- A +

Orta Irak’ta Dicle ile Fırat nehirlerinin birbirine yaklaştığı bir mevkide, Sasanîler’in başkenti Medâin’in (Ktesifon) 30 km. kadar kuzeybatısında, ikinci Abbâsî halifesi Mansûr tarafından 145/762’de temelleri atıldı ve 766’da inşası tamamlandı. Sâmerrâ dönemi (836-893) hariç, Abbâsî Devleti’ne yıkılışına kadar (1258) başkentlik yaptı. Osmanlı döneminde Bağdat vilâyetinin merkeziydi. 1921’den beri Irak’ın başşehridir.

Bağdat kelimesi yaygın kanaate göre Farsça kökenli olup “Tanrı’nın lütfu” anlamına gelmektedir. Ayrıca Halife Mansûr, şehre Kur’ân-ı Kerîm’de cennet anlamında kullanılan dârüsselâm kelimesinden ilham alarak Medînetü’s-selâm adını vermiştir. Bağdat için Buğdân, Medînetü’l-Mansûr, Medînetü Ebî Ca‘fer, Medînetü’l-hulefâ, el-Medînetü’l-müdevvere ve ez-Zevrâ gibi adlar da kullanılmıştır.

Abbâsîler, kuruluş safhasında Kûfe, Enbâr ve Hâşimiye şehirlerini merkez olarak kullandılar; ancak siyasî ve coğrafî nedenlerden ötürü devletlerinin gücünü sembolize edecek yeni bir başşehir arayışına girdiler. Şehir, Dicle nehrinin batı yakasında verimli topraklara sahip bir düzlükte ve yolların kesiştiği bir noktada kuruldu. Dairevî ve düzenli bir şekilde etrafı surlar ve hendeklerle çevrilerek inşa edildi. Şehir, ortada kesişen iki anayol ile dört eşit parçaya bölünmüştür. Şam kapısı kuzeybatıya, Horasan kapısı kuzeydoğuya, Kûfe kapısı güneybatıya, Basra kapısı ise güneydoğuya açılıyordu. Şehir, zamanla surların dışına taşarak büyüdü. Mansûr, oğlu Mehdî için dairevî şehrin karşısına, Dicle’nin doğu yakasına bir karargâh kurarak askerî birlikleri buraya nakletti (768-773). Hârûnürreşîd zamanında burası sivil yönden de gelişerek Rusâfe ismini aldı. Mehdî döneminden itibaren Bağdat daha çok doğu yönünde olmak üzere dört bir taraftan genişledi. Buna bağlı olarak Kerh, Harbiyye, Muhavvel, Şarkiyye, Kelvâzâ, Muharrim, Şemmâsiyye, Kutrabbul (Kâzımeyn) gibi büyük semtler ortaya çıktı. Bağdat ve çevresinde ara ara çok sayıda sulama kanalı açılmış ve köprüler inşa edilmiştir.

Halife Emîn ile Me’mûn arasındaki taht mücadelesinde on dört ay süren kuşatma sırasında Bağdat büyük zarar gördü. Şehirdeki karışıklık, Me’mûn’un Merv’i terkedip Bağdat’a yerleşmesine kadar devam etti (819). Bağdat, Mu‘tasım döneminde Türk askerleri ile kalabalık hale geldi. Mu‘tasım halkla askerler arasında çıkan çekişmenin büyümesini önlemek için Sâmerrâ şehrini kurarak başkenti buraya nakletti. Halifelerin Sâmerrâ’da kaldıkları dönemde (836-892), Bağdat siyasi önemini kaybetse de bir ticaret ve kültür merkezi olarak önemini korudu. Abbâsîler için bir canlanma dönemi sayılan Mu‘tazıd ve Müktefî zamanlarında (892-908) ve onu takip eden Muktedir döneminde şehir yeni imar faaliyetlerine tanık oldu.

Bağdat asırlarca dünyanın en kalabalık şehirleri arasında yer aldı. Farklı ırk ve dinlere mensup halkıyla kozmopolit bir kent görünümü sergiliyordu. Bürokraside ve orduda hemen her milletten insana rastlamak mümkündü. Dönemin bütün meslek erbabı ve sanatçıları adeta burada toplanmıştı. Bağdat, hangi ilim dalı olursa olsun ilgili hoca ve eser bulmak isteyenlerin uğradığı bir yerdi. Kurulduğu günden itibaren bir cazibe merkezi haline gelen Bağdat’ın nüfusunun Abbâsîler’in müreffeh dönemlerinde bir milyonu aştığı tahmin edilmektedir.

