saldırısına uğramıştır. MÖ. 73 tarihinde Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiştir. İmparatorluğun ikiye bölünmesi ile şehir Bizans’ın merkezi olmuştur. İmparator I. Konstantinos şehrin inşasına 324 yılında başladı. Böylelikle şehir genişlemeye başlamıştır. Şehri çevreleyen surların genişlemesinin yanı sıra şehre büyük bir saray, senato binası, hipodrom, tapınak ve kiliseler inşa edilerek 330 tarihinde günlerce sürecek eğlenceler ile şehrin resmî açılışı yapılmıştır.

Şehir imarı beraberinde nüfus artışını getirdi. Nüfusun artmasıyla surların dışında da yerleşim yerleri oluştu. Şehrin nüfusu IV. yüzyılın sonunda tahminlere göre 200.000 iken IX. yüzyılda ise 1 milyonu buldu. Yazlık dönemler için genellikle deniz kıyıları olmak üzere mahalleler kuruldu. Buralara çok sayıda yazlık saray, manastır ve kiliseler inşa edildi. İstanbul’un hem nüfus hem de fiziki olarak büyümesinde uygulanan politikaların tesiri vardı. Bu politikalar neticesinde İstanbul’da yaşayan insanlara çeşitli imtiyazlar verilmiş ve İstanbul eyaletlerden alınan vergiden hariç tutulmuştur. Bunlar şehirde yaşanılmayı kolaylaştırmıştır. Nihayette İstanbul Ortaçağ’ın en görkemli şehri olmuştur.

Şehir V. yüzyılda dinî ayrışmadan kaynaklanan isyan hareketlerine, muhtelif büyük yangınlara ve Avrupa Hun İmparatorluğu’nun baskısına maruz kaldı. Dini kargaşadan kaynaklanan yangında Ayasofya Kilisesi yandı (404). Bu yüzyılın en önemli hadislerinden birisi de Latince-Grekçe olarak hitabet, gramer, felsefe, hukuk derslerinin verileceği yüksekokulun (Auditorium) kuruluşudur (425). Böylelikle İstanbul bir ilim merkezi haline dönüştürülmeye çalışılmıştır. Ayrıca I. Justinianos (527-565) döneminde 529 yılında hukukî alanda düzenlenme ve yayımlanmaya (Codex lustinianos) gidildi. İstanbul tarihinin en kanlı ayaklanması olan Nikea isyanı (532) da onun zamanında meydana geldi. İsyan İstanbul’a büyük zarar verdi. İstanbul’un her tarafı ateşe verildi. Bu isyanda Ayasofya tekrar yandı. I. Justinianos 532-537 yılları arasında Ayasofya’yı tekrar inşa ettirdi. Ayasofya muhteşem görünümüyle ve devasa yapısıyla Ortadoks Hristiyan dünyasının en önemli mabedi oldu.

VII. yüzyılda Herakleios devrinde (610-641) İstanbul batıdan Avar ve Slav orduları ile doğudan Boğaziçi kıyılarına kadar ilerleyen İran ordularının tehdidiyle karşılaştı. İmparator Herakleios’un idarî, dinî, kültürel ve askerî alanlarda yaptığı reformlarla devleti yeniden kuvvetli hale getirdi. 622-629 yılları arasında süren İran ve Avarlar ile savaşılsa da onlara karşı zafer kazanıldı ve İstanbul saldırılardan korundu. Fakat kısa süre sonra Müslümanlar fetih hareketine başlamışlar ve Bizans’ın elinden Filistin, Suriye, el-Cezire, Mısır eyaletlerini almışlar idi. Bunun sonucunda Bizans Doğu Akdeniz’de üstünlüğünü kaybetmiş idi. Bu fetih hareketi sonucunda İslâm orduları İstanbul’a dayandı. İslâm orduları 669’dan 678’e kadar şehri kuşatsalar da İstanbul surların sağlamlığı sayesinde kurtuldu.

