- A +

Yaygın kullanımı Kâbe/Kâbe-i Muazzama olup, zaman zaman ortasında bulunduğu Mescid-i Harâm ile mekânsal bağlamda birbirlerinin yerini tutacak veya biri diğerini tanımlayacak şekilde kullanıldığı da olur. Bununla birlikte bu iki yapının/mekânın ismi Kur’ân-ı Kerim’de Kâbe, Beyt, Beytullah, el-Beytü’l-Atîk, el-Beytü’l-Harâm, el-Beytü’l-Muharrem, el-Mescidü’l-Harâm ve el-Beytü’l-Ma’mûr olarak da geçmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’deki çeşitli ayetlerden Hz. İbrahim’in ve oğlu Hz. İsmail’in Kâbe’yi yeniden inşa ettiklerini ve bakımını üstlendiğini öğrenmekle beraber yine Âl-i İmrân suresinden (3/96) Kâbe’nin çok eski zamanlardan beri var olduğunu bilebilmekteyiz.

Kâbe-i Muazzama’nın bugünkü hali, XVII. yüzyıl Osmanlı Dönemi’ne dayanmakla beraber, kaynakların neredeyse her yapımı kaydetmesi ile İslâmiyet’in ilk zamanlarındaki, hatta İslâmiyet öncesindeki durumu hakkında bile malumat edinebilmekteyiz. Söz gelimi V. yüzyıldaki yeniden yapımına kadar bir dönem Kâbe’nin, üstü açık, damsız bir şekilde var olduğunu ve üzerinin dûm (sedir) ağacı ve hurma dalları ile örtüldüğünü biliyoruz (Can, 1993, s. 72). VII. yüzyıldaki Kâbe hakemliği olayının gerçekleştiği yapımda ise, bir sıra taş bir sıra ahşap koymak suretiyle Habeşistan’a özgü bir tekniğin uygulandığını ve inşa faaliyetini Bâkûm veya Bâkom isminde bir Habeşî veya Kıptî dülgerin yürüttüğünü tabakatlardan öğrenmekteyiz. Ki bu yapım tekniği uzun bir süre bölgenin konut mimarlığında kullanılmıştır (Can, 1993, s. 72). Bunun dışında Kâbe, Emevîler döneminde de birkaç kez yıkılıp tekrar inşa edilmiş, Osmanlı dönemindeki yapıma kadar ve sonrasında sayısız tamirat görmüştür. 1039/1630 yılı IV. Murat zamanında Mekke’de meydana gelen sel baskını, Kâbe’nin büyük kısmını yıkmış, Kâbe’nin taşları toplandıktan sonra, ölçüleri alınıp İstanbul Davutpaşa Sahrası’nda birebir modeli yapılmış, bir daha yıkılmaması için model üzerinden demir kuşaklamalar imal edilip, kisve dikildikten sonra, Kâbe eski malzemesiyle yeniden inşa edilmiş ve üretilen demir kuşaklamalarla kisve yerleştirilmiştir.

Mescid-i Harâm’ın tarihsel süreci ise Kâbe’ye nazaran farklı bir güzergâh izlemiştir. Kâbe’nin ve Zemzem Kuyusu’nun konumu kesin bir şekilde bilinmesine rağmen (yapısal biçimleri zaman içinde değişikliklere uğramıştır), harem bölgesinin Kâbe’nin yakın çevresini tanımlayan kısmı olan Mescid-i Harâm, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde genişletilmiş ve ilk kez bir yapı elemanı olan duvar ile bir adam boyunu geçmeyecek yükseklikte çevrelenmiştir. Belâzûrî, Fütûh’ul-Buldan’da, Hz. Osman döneminde satın almaların ve istimlâkların devam ettiğini ve Mescid-i Harâm’a ilk revakların bu dönemde eklendiğini belirtmektedir (Belâzûrî, 2013, s. 51-52). Akabinde Abdullah b. Zübeyr ve Emevîler döneminde Mescid-i Harâm daha da genişletilmiş, tavaf alanı (metâf) önce kum ve taş döktürülerek tesviye edilmiş, sonradan mermer döşenmiş, Yemen, Mısır ve Şam’dan getirtilen sütunlarla kemerler inşa edilip ahşap düz bir çatı ile örtülmüştür. Abbâsîler döneminde de Mescid-i Harâm’ı genişletme faaliyetler devam etmiş, VIII. yüzyılın ortalarından itibaren mescidin ilk minareleri eklenmeye başlanmış ve ilk minberi konulmuştur. Memlükler ve Osmanlı döneminde de tamiratı ve genişletilmesi devam eden Mescid-i Harâm, Suud hükümetine kadar olan süreçte son halini XVI. yüzyılın sonlarına doğru almış, bu tarihten itibaren tamirat ve küçük eklemeler ağırlık kazanmıştır.

