- A +

Anadolu’dan Avrupa’ya geçişte tarihî öneme sahip bir konumda olan Edirne şehrinin ismi, II. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus’un kenti yeniden inşa etmesi ile kente verilen Hadrianapolis isminden gelmektedir. Trakya’nın merkezinde konumlanan şehir, Tunca ve Ergene nehirlerinin Meriç nehrine kavuşarak bir kavis oluşturdukları yükseklik üzerine konumlanmıştır. Trakya’da bilinen ilk siyasi oluşumlardan ve çeşitli boylardan oluşan Trakların Edirne’de MÖ 2000’lere uzanan varlıklarından sonra, bölgeyi etkileyen Helen ve Pers egemenlikleri söz konusu olmuştur. MÖ IV. yüzyılda İpsala merkezli Trakya Devleti kuran Odrisler’in bugünkü Edirne’yi kurdukları düşünülmektedir. Çok geçmeden, Roma’nın etkinliğini kazandğı MÖ I. yüzyıla kadar Makedon valilerce yönetilen Edirne ve çevresi, Orestia olarak isimlendirilmiştir. Bu isim Roma ve Bizans döneminde de kullanılmıştır. İslam kaynakları ise Edrene, Edrenebolu, Edrinus isimlerini kullanmışlardır.

Roma döneminde, Hemimantos eyaletinin merkezi ola Edirne, Roma başkentinin İstanbul’a taşınmasından sonra önemini arttırmış, bu önemini Roma’nın bölünmesinden sonra da sürdürmüş, zaman zaman Got, Bulgar ve Hun işgallerine uğramıştır. Aydınoğlu Umur Bey döneminde ve daha sonra Orhan Bey döneminde bölge Müslüman beylikler tarafından tanınmaya başlanmıştır. Bizans ile 1345’ten itibaren yakın ilişki kuran Orhan Bey döneminde, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa komutasında birlikler, Edirne’de, meşru Bizans valisine muhalif bir hareketin bastırılmasına yardım etmiş, Meriç nehri üzerinde Sırp-Bulgar hücumunun püskürtülmesine yardımda bulunmuşlardır. Bu yardımlardan maksadın Rumeli’ye yerleşmek olduğu Bizans tarafından zamanla anlaşılsa da çeşitli nedenlerle boşalan Gelibolu yarımadasını üs haline getiren Türkmen toplulukların ilerleyişi, Süleyman Paşa’nın şehadeti sonrası bölgeye komutanlık eden Murat Bey’in Beyliğin başına geçmesi ile hız kaybetmeyerek 1361-1371 arası bölge tamamı ile Osmanlı egemenliğine girmiştir. Edirne fatihi Lala Şahin Paşa’nın idaresine verilen şehir, İstanbul ve Avrupa arasında bağlantıların denetlendiği bir merkez olmuş, Rumeli fetihleri buradan ikmal ve idare edilmiştir. Daha önce Gelibolu’na geçişleri sebebi ile Lapseki’de çıkarma yapan ve püskürtülen Haçlılar, bu kez Edirne’nin fethine karşılık daha güçlü biçimde1364 Sırpsındığı, 1371 Çirmen muharebelerinde Osmanlı ile karşı karşıya gelse de bozguna uğramış, Osmanlılar nezdinde Edirne ve Batı Trakya’nın güvenliği sağlanmıştır. Fetret döneminde siyasi önemi artan Edirne, önce Emir Süleyman’a ardından üç yıl Musa Çelebi’ye merkezlik etmiştir. Çelebi Mehmet’in ölümü ile ortaya çıkan Mustafa Çelebi, Edirne’de kısa bir zaman etkin olmuş, ancak II. Murat tarafından bastırılmıştır. II. Murat devrinde imar faaliyetleri ile gelişen Edirne “Dâru’s-Saltanat” olarak