Gırnâta (Granada)
Şehrin adının menşei hakkında farklı görüşler bulunmakla birlikte İspanyolca’da “nar” anlamındaki “granada” kelimesinden gelmekte olduğu genellikle kabul edilen görüş olup nar figürü şehrin günümüzdeki sembolüdür. Diğer bir görüşe göre ise buraya yerleşen Yahudiler tarafından kurulduğu ve “Gar-anat” (göçmenler yurdu) olarak isimlendirildiği ifade edilmiştir. Tarihi oldukça eski dönemlere kadar giden şehir, Roma hakimiyeti döneminde Iliberis bölgesi (İslâmî dönemde İlbîre) içinde küçük bir yerleşim yeriydi. Müslümanlar 94/712 yılında şehre hakim olduktan sonra şehir adını Arapça’ya uygun bir şekle dönüştürmüşlerdir. İslâm kaynaklarında Gırnâta şeklinde yaygınlık kazanan şehir adının kaynaklarda Garnâta ve Ağarnâta olarak kaydedildiği de görülür. 123/741’de Kuzey Afrika’dan Endülüs’e geçen 10.000 kişilik Şamlı askerin 125/743’te İlbîre vilayetinde iskan edildiği bilinmektedir. Böylece şehrin demografik yapısı, burada yerleşik yerli Hıristiyan halk ve fetihten sonra şehre Müslümanlar tarafından yerleştirilen Yahudilerle birlikte oldukça çeşitli bir görünüme kavuşmuştur. III/IX. yüzyıl sonlarında Endülüs Emevî Devleti hakimiyetine karşı İber Yarımadası’nın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan isyan hareketinin görüldüğü şehirlerden biri de Gırnâta idi. 276/889’da şehrin müvelled ve müsta‘riblerden oluşan yerli halkının büyük ölçüde katılımıyla büyüyen isyan, Yahyâ b. Sükâle liderliğindeki Araplar karşısında başarılı olamadı. Arap ittifakı Yahyâ b. Sükâle’nin öldürülmesinden sonra Sevvâr b. Hamdûn etrafında toplanmış, onun da ölümünden sonra kendi aralarında mücadele etmeye başlamışlardı. Şehir ancak III. Abdurrahman’ın Kurtuba’da hükümdar olduğu yıl Endülüs Emevî Devleti’nin hakimiyeti altına alınabildi (300/912).
V/XI. yüzyıl başlarında Endülüs Emevî Devleti hanedan mensupları arasında yaşanan taht mücadeleleri sırasında halife olan Süleyman el-Müsta‘în, tahtı ele geçirmesinde pay sahibi olan Sanhâce koluna mensup Berberîleri Gırnâta’ya yerleştirmişti. Bundan kısa bir süre sonra, İlbîre halkının da şehirden ayrılarak Gırnâta’ya göç etmesi, Gırnâta’nın büyük bir şehir haline gelişinin başlangıcı oldu. Gırnâta ve çevresini hakimiyetleri altına alan Zîrîler, Mülûkü’t-tavâif döneminin en güçlü emîrliklerinden biriydi. Zîrîlerden Habbûs b. Mâksân ve oğlu Bâdîs b. Habbûs’un hükümdarlık döneminde şehir surları tahkim edilmiş, idarî merkez olarak kullanılmak üzere “el-Kasba” inşâ edilmiş, cami, köprü ve diğer binalarıyla mamur bir görünüm kazanmıştı. Bu yapı, daha sonra genişleyerek Elhamra Sarayı’nın temelini oluşturmuştur. Gırnâta, Endülüs’te Murâbıtlar (1090-1147) ve Muvahhidler (1147-1232) dönemlerinde de önemini muhafaza etmişti. Muvahhidler hakimiyetinin zayıflamaya başladığı dönemde bir süre Hûdîler’in elinde bulunan şehir, 635/1238’de İbnü’l-Ahmer olarak tanınan Muhammed b. Yûsuf’un kontrolüne geçti. Endülüs’te Müslümanlar tarafından kurulan son devlet olan Nasrîler’in (Benî Ahmer) temeli de böylece atılmış oldu. Gırnâta, ülke topraklarının karşı karşıya kaldığı Hıristiyan tehdidi karşısında Nasrî hükümdarlarının takip ettiği denge siyaseti sayesinde iki buçuk asırdan fazla bir süre Nasrîler’in merkezi olarak kaldı. Nasrî hanedan mensupları arasındaki taht mücadelelerinin, özellikle IX/XV. yüzyılın ikinci yarısında ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyecek dereceye ulaşması ve Kastilya ve Aragon krallıklarının da evlilik yoluyla birleşmesi Nasrîler’i geri dönülmez bir çöküş dönemine götürdü. 1480’li yıllardan itibaren Rûnde (Ronda), Mâleka (Málaga) ve Meriyye (Almería) şehirleri düştü, Müslümanların elinde kalan son şehir olan Gırnâta da altı ay süren bir kuşatmanın ardından teslim olmayı kabul etti. Şehir 2 Ocak 1492’de Hıristiyan kuvvetlerine teslim edildi.