Abbâsî halifelerinin otoritesini yitirdikleri emîrülümerâlar döneminde (932-945) şehirde istikrarsızlık ve kaos hâkim oldu. Bu döneme damgasını vuran askerî bürokrasi, vesayet kavgası ve toprak sistemindeki bozulma; şehirde hayatı durma noktasına getirdi. Halk sel, yangın ve kıtlık gibi felaketlerle geçen buhranlı bir dönem yaşadı.

Bağdat Büveyhîler döneminde (945-1055), Adudüddevle (977-982) dönemini saymazsak, çeşitli sıkıntılılar yaşayarak gerilemeye başladı. Halk arasındaki karışıklıklardan, mezhep kavgalarından ve eşkıyaların çapulculuklarından şehir ziyadesiyle zarar gördü. Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in 1055’te Bağdat’a girmesiyle Büveyhîler’in Şiî siyaseti sona erdi. Arslan Besâsîrî kısa bir süre Fâtımîler adına Bağdat’ı ele geçirdiyse de (1058), Selçuklular tarafından mağlûp edilip öldürüldü. Selçuklular çağında Bağdat’ın kazandığı görünüm, iki asır boyunca pek değişmedi.

Moğollar 1258’de Bağdat’ı dört bir yandan kuşatınca Halife Musta‘sım çaresiz teslim oldu. Şehre giren Moğollar her yeri yakıp yıktı ve halkı kılıçtan geçirdi. Öldürülenlerin sayısı kaynaklarda her ne kadar 800 bin ile 2 milyonu aşan abartılı rakamlarla belirtilse de bu sayısının 100 bini aştığı anlaşılmaktadır. Bu istila sırasında şehir baştan aşağı yağmalanmış, camiler ahıra dönüştürülmüş, kütüphaneler dağıtılmış, çok sayıda değerli kitap yakılmak ve suya atılmak suretiyle imha edilmiştir. Moğol istilasının ardından Irak ve İran bölgelerinin siyasî ve kültürel üstünlüğü, Memlükler’in hakimiyetinde bulunan Mısır ve Suriye’ye geçmiştir.

Bağdat, bir eyalet merkezi olarak 1340’a kadar İlhanlılar’ın egemenliğinde kaldı. Atâ Melik Cüveynî’nin valiliği döneminde (1258-1282) şehir, eski önemini tekrar kazandı. Celâyirliler (1340-1431) hakimiyetinde bir süre başkent oldu. Bağdat Celâyirliler’le Timurlular arasında birkaç kez el değiştirdi. Timur 1393 ve 1401 yıllarında Bağdat’ı iki kez işgal etti. Şehir ilkinde fazla zarar görmezken, ikincisinde insanlar öldürüldü ve birçok yapı tahrip edildi. Bağdat’a önce Karakoyunlular (1410-1467), ardından Akkoyunlular hâkim oldu. Şehir 1508’de Şah İsmail’in başında bulunduğu Safevîler’in eline geçti. Sonraki yıllarda Osmanlılar’la Safevîler şehre hâkim olmak için mücadele verdiler. Kürt beyi Zülfikar bir süre şehri ele geçirip Kanûnî Sultan Süleyman’a bağlılığını bildirdi. Safevî şahı Tahmasb 1530’da Bağdat’ı ikinci kez ele geçirdi.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Bağdat’a girmesiyle (1534) yaklaşık dört asır sürecek olan Osmanlı hâkimiyeti başlamış oldu. Osmanlı merkezî otoritesinin sarsıldığı dönemlerde Bağdat’ta birtakım isyanlar baş gösterdi. Bağdat eyalet valileri tarafından yönetildi. Midhat Paşa’nın valiliği sırasında (1869-1872), şehir büyük bir gelişme kat ederek modern bir hüviyet kazandı. II. Abdülhamid döneminde Bağdat’ı Konya üzerinden İstanbul’a bağlayacak demiryolunun yapımına başlandı (1903). Basra’ya kadar uzanacak olan bu yol I. Dünya savaşı nedeniyle tamamlanamadı. Bağdat I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin eline geçti (1917). Irak Devleti’nin kurulması ile birlikte ülkenin başkenti yapıldı (23 Ağustos 1921).

Bağdat büyük bir ilim, kültür ve tercüme merkezi idi. Âlimler ve edipler burada sayılmayacak kadar çoktu. Halifelerin yanı sıra devlet adamları ilim ve sanatla ilgilenmiş ve çoğu kez hâmilik rolü üstlenmişlerdir. Bağdat Mu‘tezile, Selefiyye, Ehl-i Sünnet, Eş‘ariyye ve Şîa gibi başlıca kelâmî akımların gelişip yayıldığı merkezlerden biri olmuştur. Fıkhî mezheplerden Hanefîlik ve Hanbelîlik burada doğmuştur.