VII. yüzyılın sonu ve VIII. yüzyılın başında İstanbul tekrar halk isyanları ve büyük depremlerle karşı karşıya kaldı. Şehir tekrar harap oldu. İslâm orduları bu durumdan istifade edip tekrar İstanbul’u kuşattılar ise de muvaffak olamadılar. Abbâsîler döneminde İslâm orduları tekrar İstanbul’u tehdit etmesi sonucu Bizans ile Abbâsîler arasında antlaşma imzalandı (782). IX. yüzyılın ilk yarısında Bulgarlar ikinci yarısında da Ruslar İstanbul’u kuşattılar; lakin, surların sayesinde bu tehlikeden kurtuldu. Dışarıdan gelen saldırılardan kurtulan İstanbul VII. yüzyılda ve VIII. yüzyılın ilk yarısında İslâm dininin tesiri ile “Tasvir Kırıcılık” (ikonoklasm) hareketi yaşadı. Devlet adamları ve toplum arasında sorunlara neden olan bu durum sonucunda çıkan isyanlarda İstanbul’da yangın ve tahribatlar meydana geldi.

İstanbul, XI. yüzyılın ikinci yarısında Türklerin fetih hareketleri ile karşı karşıya kaldı. 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Bizans İmparatoru Romanos Diogenes Selçuklular’a esir düşmüş ve tahtından olmuştu. Ardından Türkiye Selçukluları Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın önderliğinde İznik’e kadar geldiler ve burayı başkent yaparak devletlerini kurdular (1078). Fetih hareketine devam edip Boğaziçi kıyılarına kadar gelerek İstanbul için büyük tehdit oluşturdular. Diğer taraftan da Türk Beyi olan Çaka Bey Peçeneklerle beraber 1090-1091 kışında İstanbul’u denizden ve karadan kuşattı. İstanbul’un Türkler tarafından ele geçmesini engelleyen durum Haçlı Seferleri’nin başlaması idi. İstanbul Osmanlılara kadar Türklerin tehdidinden kurtulmuş olacaktır.

IV. Haçlı Seferleri’nde (1204) İstanbul Latinler tarafından işgal edildi. Şehir yağmalandı, tahribata uğradı ve yandı. İstanbul’da Latinlerin idaresi 1261 tarihine kadar sürdü. 1243 tarihinde vuku bulan Kösedağ Savaşı’ndan sonra Batı Anadolu bölgesine doğru yapılan Türkmen göçleri, Bizans için tehlike oluşturdu. Ayrıca Balkanlar’da Sırplar İstanbul’u tehdide başladılar. Bu durum karşısında Bizans İmparatoru, Osmanlı Devleti’nden yardım istedi. Yardım karşılığında Balkanlar’a geçmesine müsaade etti. Balkanlar’da kısa sürede büyük fetih hareketleri gerçekleştiren Osmanlı Devleti, Bizans’ın çevresi ile bağlarını kesti.

Osmanlı ordusu ilk defa 1359 yılında İstanbul surlarının önünde göründü. Ardından İstanbul hem I. Bayezid hem de 1422 yılında II. Murad tarafından kuşatıldı. Fakat surların sağlamlığı ve Osmanlı Devleti’nin diğer devletler ile yaşadığı sorunlar sebebiyle fetih gecikti.

