- A +

Bir karara bağlamak için davaların görüşüldüğü veya davalık olanların yargılandığı mekân olan mahkeme, neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir kurumdur. Hak ihlalleri ve anlaşmazlıkların çözümü için İslâm öncesi Arap toplumunda hakemlere başvurma geleneği vardı. İslâmiyet’le birlikte şeriata mutabık hüküm verme anlayışını yerleştiren Hz. Peygamber, hayatta iken kendisine gelen davalara mescidde ya bizzat bakmış veya başka birine devrederek karara bağlanmasını sağlamıştır. Medine dışındaki bölgelere gönderdiği sahabîlerinden de Kur’ân ve Sünnet’e müracaat ederek, bu iki kaynakta doğrudan bir karşılık bulamayınca da ictihad ederek hüküm vermelerini istemiştir. Bu anlayış İslâm hukukunun gelişmesinin temel dayanağı olmuştur.

İslâm toplumunda yargı sistemi; mahkeme ve onu temsil eden kâdılık makamı etrafında şekillenmiştir. Hz. Peygamber’in izinden giden ilk halifeler de davalara Mescid-i Nebevî’de bakmışlardır. Yine bu dönemde Medine dışındaki şehirlere atanan valiler, yargı yetkisini de ellerinde bulunduruyorlardı. Ancak, Hz. Ömer döneminde valilerin iş yükünün artması ve davaların çoğalması sebebiyle Medine, Şam, Basra, Kûfe ve Fustat gibi büyük şehirlere hususî olarak kadılar tayin edilmiştir.

Müstakil mahkemelerin henüz oluşmadığı devirlerde kadılar; camilerde ve ona bitişik yerlerde veya evlerde davalara bakıyorlardı. Sonraki zamanlarda cami ve evlerde davalara bakılması idareciler tarafından yasaklanmışsa da bu mekânlar bir süre daha yargılama yeri olarak kullanılmıştır. İlerleyen zamanlarda mahkeme kayıtlarının muhafaza edildiği kadı divanı oluşmuştur. Buna bağlı olarak mahkemenin vermiş olduğu kararlar, biri mahkemeye başvurana diğeri kadı divanında saklanmak üzere en az iki nüsha halinde hazırlanması gelenek halini almıştır.

İlk dönemlerde kadılar, ictihad etme kabiliyetine sahip âlimler arasından seçiliyordu. Emevîler’den itibaren meslekî tecrübe de dikkate alınarak kadılığa giden yolun ilk basamağını mahkeme zâbıt kâtipliği almıştır. Böylece kadı kâtipliğinden nâibliğe, oradan da kadılığa yükselen bir süreç esas alınmıştır. Kadılar, önceleri halifeler tarafından atanırken, Abbâsî halifesi Hârûnürreşîd zamanından (786-809) itibaren kâdılkudât (kâdılcemâa) görevine getirilen kişilerce atanmaya başlamıştır. Kâdılkudâtlık vazifesine getirilen ilk kişi, Hanefî mezhebinin meşhur hukukçusu Ebû Yûsuf’tur. III/IX. yüzyıldan itibaren fıkhî mezheplerin teşekkülüne bağlı olarak bölge ve şehirlere orada yaşayan halkın mezhebi dikkate alınarak kadılar tayin edilmiştir.

İslâm dünyasında kadı mahkemeleri dışında başka adlî kurumlar da bulunmaktadır. Bunlar arasında süreklilik arz edenleri, çarşı-pazarda haksızlıkları önlemek için denetimi sağlayan muhtesibin başkanlığında hizmet veren Hisbe teşkilatı ve normal mahkemelerin karara bağlamakta zorlanacağı ceza ve hukuk davalarını karara bağlamak ve uygulamak, idarî şikâyetleri dinlemek üzere oluşturulmuş yüksek bir kurul mahiyeti taşıyan Mezâlim divanıdır. Öte yandan Şurta (emniyet) teşkilatı da birçok noktada adlî kurumlarla irtibat içerisinde olmuştur.

Mahkemede kadı dışında adlî işleri yürütenler arasında kolay davalara bakmak üzere bırakılmış nâib (halîfe, vekîl), noterlik ve arzuhalcilik işlerini yerine getiren şürûtî/ehlü’ş-şürût, mahkemelerde kadı kâtipleri, davalı ve davacıların avukatlığını yapan muhâmî, mütercim, mahkemede sükûneti sağlamak ve ortamı hazırlamakla görevli sâhibü’l-meclis ile âzân (arîf/cilvâz/bevvâb) gibi görevliler bulunmaktaydı. Müftî konumunda olan fıkıh âlimleri de kadıların davalarda fikir danıştıkları kimseler arasındaydı.

Ateşten gömlek giymeye benzetilen kadılık görevini üstlenecek kişinin taşıması gereken vasıflar belirlenmiş ve üzerinde dikkatle durulmuştur. Kadı ve yardımcılarının uyması gereken kuralları ve adlî işlerde takip edilecek usûlleri ihtiva eden çok sayıda edebü’l-kâdî eseri kaleme alınmıştır. Bununla birlikte hukukî muameleleri ve mahkeme kayıtlarını belgeleme usûlüne dair şürût ve sicillât eserleri ortaya çıkmıştır. Bu eserler adli işlerde vazifeli kişiler için kılavuz kitaplar mesabesindeydi. Ayrıca ilk dönemlerden itibaren yargılama hukuku alanında yazılan müstakil eserler ve klasik fıkıh literatürü, önemli ölçüde mahkemelere intikal eden davalardan beslenmiştir. Daha çok Osmanlı dönemine ait günümüze ulaşmış mahkeme kayıtları, çağının toplumsal hayatına birçok açıdan ışık tutmaktadır. Şer’iyye sicilleri ve sâk mecmuaları olarak karşımıza çıkan bu kayıtların ışığında belli dönemlerin tarihinin aydınlatıldığı çok sayıda çalışma bulunmaktadır.

  • Fahrettin Atar, “Mahkeme”, DİA, c. 27 (2003), s. 338-341.
  • Fahrettin Atar, “Kadı”, DİA, c. 24 (2001), s. 66-69.
  • Şükrü Özen, “Kâdılkudât”, DİA, c. 24 (2001), s. 77-82.
  • Fahrettin Atar, İslâm Adliye Teşkilatı: Ortaya Çıkısı ve İşleyişi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2020.
  • Latîfe el-Bekkây, Mine’t-Tahkîm ile’t-Tekâdî: Dirâse fî Neş’eti Müesseseti’l-Kadâi’l-İslâmiyye, Dâru’t-Talî‘a, Beyrut 2015.
  • Vecdi Akyüz, İslâm Hukuku’nda Yüksek Yargı ve Denetim: Divan-ı Mezâlim, MÜİFAV Yayınları, İstanbul 1995.
  • Wael B. Hallaq, İslâm Hukukuna Giriş, çev. Necmettin Kızılkaya, Pınar Yayınları, İstanbul 2018.
  • Ekrem Buğra Ekinci, Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, Arı Sanat Yayınevi, İstanbul 2017.
  • Mustafa Necati Barış, Câhiliye’den Hz. Ömer’e Yargı, İlahiyat Yayınları, Ankara 2020.

Atıf Bilgisi

Mahkeme. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/mahkeme/3633