anılmıştır. II. Murat’ın tahttan oğlu lehine feragat etmesinden rahatsız olan Yeniçerilerin, ilk isyanı Edirne’de gerçekleşmiştir. Bunun üzerine II. Murat Edirne’ye gelip tahta yeniden geçti. Oğlu Mehmet, Edirne Saray’ında doğdu ve Sitti Hatun ile burada evlendi. İstanbul’un fethinden sonra bir üs olarak önemini koruyup “pâyitaht-ı kadîm” sıfatını alan Edirne’ye doğu seferleri esnasında, hanedandan bir şehzade, Rumeli Muhafızı olarak gönderilmekteydi. Edirne’nin gelişmesi özellikle II. Bâyezid döneminde devam etti. I. Selim’de doğu seferi hazırlıklarını burada yaptı. Kanuni, hemen hemen tüm kışlarını Edirne’de geçiriyordu, kentin çevresindeki avlak alanlar bu dönemde oluştu. XVII. yüzyılın sonlarına kadar Edirne, saray ve çevresinde gelişen kültürel atmosferin çevresinde imar edilen bir şehir olmuştur. XVIII. yüzyıldan itibaren, fetihlerin gerçekleşmemesi ve kaybedilen topraklara paralel olarak da şehir, Balkanlarda düşen Osmanlı kale ve kasabalarından göçen asker ve mülteciler ile dolmaya başlamıştı. Ancak, çeşitli Avrupa seferleri nedeni ile padişahlar yine Edirne’de bulunuyordu. II. Mustafa bütünü ile Edirne’ye yerleşmiş, bu durumun yarattığı kargaşa ile 1703’te “Edirne Olayı” olarak anılan ihtilal gerçekleşerek II. Mustafa tahttan indirilmiş, saltanat üzerinde nüfusunu arttırmış bulunan Şeyhülislam Feyzulllah Efendi, öldürülerek cesedi Tunca’ya atılmıştır. Bu olaydan sonra Edirne’de tahta çıkan son hükümdar III. Ahmet olmuş, ancak Edirne’nin, saltanatlı günleri geride kalmıştır. III. Selim ve II. Mahmut dönemindeki ıslahatlar, Rumeli’de âyanların Edirne’de toplanıp bazı isyanlara öncülük etmeleri ile sonuçlandı. 12 Bektaşi tekkesi ve Kalesinde bulunan Ağa Kapısı ile Edirne, Yeniçerileri besleyen önemli bir merkezdi. 1826’da Yeniçeriliğin kaldırılması, ayaklanmaya müsait bir ortam oluştursa da Edirne Mutasarrıfı Esad Paşa ve ulemâdan Eskicizade’nin girişimleri ile bu teşebbüsler bastırılmıştır. Edirne ilk kez yabancı düşman işgaline 1828-1829 Rus harbi ile uğramış oldu. Rus ilerleyişini durduramayan komutanlar, kentin yıkılmasından endişe ederek, şehri teslim etmişlerdir. Ancak Prusya elçisinin araya girmesi ile Rus ordusu Edirne’nin batısına çekildi. Bu dönemde önemli bir travma geçiren şehrin üçte bir nüfusu, kenti terk etti. Hükümet bir takım kesin yasaklar koymak zorunda kaldı. Zira, civar köylerdeki Rum-Bulgar nüfus boşalan mahallelere yerleşerek, kentin demografisini değiştirmekteydiler.

Edirne, 1878-1879 Osmanlı-Rus Harbi (93 harbi) döneminde yeniden kuşatıldı. Kuşatma 13 Mart 1879’a kadar sürdü, salgın hastalıklar ve sefalatten on binlerce insan yaşamını yitirdi. Kentteki pek çok Osmanlı eseri yıkıma uğradı, düşman eline geçme endişesi ile Edirne Sarayı cephaneliği ile birlikte havaya uçuruldu. Savaşın ardından Edirne, Rumeli’den gelen on binlerce göçmenle sıkıntılı günler yaşadı.