II. Mehmed ikinci defa padişah olduğunda ilk hedefi İstanbul’u fethetmekti. Daha şehzadeliği döneminde fetih planlarını yapmış idi. Bu fethi devletin istikbali olarak görüyordu. Çünkü Rumeli topraklarının büyük kısmı fethedilmiş ve Bizans İstanbul ve çevresine sahip olan küçük bir devlet olarak kalmış idi. Ayrıca Anadolu ve Rumeli arasındaki geçişlerde sıkıntı oluşturmaktaydı. Bunların yanı sıra İslâm Peygamberinin İstanbul’un fethi müjdesini vermesi ve Sultan II. Mehmed’in burayı alarak hem bu müjdeye layık olmak hem de Konstantiniye’nin fatihi olmak arzusundaydı. İslâm Peygamberinin bu müjdesi de ona dini bir sebebiyet vermekteydi. Fetih için büyük bir hazırlığa girişildi. Boğaz’ı kontrol altında tutmak için Rumeli yakasında Boğaz’ın en dar kısmında hisar inşasına başlandı. Uzun hazırlıkların ardından 6 veya 12 Nisan’da İstanbul’a kuşatma başladı. Uzun uğraşlara rağmen şehir alınamıyordu. Bunda surların sağlamlığı ve yüksekliği, Ceneviz ve Venedik’in yardımları ve Haliç’e gerilen zincir etkili olmuştu. Kuşatmanın bir türlü yarılamaması ordu ve halk üzerinde de huzursuzluk yaratmakta idi. 23 Mayıs’ta II. Mehmed, Bizans’a elçi gönderilerek şehir barış yoluyla teslim alınmak istenmiş ve başta halkın can ve mal güvenliği teminatı verilmek üzere çeşitli vaatlerde bulunulmuştur. Bu teklif Bizans imparatoru tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine, genel hücumlar için genel hazırlıklar yapıldı. Dört taraftan kuşatılan İstanbul fethetmek için 29 Mayıs sabahına kadar hazırlıklar yapılıp hücuma geçildi. Bu hücum ile surlar aşılmış ve ordu İstanbul’un içine girmişti. Halkı büyük korku sarmıştı. Savaşta Bizans İmparatoru ölmüştü. Böylelikle Bizans İmparatorluğu tarihe karışmış ve bu kadim şehir Türk-İslâm medeniyetine dâhil olmuştu.

Fatih unvanı alan II. Mehmed, Ayasofya’ya gitti. Ayasofya’da toplanmış burada olan halka ve din adamlarına güvenliklerinin sağlanacağı teminatını verip burayı camiye dönüştürdü. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi sadece dini değil ayrıca siyasi bir mesaj vermekte olup burasının artık İslâm beldesi olduğunu vurgulamaktaydı. İlk cuma namazını Ayasofya’da kıldı. Yüzyıllarca Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan Konstantinopolis Sultan Fatih tarafından da Osmanlı Devleti’nin payitahtı yapılmış ve durum yıkılışına kadar sürmüştür. Şehrin yağmalanmasına karşı da çeşitli tedbirler alınmış, insanların evleri ve kiliseleri başta olmak üzere korunmuş ve şehir harap olmaktan kurtulmuştur. Bu tutum sayesinde İstanbul’dan ayrılan insanlar tekrar geri dönmüşlerdir. Ayrıca insanların din ve ayinlerinde özgür oldukları duyurdu. Buna ilave olarak da Ortodoks Kilisesi’ne patrik atandı. Ermeni Patriği İstanbul’a getirildi. Şehrin nüfus açısından desteklenmesi, içtimaî ve iktisadî yapıyı sağlamlaştırma yolunda yerli halkı yerinde tutma siyasetiyle yakından ilgili idi. Ayrıca şehirde asayişin sağlanması ile yeni başkentin imar ve ihyasına girişildi. Beyazıt Meydanı’na padişah için saray inşa edilmeye başlandı ve surlar onarıldı. II. Mehmed’in emri ile kısa sürede İstanbul’da birçok cami, kervansaray, dükkân, bedesten, tekke, zaviye hastane, medrese, han, hamam ve vakıflar kuruldu. Sultan Fatih şehrin nüfusunun artması için sürgün politikası izledi. Ülkenin muhtelif yerlerinden din ve millet gözetmeksizin ailelerin İstanbul’a gönderilmesi için fermanlar çıkardı. Bu politika sonucu Anadolu ve Rumeli’den binlerce aile İstanbul’a yerleştirildi. Nüfusu artırırken de toplumun ihtiyacı olan iktisadî, içtimaî ve fizikî unsurları da yerine getirdi. Bu tarihten sonra İstanbul yavaş yavaş Türk-İslâm şehri hüviyetine bürünmeye başladı. II. Mehmed’in bu siyaseti sonucu İstanbul zaman içerisinde tarihi yarımadanın dışına taşarak birçok din ve millet mensubunun yaşadığı ve muhtelif kültürlerin kaynaştığı, ticaret yollarının buluştuğu ve ilim hayatın yoğun şekilde yaşandığı büyük bir metropol haline gelmiştir.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u ilim ve kültür şehri haline getirmek için de muhtelif faaliyetlerde bulundu. Fethin hemen ardından Sahn-ı Seman Medreselerinin temelini attı. İslâm coğrafyasından birçok meşhur âlimi İstanbul’a davet etti. Ardından İslâm dünyasının muhtelif şehirlerinden İstanbul’a çok sayıda âlim geldi. Bunun yanı sıra açılan medreselerde eğitim almak içinde İstanbul’a talebeler geldi. Böylelikle İstanbul ilmi faaliyetlerin yoğun şekilde yaşadığı bir şehir oldu. Bu durum Fatih’ten sonra da devam etti. Osmanlı Devleti XVI. yüzyılda her alanda olduğu gibi ilmi alanda da zirveye çıktı. Daha önce İslâm dünyasının merkezi olan Bağdat, Kahire, Şam, Semerkant ve Buhara gibi şehirler yerlerini İstanbul’a bıraktılar. Artık talebeler ilim için dışarı gitmiyor aksine İstanbul’a geliyorlar.