Gırnâta’nın Katolik Krallık’a tesliminden kısa bir süre sonra şehrin Müslüman halkı Hıristiyanlaştırılmaya başlandı. Gırnâtalı Müslümanlara Hıristiyanlığı öğretmek üzere görevlendirilen rahiplere Arapça öğretmek üzere bir sözlük ve Arap dilinin gramer esaslarını Latince grameri ile açıklayan bir kitap hazırlanmış ve 1505’te yayımlanmıştı. Arapça konuşması ve İslâm’ın öngördüğü şekilde yaşaması yasaklanan Gırnâta halkı, şehrin tesliminde emânnâme ile teminat altına alınan haklarının çiğnenmesi üzerine 1568’de el-Büşürrât (Alpujarras) merkezli büyük bir isyan başlattı. İki yılı aşkın bir süre devam eden bu isyan kanlı bir şekilde bastırıldı ve hareketin liderleri ortadan kaldırıldı. Bölge halkının kuzeydeki Kastilya topraklarına sürülmesi şehrin demografik yapısının büyük ölçüde değişmesine sebep oldu. 1609’da çıkarılan genel bir fermanla İber Yarımadası’nda yaşayan bütün Müslümanlar sürgün edildi. Böylece, Hıristiyanlığı kabul ettiğini ifade eden ancak İslâm inancını gizlice sürdüren az sayıda kişi hariç, Endülüslü Müslümanlar’ın yüzyıllarca yaşadıkları topraklardaki varlıkları sona erdi.
Verimli topraklara sahip olan Gırnâta, özellikle Zîrîler döneminden itibaren canlı bir şehir haline gelmişti. İslâm coğrafya yazarları tarafından, Hadarru (Darro) ve Şenîl (Genil) olmak üzere şehrin içinden iki büyük nehir geçtiği kaydedilmekte ve şehrin su ihtiyacının büyük ölçüde bu nehirlerden karşılandığı ifade edilmektedir. Bu sayede Gırnâta, Endülüs’te tarım ve botanik çalışmalarının yapıldığı merkezlerden biri olmuştu. Zehretü’l-büstân adlı eseriyle tanınan ziraat âlimi Tığnerî (ö. 504/1110’dan sonra) Zîrîler döneminde Gırnâta’da yaşamıştı. Diğer taraftan Gırnâta, Endülüs’te Yahudi nüfusu barındıran önemli şehirlerden biriydi. Şehrin Yahudi tebasından İsmail b. Nağrâle ve oğlu Yûsuf, Mülûkü’t-tavâif döneminde şehrin hakimi olan Zîrîler’in vezirliğini yapmışlardı. Yahudi filozof İbn Cebirol (ö. 450/1058) da bu dönemde Sarakusta’dan ayrıldıktan sonra Gırnâta’ya gelmişti.
Gırnâta, büyük bir şehir haline geldiği V/XI. yüzyıldan itibaren Endülüs’ün ilim merkezleri arasındaki yerini almış şehirde çok sayıda ilim adamı yetişmiştir. Endülüs’ün Murâbıtlara bağlanmasından sonra iki bölge arasındaki artan yakınlaşmanın sonuçları Gırnâta’da da görülmekteydi. Mesela Kâdı İyâz (ö. 544/1149) Sebte kadılığının ardından Gırnâta kadısı olarak görevlendirilmişti. Gırnâta, bilhassa Nasrîler döneminde oldukça canlı bir ilmî hayata sahipti. 750/1349’da Gırnâta’da inşâ edilen Yûsufiyye Medresesi, Endülüs eğitim tarihinde yeni bir döneme işaret etmektedir. Sadece medreseye ait olmak üzere bir kütüphane de inşâ edilmişti. Bu dönemde şehirde yaşayan tabip İbn Hâtime (ö. 770/1369), fakih ve müfessir İbn Cüzey (ö. 741/1340), İbn Sirâc olarak tanınan fakih Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Muhammed (ö. 848/1444) dönemin önemli ilim adamları arasındadır. Her ikisi de Nasrîler döneminde vezirlik yapmış olan Lisânüddîn İbnü’l-Hatîb (ö. 776/1374) ve İbn Zümrek (ö. 798/1395) şehirde yetişen en meşhur şairlerdendir. Zîrîler döneminden itibaren Gırnâta’da çok sayıda ulemâ ailesinin ortaya çıktığı da görülür. Söz konusu dönemde şehrin en önemli ulemâ ailesi Benî Atıyye idi. Nasrîler döneminde ise İbnü’l-Bâziş olarak tanınan kıraat ve dil âlimleri yetiştiren aile ile yetiştirdiği fakihlerle tanınan İbn Âsım ailesinin önemine işaret edilmelidir.