Balkan Savaşları esnasında Edirne Kalesi stratejik rol oynamış, bir kuşatmaya hazır olamayan hükümet politikaları nedeni ile 40-50 gün savunulabilecek vaziyetteki Edirne Kalesi, Şükrü Paşa kumandanlığında 160 gün direnerek dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. 25 Mart 1913’te teslim olan şehrin düşüşü ve 30 Mart’ta imzalanan Londra Antlaşması ile sınırın Midye-Enez hattına çekilmesi, Osmanlı kamuoyunda infiale yol açmıştır. Ancak, kısa bir zaman sonra birbirleri ile çatışan Balkan ülkeleri, kendi problemleri ile uğraşırken, 21 Temmuz 1913’te Edirne yeniden Osmanlı idaresine girdi.

22 Temmuz 1920’de Yunan işgaline uğrayan Edirne, Sevr Antlaşması ile Yunanistan’ın Doğu ve Batı Trakya Vilayeti’nin merkezi olarak öngörülüyordu. Ancak Lozan antlaşması ile Edirne, Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmış ve Batı sınırını teşkil etmiştir (1923).

Edirne’de XIX. yüzyılda, 47 medrese ve 54 mahalle mektebi bulunmaktaydı. Gayrimüslimlere ait, 5 Ermeni, 12 Rum, 2 Yahudi, 11 Bulgar, 1 İtalyan, 1 Avusturya ve 1 de Fransız okulu bulunmaktaydı.

Edirne, saray çevresinde gelişen pek çok sanat dalının doğmasına neden olmuştur. Edirnekari süsleme sanatı bunun günümüze kadar uzanmış bir örneğidir. Hat sanatının Osmanlılarca geliştirilmesinde de Edirne’nin etkisi olmuştur. Aslen Edirneli 240 hattatın olduğundan bahsedilmekte, bilinen en eski Edirneli hattatların da, Fatih devrinin meşhurlarından Yahya es-Sofi  ve oğulları olduğu tespit edilmektedir.

Roma İmparatoru Hadrianus’un yaptırdığı kale, bugünki kale içi mevkiini kuşatmakta olup, 1 km uzunluğunda 12 kule ve 9 kapıya sahipti. Kale, 1867’de Vali Hurşit Paşa tarafından yıktırılmış, arsaları satılarak kente hastane gibi donatılar yaptırılmıştır. Bugüne bir kule ve tek duvar kalıntısı kalmıştır.

Şehirde XVII. yüzyılda 14’ü selâtin olmak üzere 300 cami bulunmaktaydı. I. Murat’ın şehri fethinden sonra Cuma namazını kıldığı, Fatih dönemi Müderrislerinden Şücâeddin Halebî yanındaki medresede ders verdiği için Halebî Camii olarak bilinen kiliseden çevrilme yapı bugüne ulaşmamıştır. Günümüze ulaşabilen en eski cami Bâyezid Camii, 1399’da inşa edilmiş, imareti ile birlikte külliye olarak yapılmıştır. Günümüze kadar gelen bazı önemli camiler şunlardır: Eski Cami (1414), Gazi Mihal Camii (1422),  Beylerbeyi (1429), Şah Melek (1429), Dârulhadis Camii (1435), Muradiye (1436), Mezid Bey (1442), Üç Şerefeli Cami ve Külliyesi (1447), Ayşe Kadın (1468), Evliya Kasımpaşa Camii (1478), Sitti Sultan Camii (1482), II. Bâyezid Külliyesi (1488), Süleymanpaşa Camii (1499), Lari Çelebi (1514), Süle Çelebi (1560), Selimiye Camii ve Külliyesi (1574), Defterdar Mustafa Paşa (1576), Kâdî Bedreddin (1752).