Fatih'ten sonra gelen II. Bâyezîd, I. Selim ve Kânûnî gibi kudretli sultanlar onun gittiği yoldan devam ettiler. Yapılan fetih hareketleri sayesinde Osmanlı toprakları Balkanlar, Arap coğrafyası, Kuzey Afrika ve Kafkasya’yı içine alan büyük bir imparatorluk oldu. Fethedilen yerlerden özellikle de Balkanlar’dan insanlar İstanbul’un muhtelif semtlerine yerleştirildiler. İstanbul’a sadece normal aileler yerleştirilmedi. Tüccar, zanaatkâr, ulema aileleri de fethedilen bölgelerden getirtilerek İstanbul’a yerleştirildi. Ayrıca İstanbul’da yüzlerce cami, mescit, tekke, zaviye, medrese, külliye, hastane, bedesten, dükkân, kervansaray, han, hamam inşa edilmeye devam edildi. Bunun sonucu olarak İstanbul’da yoğun bir kültürel, siyasî, iktisadî, ilmî hayat yaşandı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’un çehresi eskiye nazaran çok değişmişti. Nüfusun bu yüzyılda 700.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

XVI. yüzyılın sonlarına kadar İstanbul’da toplumu ve devleti derinden etkileyecek olaylar pek yaşanmadı. Lakin XVII. yüzyılın başlarında Anadolu’da çıkan Celâlî İsyanları İstanbul’u da etkiledi. Anadolu’dan İstanbul’a çok sayıda göç geldi. Gelen insanlar genelde fakir olup iş bulma umudu ile gelenlerdi. Birde 1617’de Anadolu’da medrese öğrencileri karışıklık çıkardıklarında dolayı bazı şehirler hariç tutularak taşrada medrese öğretimine son verilmesi için ferman çıkarıldı. Bunun sonucunda oralardan İstanbul’a çok sayıda talebe geldi. Bu talebelerin sayısı 5000-8000 arasında idi. Bu göç hareketi İstanbul’da yeni mahallerin oluşmasını sağlarken şehirde gıda tedarikinin zorlaşması ve hayatın pahalılaşmasına, hırsızlık, adam öldürme ve yangın gibi asayiş sorunlarının artmasına neden oldu. Ayrıca bu yüzyılda (XVII. yüzyıl) İstanbul’da yaşanan II. Osman’ın katli, Kadızâdeler hareketi, 1651’de çıkan esnaf ayaklanması ve 1656 yılındaki Çınar Vak’ası, Girit seferi dolayısıyla Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı abluka altına alarak İstanbul’u tehdit etmesi ve zaman zaman çıkan Yeniçeri ayaklanmaları şehrin sosyal, siyasi ve iktisadi hayatında sarsıntılara neden oldu. Köprülüler dönemi ile İstanbul’da tekrar sağlanan sükûnet ve emniyet II. Viyana Bozgunu (1683) ile yeniden kayboldu.

