- A +

Miladî 750 yılında devrilen Emevî hanedanının tek hayatta kalan ferdi I. Abdurrahman, İber Yarımadası’na sığınıp Endülüs Emevî Devleti’ni kurmuş, merkezi konumunda bulunan Kurtuba şehrinde, bugün kilise olarak kullanılan Kurtuba Ulu Camii’nin ilk halini inşa ettirmiştir. 785 yılında, Vâdii’l-Kebîr (Guadalquirvir) nehrinin kenarında inşaatına başlanılan cami, sonraki dönemlerde bölgenin zenginleşmesi ve nüfusunun artması sebebiyle peyderpey genişletilmiştir. Şehrin 1236 yılında İspanyolların eline geçmesiyle kiliseye çevrilen Kurtuba Ulu Camii, mevcut halini 3 asır boyunca korumuş, XVI. yüzyılda caminin orta bölümüne, bugün mevcut olan katedral inşa edilmiştir.

X-XII. yüzyıllar arası Avrupa’nın ve İslâm dünyasının en gelişmiş yeri olan Endülüs bölgesinin zenginliği, uzun bir süre merkezi olan Kurtuba şehrine akmış, buna paralel olarak da büyüyen şehirle birlikte Kurtuba Ulu Camii’de genişletilmiştir (Beksaç, 2002, s. 453). I. Abdurrahman ve oğlu I. Hişâm’ın yaptırdığı cami, 832 ve 848 yıllarında II. Abdurrahman tarafından genişletilmiş, 912 yılında camiyi daha da büyüten III. Abdurrahman, 951 yılında bir deprem sonucu yıkılmış olan I. Hişâm dönemine ait minarenin yerine, sonradan Endülüs çevresinde inşa edilen minarelere örnek olacak olan, yaklaşık 68 m. yüksekliğinde, kufi yazı ve çizgilerle süslenmiş, kesme taşlarla örülü meşhur bir minare inşa ettirmiştir. Sonradan bu minare 1543 yılında yıktırılmış ve onun yerine 1593 yılında bugünkü çan kulesi yapılmıştır (Beksaç, 2002, s. 453). 961 yılı II. Hakem döneminde, Kurtuba Ulu Camii, ihtiyacı karşılayamamasından dolayı genişletme amaçlı kapsamlı bir imar faaliyeti geçirmiş, 987 yılında vezir Mansur İbn Ebî Âmir (Alamanzor)’in genişletme faaliyetleriyle yaklaşık 180 x150 m.’lik bir alana sahip olan yapı, İslâm dünyasındaki en büyük üçüncü cami olmuştur. 1882 yılında onarılan yapı, 1984 yılında şehirle birlikte “UNESCO İnsanlık Mirasları” listesine alınmıştır.

Yapımında Antik dönemden ve Vizigotlar’dan kalma malzemelerin devşirildiği cami, taş, tuğla, ahşap ve mermer sütunlardan müteşekkil olup, yapıda yontma taşa ağırlık verilmiştir. Yapının dış çeperi, dört bir tarafından payandalı ve mazgallı yüksek duvarlarla çevrili olup, müstahkem bir görünüme sahiptir. Yapının dış cephesi, ağırlıklı olarak Emevîler döneminden kalmakla birlikte, yer yer gotik elemanlar eklenmiş olup, neredeyse Hristiyan dünyası ile İslâm dünyasının kesiştiği her bölgede karşımıza çıkabilecek garip bir birliktelik oluşturmuştur (Beksaç, 2002, s. 454). Mevcut yapının yaklaşık üçte birini meydana getiren avlu, yapının kuzey tarafında yer alıp, her üç tarafından dış duvarlara yaslanan revaklarla çevrilidir. Yıktırılan minarenin yerine yapılan çan kulesi, avlunun kuzey duvarında yer alıp, yapının sol tarafında kalmaktadır. Bugün portakal ağaçları yetiştirilen yapının avlusundaki revakların bir kısmı zamanında yıktırılmış, bir kısmı ise örülerek kapalı odalar haline getirilmiştir. Avlunun ortasında sütunlarla taşınan kubbeli bir şadırvan da yıktırılanlar arasında bulunmakla birlikte, X. yüzyıl müelliflerinden Mukaddesî, caminin dört bir tarafının abdest alma mahalleriyle çevrili olduğunu belirtmiş, ancak bu abdest mahallerinin caminin hangi dönemine ait olduğunu veya caminin hangi bölümünde bulunduğunu belirtmemiştir (Mukaddesî, 2008, s. 246-247).