XIX. yüzyılda dahi en çok öğrenciye sahip olan Peykler Medresesi, Fatih döneminde, Üç Şerefeli Cami’nin kuzeyine inşa edilmiştir. Dârülkurra olarak vazife gören Selimiye Medresesi de şehrin önemli eğitim kurumlarındandır. Hayriye Medresesi, Yediyol Ağzı Medresesi, Eski Cami Medresesi, Fatih Sultan Mehmet’in de şehzadeleğinde ders gördüğü Saatli Medrese, II. Bâyezid Medresesi şehrin XX. yüzyıla kadar önemini korumuş ilim merkezleridir. Edirne hakkında mufassal bir eser kaleme alan Bâdi Efendi, kırktan fazla medrese adı zikretmektedir. Nakşibendi Şeyhi Edirneli Mehmed Nuri (ö. 1884), Tarihçi Edirneli Mehmed (ö. 1640), Molla Fenârî’den sonra şeyhülislamlık görevi yapan, Telvih ve Metâli’ye hâşiyeler yazan Molla Abdülkerim Efendi (1488), II. Bâyezid Medresesi Müderrislerinden Pamuk Kadı lakaplı Abdüllatif Efendi (ö. 1532), Ahlâk-ı Alâî müellifi Ispartalı Kınalızâde Ali Çelebi (1571),  şehircilik fıkhı üzerine Hanefî mezhebindeki en mufassal ansiklopedik eseri yazan Kadı Mehmet Kami Efendi (ö. 1724), Hasan Sezâî Dergahı şeyhlerinden Âşık Efendi (1567), Fatih döneminde Hurûfîlerle mücadele ederek tasfiyelerini sağlayan ve Edirne’de bir medrese inşa ettiren Fahreddin-i Acemî (ö.1461), Edirne’de kendi adına bir külliyesi olan Gülşenî-Halvetî şeyhi ve Divan Sahibi Hasan Sezâî Efendi (ö.1738),  Rufâî şeyhlerinden Kabulî Mustafa Efendi (ö. 1712), Keşan’da Halvetî şeyhi Süleyman Zâtî Efendi (ö.1738), Edirne Mevlevîhânesi şeyhlerinden Recep Enis Dede (ö. 1734) Edirne’de doğmuş, yaşamış ya da medfun bulunan binlerce önemli simadan birkaçıdır.

Bugünkü Edirne, Türkiye’nin Yunanistan ile sınırını teşkil eden Meriç nehri kıyısında, sınır ticareti ve daha çok tarıma dayalı ekonomisi ile gelişen, nüfusunun büyük kısmını Balkan Göçmenlerinin oluşturduğu, nüfusu iki yüz bine yaklaşan bir şehirdir. Şehirdeki medreselerin çoğu harap durumda olup son yıllarda, Bâyezid Medresesi ve Selimiye Dârülkurrası, Saatli Medrese restorasyonlar ile kültürel hizmetlere açılmıştır. Harap durumdaki Hasan Sezâî Dergahı restore edilmiştir. Şehrin Tunca nehrinin batısında kalan eski mahalleleri yok olduğundan bu bölgedeki vakıf eserleri terk edilmiş bir görünüm arz etmektedir. Şehir bugün turistik bir merkez olarak, yağlı güreşler ve cami, han, hamam gibi tarihi abidelerin ziyarete gelindiği bir açık hava müzesi olarak tanınmaktadır. 

  • M. Tayyip Gökbilgin, “Edirne”, DİA, c. 10 (1994), s. 425-31.
  • Semavi Eyice “Edirne (mimari)”, DİA, c. 10 (1994), s. 431-42.
  • Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri: Edirne, Milliyet Yayınları, İstanbul 1985.
  • Ahmet Badi Efendi, Riyaz-ı Belde-i Edirne 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne'si, haz. Raşit Gündoğdu, Niyazi Adıgüzel Edirne, Trakya Üniversitesi Yayınları, Edirne 2014.
  • Osman Nuri Peremeci, Edirne Tarihi, Bellek Yayınları, Edirne 2011.

Atıf Bilgisi

Edirne. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/mekanlar/edirne/17