XVIII. yüzyılın ilk döneminde yaşanılan en önemli olayların başında Lale Devri’nin (1718-1730) yaşanması gelir. İstanbul yeniden imar edilmeye başlandı. Birçok alanda yenilikler yapıldı. Lakin İstanbul’da lüks ve israfla öne çıkan bir hayat yaşanmaya başlanmıştı. Bu dönemde başta padişahlar olmak üzere devlet adamları Boğaziçi ve diğer sahil kenarlarına konak, köşk, saraylar yaptılar. Halk ekonomik sıkıntı içinde yaşarken devlet adamlarının lüks ve rahat yaşantıları tepkilere neden oldu. 1730 Patrona Halil isyanı dönemi sona erdirmekle beraber meydana gelen büyük karışıklar esnasında birçok yer tahrip oldu. Ardından I. Mahmut ile sükûnete kavuşan İstanbul’un huzuru 1768 yılında başlayan Osmanlı-Rus Harbi ile bozuldu. Savaş ortamının olumsuz etkileri İstanbul’da görüldü. Osmanlı donanmasını Ruslar tarafından yakılması İstanbul’u savunmasız hale getirdi.

XVIII. yüzyılın sonundan itibaren (III. Selim ile beraber) başlayan devletteki yenileşme faaliyetleri İstanbul için de değişimin başlangıcı oldu. İstanbul’a Avrupa tarzında yeni askeri binaların inşasına başlandı. 1807’de İstanbul dıştan İngiliz donanması tehdidi ve içeriden yeniçerilerin çıkardığı Kabakçı Mustafa isyanı ile karşı karşıya kaldı. İstanbul ve taşrada en büyük değişimler II. Mahmud devrinde (1808-1839) oldu. Başta askerî, idarî, hukukî, siyasî ve toplumsal alanda olmak üzere hemen hemen her alanda reformlar yapıldı. Bunun tesirini en fazla başkent İstanbul hissetti. İstanbul halkı yeni kıyafetli memur ve askerle tanıştı. Şehirde yeni beledî uygulamalara geçildi. Şehrin fizikî yapısında Avrupa şehirlerine benzer uygulamalar ortaya çıktı. Toplum yaşantısında yeni adetler belirdi. Bu reform süreci Tanzimat ve Islahat Fermanı ile hız kazandı. Şehre yeni muazzam saraylar, köşkler, devlet binaları ve yeni eğitim kurumları inşa edildi. Yüzyıllardır Osmanlı ordusunun temel yapısını oluşturan Klasik dönemde zaferler kazanılmasını sağlayan, daha sonra birçok isyan çıkarıp devleti zor duruma sokan Yeniçeri Ocağı Sultan II. Mahmud tarafından kaldırıldı (1826). Bu iş kolay olmadı. Hatta İstanbul savaş alanına döndü. Ayrıca bu dönemde Balkanlarda yaşanan savaşlar İstanbul’da Müslümanlar ile gayrimüslim tebaa arasında sıkıntılı hadiselerin yaşanmasına neden oldu.

Osmanlı ile Rusya arasında yaşanılan Kırım Harbi’nde (1853-1856) İstanbul’a başta İngiltere olmak üzere çok sayıda asker aileleri ile beraber geldi. Bu ailelerin yaşantıları toplum üzerinde tesirini gösterdi. Tarihe 93 Harbi olarak geçen Osmanlı-Rus harbi (1877-1878)  neticesi Osmanlı için büyük hezimetle sonuçlanmış ve Rus ordularının Yeşilköy’e kadar gelmesi şehri derinden sarsmıştır. Halk büyük korku ve telaşa kapıldı. Bu durum İstanbul’un tarihinde yaşadığı en önemli tehlikelerdendi. Yaşanan bu savaş şehirde yaşayan gayrimüslim gruplara cesaret verdi. 1895’de ilk defa gayrimüslim gruplar İstanbul’da gösteri sergilediler. Başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslim halk ile Müslüman halk arasında sorunlar meydana geldi. Bu durum sonraki yıllarda da devam etti.