Camiler şehrin başlıca eğitim-öğretim merkezleriydi. Kitap dükkânları âlimler ve ediplerin sıkça uğrak yerleri arasındaydı. Büveyhîler devrinde -Ebû Nasr Sâbûr b. Erdeşîr’in kurduğu başta olmak üzere- halka açık kütüphane ve ilim merkezi konumundaki Dârülilimler yaygınlaştı. Selçuklular devrinde Bağdat, farklı şehirlerde kurulması planlanan medreselere öncülük etti. 1067’de açılan Nizâmiye ve İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe medreseleri ile 1233’te hizmete giren Müstansıriyye Medresesi bunların en meşhurlarıydı. Medreseler genellikle fıkhî mezheplerden biri üzerinde ihtisaslaşırken, Müstansıriyye ile Beşîriyye medreseleri dört sünnî mezhebe göre öğretim yapıyordu.

İslâm dünyasındaki ilk hastane, Hârûnürreşîd tarafından 790’da Bağdat’ta inşa edilmiştir. 10. yüzyılda sayıları artan hastaneler nitelik bakımından da gelişti. Halife Muktedir (918), Seyyide Şağab (918) ve Adudüddevle (982) tarafından yaptırılan hastaneler en dikkat çekenleriydi. İslâm dünyasındaki ilk rasathane, Me’mûn tarafından Bağdat’ın Şemmâsiye semtinde kuruldu (828 [?]). Bağdat, başından beri çok sayıda vakıf kurumunu bünyesinde barındırdı. Osmanlı döneminde de burada çok sayıda yeni vakıf kurulduğu gibi eskileri de canlandırıldı. Yine bu dönemde külliye tarzı yapılar görülmeye başlandı. Bunlar arasında Âzamiye, Mûsâ Kâzım, Abdülkâdir-i Geylânî, Ma‘rûf-i Kerhî adlı büyük külliyeler günümüze kadar gelmiştir.

Bağdat kurulduğu günden itibaren tercüme faaliyetlerine ev sahipliği yaptı. Abbâsî halifeleri ve bazı devlet adamlarının teşvikiyle Süryanî-Nastûrî, Hint, Sabiî, Nabatî, İbranî, Fars, Rum gibi farklı mensubiyetleri bulunan kimseler, insanlığın ilim ve düşünce mirasının İslâm dünyasına aktarılmasına katkı sundular. Hint, İran, Mısır, Suriye ve Anadolu topraklarından çok değerli eserler Bağdat’a taşınıyordu. Eserler tercüme edilmekle kalmıyor, üzerlerine şerhler yazılıyor ve yeni ilmi tartışmalara kapı açılıyordu. Me’mûn zamanında hızlanıp yoğunlaşan bu faaliyetler Beytülhikme çatısı altında yürütülmüştür.

Bağdat başından beri tasavvuf düşüncesinin önemli merkezlerinden biri olmuştur. İbnü’s-Semmâk, Ma‘rûf-i Kerhî, Serî es-Sakatî, Hâris el-Muhâsibî, Ebû Saîd el-Harrâz, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, Cüneyd-i Bağdâdî, Abdülkadir-i Geylânî, Hâlid el-Bağdâdî gibi sûfîler Bağdat ve çevresinde yetiştiler. Abbâsî Devleti’nin son dönemlerinde tasavvufun öne çıkmasına bağlı olarak halife veya yakınları tarafından çok sayıda ribât inşa edildi. Öte yandan Bağdat, Halife Nâsır-Lidînillâh’ın öncülüğünde oluşan (1187) fütüvvet teşkilatının merkeziydi. İsnâaşeriyye’nin yedinci imamı Mûsâ Kâzım ve dokuzuncu imamı Muhammed el-Cevâd’ın türbelerinin bulunduğu Kâzımeyn, Şiîlerin en önemli ziyaret yerlerinden biridir.

Bağdat, İslâm sanatlarının neşv ü nema bulduğu ve sanatçıların sürekli himaye gördüğü bir şehir olarak tarihe geçmiştir. Hat sanatına asırlarca yön veren Bağdat bu sahada Fazl b. Sehl, Ahvel el-Muharrir, İbn Mukle, İbnü’l-Bevvâb ve Yâkût el-Müsta‘sımî gibi çığır açan isimler kazandırmıştır. Moğol sonrası dönemde Bağdat minyatür sanatı ile de dikkat çekmiş, Celâyirliler döneminde Cüneyd en-Nakkâş’ın geliştirdiği üslûp sonraki dönemlerde geliştirilerek takip edilmiştir.