Murâbıtlar dönemine kadar Endülüs’te genel olarak görülen tasavvuf karşıtı hareketin aksine, Nasrîler döneminde Gırnâta’nın dinî ve içtimaî hayatında güçlü bir yere sahip olduğu görülmektedir. Söz konusu dönemde şehri ziyaret eden meşhur seyyah İbn Battûta, şehirde çok sayıda zaviyenin bulunduğunu ve Horasan, Semerkand, Tebriz ve Konya gibi İslâm dünyasının çeşitli şehirlerinden gelen mutasavvıfların yaşadığını kaydetmektedir. Şâtıbî nisbesiyle meşhur fakih İbrahim b. Musa (ö. 790/1388), yaşadığı dönemde Gırnâtalılar tarafından İslâm’a atfedilen fakat kendisinin bid‘at olarak kabul ettiği bazı uygulamaları eleştirmiş, bu da şehir kadısı ile arasında hararetli tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştu. Diğer taraftan Nasrî hanedan mensupları arasında yaşanan taht mücadelelerinin ortaya çıkardığı siyasî bunalımlar ilim adamlarının da gündemine girmişti. Gırnâta kâdilcemâası olarak görev yapmış olan İbnü’l-Ezrak (ö. 896/1491), Nasrîler’in son dönemlerinde yaşanan siyasî bunalıma yakinen şahit olmuş ve Endülüs’ün Hıristiyanların eline geçme tehlikesi karşısında çözüm üretmeye çalışmıştır. Onun Bedâyi‘ü’silk fî tabâ’i‘i’l-mülk adlı eseri siyasetnâme türünün Endülüs’teki örnekleri arasındadır.
Zîrîler döneminden günümüze bir köprü, hamam, minare ve Bâbu İlbîre adıyla bilinen şehrin kapılarından biri ulaşmıştır. Nasrîler döneminden günümüze ulaşan eserlerin en önemlisi hiç şüphesiz Elhamra Sarayı’dır. Ayrıca Gırnâta Ulu Camii’nin (şu anda şehir katedralinin bulunduğu yer) hemen yakınındaki Kayseriye Çarşısı ve XIV. yüzyıldan kalma bir han (günümüzde bilindiği adıyla Corral del Carbón) da bu bağlamda zikredilmelidir. Şehir günümüzde İspanya’nın Andalucía otonom bölgesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Turizm, sanayi ve zeytincilik şehrin başlıca gelir kaynakları arasındadır. 2014 yılı verilerine göre nüfusu 237.540’tır.
- Reşîd el-Âfâkî, Târîhu’l-medreseti’n-Nasriyye bi-Gırnâta, Beyrut 2015.
- Cumhur Ersin Adıgüzel, “Endülüs’te Bir İlim ve Kültür Şehrinin Doğuşu: Gırnata Örneği”, İslam Araştırmaları Dergisi, sy. 42 (2019), s. 29-60.
- David Coleman, Creating Christian Granada: Society and Religious Culture in an Old-world Frontier City: 1492-1600, Ithaca 2003.
- Himyerî, Kitâbü’r-Ravzi’l-Mi‘târ, thk. İhsan Abbas, Mektebetü Lübnân, Beyrut 1975.
- Washington Irwing, Elhamra: Endülüs’ün Yaşayan Efsanesi, trc. Veysel Uysal, İstanbul 1992.
- İbn Battûta, İbn Battûta Seyahatnâmesi, trc. A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2004.
- İbnü’l-Hatîb, el-İhâta fî Ahbâri Gırnâta, thk. Muhammed Abdullah İnân, Mektebetü’l-Hancî, Kahire 1975.
- Makkarî, Nefhu’t-Tîb, thk. İhsan Abbas, Dâru Sâdır, Beyrut 1968.
- Mehmet Özdemir, “Gırnâta”, DİA, c. 14 (1996), s. 51-7.
- Sarr Marroco ve Bilal J. J., La Granada Ziri, Granada 2011.
- Qiyas Şükürov, "Benî Ahmer Devleti (1232-1492)", Yayımlanmamış Doktora Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008.
- Viguera Molíns ve María Jesús, Los Reinos de Taifas y las Invasiones Magrebíes, Madrid 1992.
- Yakût el-Hamevî, Mu‘cemü’l-Büldân, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut [t.y].