Sayısız tamirat görmüş Kâbe’nin kaç defa inşa edildiği ihtilaflı bir mevzudur. Bu inşa faaliyetleri esnasında bazen alanı daraltılmış, bazen genişletilmiş, farklı yapım teknikleri ve taşıyıcı sistem uygulanmış, çatı, merdiven, kapı gibi yapısal elemanlar eklenip çıkartılmış, birçok kez de tezyinatı değiştirilmiştir. Tüm bunlara rağmen, değişikliklerin Kâbe’nin mevcut sınırları içerisinde gerçekleştiği tartışılmazdır. Mescid-i Harâm’ın ise, Mekke’deki harem bölgesinin ya kendisini ya da Kâbe’nin yakın bölgesini tanımlayacak şekilde mekânsal bir sınır tarif ederken, sonraki dönemlerde yapısal bir sınır da oluşturduğunu söylemiştik. [E1] Bu noktada, karşımıza İslâm dünyasındaki mimarlığın kutsiyet ile alakalı bir takım sorunları ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri harem bölgelerinde kutsallığın, mekân ve yapı üzerinden algılanışı, bir diğeri de toplumsal pratiklerinin ve muktedir olanın ibadet mekânları üzerindeki etkileridir.

Kaynaklarda anlatıldığına göre, VII. yüzyılın başlarında gerçekleşen Kureyş’in Kâbe’yi yeniden inşası esnasında kuzeybatı duvarı Hz. İbrahim’in temellerinden 6-7 zira geriye çekilmiş ve Kâbe alan olarak daraltılmıştır. Dışarıda kalan kısım bugün Hicr veya Hicr-i İsmail olarak bilinen bölgedir. Yapı malzemelerinin yetersizliği üzerine Kureyş’in böyle bir daraltma yaptığı nakledilmektedir (Can, 1993, s. 73). X. asrın coğrafyacı ve tarihçilerinden olan Mukaddesî bu konuyla alakalı bir hadisi aktarır. Şöyle ki, Hz. Aişe, Hz. Peygamber’e Beyt’ül-Harâm’daki Hacerü’l-Esved’in neden içeri alınmadığını ve kapısının bu kadar yüksek olduğunu sorduğunda aldığı cevaplar, “Kavmin onun masraflarını kıstı.” ve “İstediklerini içeri almak, istediklerini almamak için kavmin böyle yaptı.” olmuştur. Akabinde Hz. Peygamber henüz yeni İslâm’a giren Kureyş’in karşı çıkmasından çekinmese, Hacerü’l-Esved’i içeri taşıyıp, kapıyı yere bitiştireceğini söyler. Aynı vakayı nakleden Belâzûrî, yıllar sonra İbn-i Zübeyr’in bu sözleri Hz. Aişe’den duyduktan sonra Kâbe’yi yıktırıp temelleri yeniden yaptırdığını, Hicr-i İsmail’i Kâbe’nin içine aldığını, biri doğuda diğeri batıda olmak üzere iki kapı koydurmak sureti ile Kâbe’yi Hz. İbrahim dönemindeki gibi kılmaya çalıştığını, Haccac’ın İbn-i Zübeyr’i öldürmesi akabinde mancınıktan atılan taşlarla zarar gören Kâbe’yi, Kureyş’in yaptırdığı şekle döndürdüğünü belirtir (Mukaddesî, 2008, s. 95-96). Osmanlı dönemindeki yeniden yapıma kadar geçen süreçte ise artık mevcut malzemenin de korunduğunu, ancak zoraki durumlarda yeni malzemelerin kullanıldığını görüyoruz. Hatta I. Ahmed döneminde yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya gelen Kâbe’nin yıkılıp tekrar yapılmasına İstanbul ulemâsı izin vermemiş, bunun yerine esaslı bir tadilat görmüştür. Bu örnekler bize mutlak kutsal olanın yanında kutsallığın da üretildiğine dair bir takım ipuçları vermektedir.