I. Abdurrahman ve oğlu I. Hişâm döneminde inşa edilen cami, dönemin Şam bölgesi yapı geleneği baz alınıp, yaklaşık 75 x 100 m. ebatlarında, geniş avlulu, kıble duvarına dik bir şekilde uzanan 9 bölmeli (nefli) ve her bölmesi 12 kemerden oluşan, sütunlara oturtulmuş bir yapı olarak inşa edilmiştir. Şam Emevîyye Camii ile yakından bağlantılı olan bu cami, II. Abdurrahman döneminde, doğu ve batı kısmına birer bölme (nef) daha eklenilmesi ve Kıble duvarının 25 metre ileri alınarak kemerli göz sayısının 12’den 20’ye çıkartılması suretiyle genişletilmiştir. Yapıda kullanılan bu kemerler iki katlı olup, eski yapılardan devşirilen sütunlara ve sütun başlıklarına oturtulmuştur. Bu form, Kuzey Afrika ve İspanya’ya özgü olmakla birlikte, Romalıların yaptığı Merida sukemerinden esinlenilerek camide kullanıldığı da söylenmektedir. Alt tarafta olan kemerler atnalı şeklinde olmakla beraber, yukarıdaki kemerler yarı daire, atnalı, çok dilimli gibi farklı kemer çeşitlerine sahip olup, yapının ahşap tavanını taşımaktadır (Stierlin, 2008, s. 45).

961 senesinde genişletilen camiye 11 nef ve 11 kemer gözü daha ilave edilmiş, sütun sayısı 200’den 320’ye çıkartılarak caminin uzunluğu yaklaşık 48 metre arttırılmıştır. II. Hakem dönemindeki bu imar faaliyetinde, kıble duvarı bugünkü yerine kaydırılmış, biri orta nefin girişine, diğerleri mihrap önüne, mihrabın sağına ve soluna aynı ebatta üç kubbe koymak suretiyle toplamda dört kubbe eklenilmiş ve bir maksure meydana getirilmiştir. 987 yılında vezir el-Mansur caminin doğu tarafına daha dar neflerden oluşan 8 yeni nef eklemiş ve nef sayısını 19’a çıkararak, avluyu ve harimi 50 metre daha uzatmıştır. Bu genişletmeden sonra camideki sütun sayısı 1000’i geçmiş, lakin İspanyollar zamanında camide yapılan değişikliklerden dolayı yaklaşık 860 adet sütun kalmıştır.

Kendisini çevreleyen duvarların sadeliğine nazaran tezyinatı çok daha zengin olan yapıdaki en baskın unsurlardan biri, beyaz taş ve kırmızı tuğlalardan oluşan çifte kemerlerin, İslâm öncesi yapılardan devşirilen çeşitli tonlarda işlenmiş mermer sütunlarla ve diğer sütun elemanlarıyla olan birlikteliğidir. Taşıyıcı sistemi oluşturan bu kompozit elemanlar, üzerine oturtulan rengârenk ve altın yaldızlı bezemelerle kaplı ahşap tavanla birlikte, cami içinde bir renk cümbüşü oluşturmaktadır.  Yüzlerce sütunun bulunduğu bu yapının, çeşitli süslemelerle, farklı renklerle, kufi yazılarla, bitki ve geometrik motiflerle tezyin edildiği pek çok yer olmakla birlikte, göze en çok çarpan bölümlerinden ikisi, caminin mihrabı ve mihrap önü kubbesidir.

II. Hakem dönemine ait olan mihrabın, dışarıya doğru taşan atnalı şeklindeki kemerinin taşlarının üstü, altın zemin üzerine yapılmış Bizans usulü mozaiklerle kaplıdır. Mihrabın atnalı kemeri, aşağısında mermer başlıklı dört necef sütununa dayanmakla birlikte, yukarısında üç dilimli bir kemer sistemi bulunan, kufi harflerle yazılan bir sure ile süslenmiş bir çerçeveye sahiptir. Mihrap nişi ise çok yüzlü bir oda halindedir. Yine aynı dönemde yapılan mihrap önü kubbesi de, mihraba denk sayılabilecek bir tezyinata sahiptir. Kaburgalı kemerler üzerinde yükselen kubbede, taşıyıcı sistemin oluşturduğu geometrik şekil, bir estetik unsuru olarak kullanılmış, sahip olduğu mozaikler, bitki ve geometrik motifler, altın yaldızlı kabartmalar ve envaı çeşit renkler harika bir görünüm kazandırmıştır.


 

  • A. E. Beksaç, “Kurtuba Ulu Camii”, DİA, c. 26 (2002), s. 453-454.
  • Mukaddesî, İslâm Coğrafyası (Ahsenü’t-Takâsim), çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2008.
  • İbn Havkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası, çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2014, s. 101-109. 
  • S.K. Yetkin, İslâm Sanatı Tarihi, Güven Basımevi, Ankara 1954.
  • H. Stierlin, İmanın ve İktidarı Hizmetinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008.

Atıf Bilgisi

Kurtuba Ulu Camii. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/kurtuba-ulu-camii/3459