İstanbul’un yaşadığı bir tehdit de Balkan Savaşları’nda Bulgarların Çatalca’ya kadar gelmesiydi. Yabancı devletler şehirde yaşayan vatandaşlarını bahane ederek karaya asker çıkardılar. İstanbul için en sorunlu seneler Balkan Savaşları ve I. Cihan Harbi yılları idi. Yaşanılan bu savaşlar neticesinde özellikle de Balkanlar’dan İstanbul’a çok sayıda Müslüman göçü oldu. Zaten zor durumda olan şehir halkı başta yiyecek kıtlığı olmak üzere birçok şeyden mahrum kaldı. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale Boğazı’nı geçememesi ile İstanbul büyük işgalden kurtuldu. Mondros Mütarekesi ile İtilaf kuvvetleri çok sayıda savaş gemileriyle İstanbul önlerine gelip karaya asker çıkardılar. Böylelikle İstanbul 1453’den beri ilk defa yabancı devletlerce işgal edilmişti. Bu işgal durumu halkta büyük korku ve telaşa neden oldu. Anadolu’daki Milli Mücadele’nin başarılı olması ile işgal kuvvetleri İstanbul’u terk etmek zorunda kaldılar. 1 Kasım 1922 yılında Ankara’daki meclis saltanatı kaldırdı. 17 Kasım tarihinde son sultan Vahdeddin’in (VI. Mehmed) İstanbul’u terk etmesiyle Osmanlı Devleti’nin yönetimi resmen sona erdi. 6 Ekim 1923’de Şükrü Nâilî Paşa komutasındaki Türk milli ordusu İstanbul’a girdi. Bu şartlarda Cumhuriyet dönemine giren İstanbul yaklaşık 1600 yıllık başkent olma özelliğini kaybetti.

İstanbul Osmanlı’nın fethinden Cumhuriyet’e kadar ilmî hayatın merkezi olmuştur. Başta padişahlar olmak üzere devlet adamları, asker ve tüccardan birçok insan medrese kurmuştur. İstanbul Osmanlı coğrafyasında en fazla medreseye sahip olan şehirdir. Yüzlerce medrese inşa edilmiştir. İstanbul’un fethi ile Fatih tarafından ilk olarak, din ve hukuk alanında eğitime ağırlık verilen Sahn-ı Seman medresesi kurulmuştur. Kânûnî’nin kurduğu Süleymaniye Medreseleri ağırlıklı tıp eğitimi vermektedir. Padişah, padişah eşleri, sadrazam ve şeyhülİslâmlar tarafından birçok medrese inşa edilmiştir. İstanbul’un en önemli medreseleri şunlardır: Sultanahmed, Cafer Ağa, Ayasofya-yı Kebir, Valide Sultan, Rüstem Paşa, İbrahim Paşa, Köprülü Mehmed Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Sultan Bayezid, Sinan Paşa, Çorlulu Ali Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Atik Ali Paşa, Kemakeş Kara Mustafa Paşa, Siyavuş Paşa, Şeyh Ebü’l-Vefa, Ankaravî Mehmed Efendi, Gazanfer Ağa, Pir Mehmed Paşa, Yahya Efendi, Debbağzade Mehmed Efendi, Es’ad Efendi, Feyzullah Efendi, Mihrimâh Sultan, Sultan Selim, Koca Mustafa Paşa, Mihrimâh Sultan, Şemsi Paşa ve Valide-i Atik. Ayrıca İstanbul’daki yüzlerce tekke ve zaviye insanlar için manevî eğitim ve terbiye yuvaları olmuştur.

İstanbul fetihten sonra yüzlerce ilim adamının gelip yerleştiği yer olmuştur. Bunların hepsini yazmanın imkânı yoktur. Bu ilim adamlarının bir kısmı İstanbul’da doğarken bir kısmı da İslâm dünyasının farklı yerlerinden gelerek burada ömürlerini geçirmişler ve burada ilmi çalışmalarda bulunarak şehre değer katmışlardır. Kâtip Çelebi, Hoca Saadeddin Efendi, Evliya Çelebi, Ahmed Cevdet Paşa, Hocazâde Mesut Efendi, Hocazâde Esad Efendi, Müderris Abdurrahman Efendi, Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi, Balizâde Mustafa Efendi, Ebulmeyamin Mustafa Efendi, Bostanzâde Mehmed Efendi, Bahaî Mehmed Efendi, Pirizâde Mehmed Sahib Efendi, Sinan Paşa, Seydi Ali Reis, Ali Münşî, Zembilli Ali Efendi, Aziz Mahmud Hüdaî, Molla Güranî, Molla Hüsrev, Gelenbevî İsmail Efendi, Takiyüddin b. Marufî, Sabuncuoğlu Şerafeddin, Akşemseddin, Ali Kuşçu, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Ahî Çelebî,  Molla Lütfî, Neşrî, Matrakçı Nâsuh zikredebileceğimiz âlimlerin ancak bir cüz’üdür.