Doğal afetlerin haricinde mevcut iktidarın, Kâbe üzerindeki yıkımları ve yaptığı değişiklikler, meşruiyetini yine Hz. İbrahim’in inşasına ve sonraki dönemlerdeki tarihselliğine dayandırmakla birlikte, Mescid-i Harâm’daki inşa süreci çok daha fazla etkilenmeye açık olmuştur. Hz. Ömer döneminden itibaren, bugün Hicaz’da nüfuz sahibi olan Suud hükümetine kadar, Mescid-i Harâm’da inşa edilen ve yıkılan her yapı, iktidar olanın kendisi ile beraber kutsallığı üretmesine ve ibadet mekânlarını dönüştürmesine sebebiyet vermektedir. Örnekleri sıralamak gerekirse, neredeyse Emevîlere kadar dayanan metâf direkleri, XI. yüzyılda Mescid-i Harâm’ın içinde Kâbe’nin yakınında inşa edilen Sünni dört mezhebin makamları (Makâmât-ı Erbaâ), yine aynı dönemde inşa edilmiş olup da XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde kaldırılan Zeydî Makamı ve Zeydîlerin Mescid-i Harâm içerisindeki faaliyetlerinin yasaklanması, Memlük ve Osmanlı minberleri, yıkılmış ve hâlihazırda yıkılmaya devam eden diğer Osmanlı eserleri… Bugün bunların birçoğu Vahhabî Suud hükümeti tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bu yıkımlar Hacc’ın şeklini bile değiştirmiştir. Yakın geçmişte Hacc’ın sadece farzları ile değil, kabir ziyaretlerini de içeren bir ibadet şekli olduğu ifade edilmektedir. . Suud hükümeti bu kabirleri yıkarak Hacc’ın şeklinin değişmesine sebebiyet vermiştir. Bugün tartışmalara sık sık konu olan Kâbe, çevresindeki gökdelenler, Mescid’i Harâm’ın genişletilmesi ve bu süreç esnasında yıkılan tarihi eserler, bu yıkım faaliyetlerine yöneltilen eleştirilerle zaman zaman gündeme gelen Türkiye’nin Osmanlı mirası üzerindeki hakları, bu sorunsalla ilişkilendirilebilecek güncel meselelerdendir.

  • Sadettin Ünal, “Kâbe”, DİA, c. 24 (2001), s. 14-21.
  • Nebi Bozkurt ve Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Mescid-i Harâm”, DİA, c. 29 (2004), s. 273-277.
  • Y. Can, “Kâbe”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 7/7 (1993), s. 67-92.
  • İbn-i Cübeyr, Endülüsten Kutsal Topraklara, çev. İsmail Güler, Selenge Yayınları, İstanbul 2008.
  • Mukaddesî, İslâm Coğrafyası (Ahsenü’t-Takâsim), çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2008.
  • İbn-i Battuta, Seyahatnâme, çev. A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014.
  • Belâzûrî, Fütûhu’l-Buldân, çev. Mustafa Fayda, Siyer Yayınları, İstanbul 2013.
  • E. Sabri, Miratü’l-Haremeyn, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2018.

Atıf Bilgisi

Kâbe ve Mescid-i Harâm. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/kabe-ve-mescid-i-haram/6866