İslâm tarih ve coğrafya yazıcılığında özel bir yere sahip olan Bağdat hakkında çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Hatîb el-Bağdâdî’nin (ö. 463/1071) Bağdat tarihine ve muhaddislerine dair yazdığı eser en önemlisi olmakla birlikte üzerine çok sayıda zeyil yazılmıştır. Seyahatnâme ve hatırat eserlerinde Bağdat’a genişçe yer verildiği de ayrıca dikkat çekmektedir.

Son yüzyılda Irak’ta artan petrol gelirlerine bağlı olarak Bağdat iktisadi ve kültürel açıdan büyük bir metropol haline gelmiştir. Öyle ki, Arap âleminde nüfus bakımında Kahire’den sonra ikinci sıraya yerleşmiştir. Bağdat Körfez Savaşı (1991) sırasında uğradığı bombardımandan büyük zarar gördü. Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı işgal etmesiyle (2003) başlayan yıkım, siyasî istikrarsızlık, iktisadî sorunlar ve mezhebî çekişmelerle şehrin içine düşmüş olduğu buhranlı durum hâlâ devam etmektedir. 2020 itibariyle şehrin nüfusu, 8 milyonu aşmış bulunmaktadır. Demografik yapısında Sünnî ve Şiî oranı birbirine yakın olmakla birlikte, son dönemlerde bu oran Şiîler lehine değişmektedir.

 

  • Abdülazîz ed-Dûrî, “Bağdat (Genel Bakış)”, DİA. c. 4, s. 425-433.
  • Abdülkerim Özaydın, “Bağdat (Kültür ve Medeniyet)”, DİA. c. 4, s. 437-441.
  • Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Medîneti’s-Selâm: Târîhu Bağdâd, thk. Beşâr Avvâd Ma‘rûf, Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 2001.
  • Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemü’l-el-Büldân, Dâru Sâdır, Beyrut 1977, c. 1, s. 456-467.
  • Nazmi-zâde Murteza, Gülşen-i Hulefa: Bağdat Tarihi 762-1717, nşr. Mehmet Karataş, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2014.
  • İsmail Safa Üstün (ed.), İslâm Medeniyetinde Bağdat (Medînetü’s-Selâm) Uluslararası Sempozyum (2008 İstanbul), MÜİFV Yayınları, İstanbul 2011.
  • Salih Ahmed el-Ali, Bağdâd Medînetü’s-Selâm, Matbuâtü’l-Mecmai’l-İlmiyyi’l-Irâkî, Bağdat 1985.
  • Salih Ahmed el-Ali, Meâlimü Bağdâdi’l-İdâriyye ve’l-Umrâniyye: Dirâse Târîhiyye, Dârü’ş-Şüûni’s-Sekâfeti’l-Âmme, Bağdat 1988.
  • Guy Le Strange, Baghdad during the Abbasid Caliphate, Oxford, London 1900.
  • Jacob Lassner, The Topography of Baghdad in the Early Middle Ages, Wayne State University, Detroit 1970.
  • Fehmi Abdürrezzak Sa‘d, el-Âmme fî Bağdâd fi’l-Karneyn es-Sâlis ve’r-Râbi‘ el-Hicrî, el-Ehliyye, Beyrut 1983.
  • Mahmud Hüseynî Mahmud, el-Medresetü’l-Bağdâdiyye fî Târîhi’n-Nahvi’l-Arabî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1986.
  • Dimitri Gutas, Yunanca Düşünce Arapça Kültür: Bağdat’ta Yunanca-Arapça Çeviri Hareketi ve Erken Abbasi Toplumu, çev. Lütfü Şimşek, Kitap Yayınevi, İstanbul 2003.
  • Ahmet Kayacık, Bağdat Okulu ve İslâm Düşüncesindeki Yeri, Üniversite Kitabevi, İstanbul 2004.
  • Erdinç Gülcü, “Osmanlı İdaresinde Bağdat (1534-1623)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ 1999.
  • Kadir Kan, “Abbâsîlerin Birinci Asrında Bağdat (145-232/762-847)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, Bursa 2010.
  • Ebubekir Ceylan, The Ottoman Origins of Modern Iraq, I.B.Tauris, London 2011.
  • Abdulhamit Dündar, “Selçuklular Devri Bağdat Medreseleri: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Medresesi Örneği”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul 2012.
  • Abdulhamit Dündar, “4/10. Yüzyılda Bağdat (Topografya, Toplumsal Yapı, Gündelik Hayat)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Bilecik Üniversitesi, 2019.
  • İlyas Çelebi (ed.), Bağdat İlim Havzasında İslâm Düşüncesinin Öncü Şahsiyetleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2020.

Atıf Bilgisi

Bağdat. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/mekanlar/bagdat/47