Bu şehrin en önemli yönlerinden birisi de muhteşem yapılarıyla camileridir. Sultan Ahmed, Fatih, Süleymaniye, Nuruosmaniye, Şehzâdebaşı, Mihrimâh Sultan, Eyüp Sultan, Ortaköy Büyük Mecidiye, Beyazıt, Kalenderhâne, Eminönü Yeni camileri bunlardan birkaçı olup İslâm mimarisinin en güzel örneklerini yansıtırlar.

Bugünün İstanbul’u dünyanın en önemli şehirlerinden birisi olma özelliğini korumaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan nüfus sayımında (1927) 700 bin kadar nüfusu vardır. Şehir özellikle de 1950’den itibaren Anadolu’dan büyük göçler almıştır. Buna paralel olarak da genişlemiştir. Tarihi İstanbul 17 km2’ iken bugünün İstanbul’u Tekirdağ’dan Kocaeli’ye kadar 5.343 km² kadardır. Bugünkü nüfusu resmi rakamlara göre 16 milyona yaklaşmışken gayri resmî rakamlarla 20 milyonu bulmaktadır. İstanbul birçok şirket, holding, büyük alışveriş ve eğlence merkezleri, elliden fazla yükseköğretim kurumu, büyük sanayi kuruluşlarının bulunduğu yerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla 1600 yıllık başkent olma özelliğini kaybetse de kalabalık nüfusu ve ekonomik gücü ile gayriresmi başkentliğini sürdürmekte olup ülkenin fikir, sanat ve kültür, ekonomik, ticaret ve sanayi merkezi olma durumunu da korumaktadır.

Ezcümle, İstanbul bütün bu zikrettiğimiz yönleriyle dört bir tarafı tarihî eserler ile dolu olup hangi tarafa bakılırsa bakılsın o maddî ve manevî havası teneffüs edilmektedir.

  • Akif Kuruçay, İstanbul’un 100 İlim ve Fikir Adamı, İBB Kültür Yayınları, İstanbul 2012.
  • Coşkun Yılmaz (ed.), Antikçağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi, İBB Kültür Yayınları, İstanbul 2016.
  • Coşkun Yılmaz (ed.), İstanbul Kadı Sicilleri, TDV, İstanbul 2008-2012.
  • Feridun Emecen, “İstanbul”, DİA, c. 23 (2001), s. 212-20.
  • Halil İnalcık, “İstanbul”, DİA, c. 23 (2001), s. 220-39.
  • Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), YKY, İstanbul 2016.
  • Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, TTK, Ankara 1987.
  • Işın Demirkent, “İstanbul”, DİA, c. 23 (2001), s. 205-12.
  • İ. Hakkı Uzunçarşılı ve Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, TTK, Ankara 2015.
  • İlhan Tekeli ve dğr. (haz.), Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1993-1995.
  • Metin Tuncel, “İstanbul”, DİA, c. 23 (2001), s. 239-43.
  • Mübahat S. Kütükoğlu, 1869’da Faal İstanbul Medreseleri, İstanbul 1977.
  • Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK, Ankara 2000.
  • Tursun Bey, Fetih Babası Fatih’in Tarihi, haz. Mertol Tulum, Kapı Yayınları, İstanbul 2013.
  • Yahya Kutluoğlu, Yolumuzu Aydınlatanlar-İstanbul’un Meşhur Ulemâ, Evliyâ ve Mürşidleri, İBB Kültür Yayınları, İstanbul 2012.

Atıf Bilgisi

İstanbul. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/mekanlar/istanbul/13