el-Ezher Camii ve Külliyesi

(1166/1753)
- A +

X. yüzyılın başlarında Kuzey Afrika’da,  kendilerinin Hz. Fâtıma’nın soyundan geldiğini iddia eden ve kendilerine Fâtımîler diyen Berberî asıllı bir topluluk, önce Tunus ve civarını ele geçirerek Şiî İsmailî inancına sahip bir devlet kurmuşlar; sonrasında uzun mücadelelerin ardından, Fâtımî Halifesi Muiz Lidînillah tarafından gönderilen Cevher el-Saklâbî’nin komuta ettiği ordu miladî 969 yılında Mısır’ı ele geçirmiş, akabinde ordunun karargâhının kurulduğu yere Kahire adında yeni bir şehir inşa edilmiştir. 973 yılında merkezin Kahire’ye taşınmasıyla Mısır, Fâtımî Şiî inancının iktidar alanı haline gelmiş, Şam-Filistin hattında, Hicaz’da ve Yemen üzerinde bir süre hâkimiyet kurmuşlardır.

Fâtımî Halifesi ve maiyetinin yerleşmesi için yapılan Kahire saray-kentinin güneyinde inşa olunan el-Ezher Camii, Fâtımî Şiî inancının merkezi haline gelmiş, burada yetiştirilen ve İslâm dünyasının dört bir tarafına gönderilen dâîler, İslâm dünyasındaki ilk sistematik propaganda etkinliğini yürütmüşlerdir. Caminin bugünkü hali, neredeyse her yeni gelen hanedan tarafından yapılan eklemelerle ilk yapıldığı halden oldukça farklılaşmış olup, caminin ilk haline dair fikir edinmek için kıble tarafında bulunan ilk mihrabın önündeki eklemeyi, kuzey tarafında kalan medreseleri, batı tarafındaki dış revaklar ile doğu tarafındaki havuzlu avluyu ve Cevheriyye Medresesi’ni camiden bağımsız olarak düşünmek gerekir.

Fâtımîler döneminde inşa edilen caminin orijinal kısmı 85 x 69 metre ebatlarında olup, dış çeperi alçı sıva bezemeli tuğla duvarlar ile tanımlanmıştır. Kayravan ve Tunus’taki Camiu’l-Kebirler ile yakından bağlantılı olan el-Ezher Camii, kıble duvarına paralel 5 bölme (sahın) ve 19 geçitten oluşmakla birlikte, yapının ilk halinin sınırları son cemaat mahallinin revaklarıyla son buluyordu. Kıbleye paralel olan bölmeleri/sahınları, kıbleye dikey daha geniş bir bölme/sahın ile kesilmektedir ve bu orta sahın, sağında ve solunda bulunan çifte sütunlara oturtulan daha geniş kemerlerden oluşmaktadır. Cami, ahşap düz çatı ile örtülmüş olup, gemi teknesi şeklindeki kemerlerin üzerine oturtulduğu sütunlarla taşınmakla birlikte, bu kemerleri birbirine bağlayan, destek amaçlı ahşap hatıllar bulunmaktadır. Yapının harim kısmında günümüze kadar ulaşmayan bazı kubbeler mevcut olup, halen varlığını sürdüren, biri Kayravan Camii baz alınarak yapılmış mihrabın üzerindeki kubbe, diğeri harim kısmına açılan kapının önünde, mihrap eksenindeki son cemaat yerinin üzerindeki kubbe olmak üzere, sekizgen biçimindeki bir kasnak tarafından taşınan iki adet kubbe mevcuttur. 1933 yılına kadar Memlük dönemine ait nakışlı ahşap bir kaplama ile kapatılmış olan iki yanı sütunlu orijinal mihrabın, alt kısmı renkli mermerden yapılmış, üst kısmı ise geometrik ve bitki desenli alçı kabartma motiflerle ve kufi hat ile yazılmış ayetlerle tezyin edilmiştir. Fâtımîler döneminde açık bir avlusu olan caminin iki yanında yer alan revaklar ise Fâtımî Halifesi Aziz Billah tarafından yaptırılmış olup, bu üçer kemer gözü olan yan revaklar, gemi teknesi şeklindeki kemerlerin üzerine oturtulduğu korint başlıklı devşirilmiş sütunlar tarafından taşınmaktadır. Avluyu çevreleyen revaklar, Amr b. As ve İbn-i Tolun camilerine yakın bir üslupta yapılmış zengin tezyinatlar taşımaktadır. Sütunların üst kısmı almaşık sıralı kapalı nişlerle taçlandırılmış olup, Halife Hafız döneminde ise kemerlerin yukarısında gül bezekler ile basamaklı burçlar eklenmiştir.

el-Ezher Cami, Fâtımîler döneminde sadece bir ibadethane ve eğitim kurumu olmakla kalmamış, yönetici zümrenin ve halkın bir araya geldiği bayram havasında yapılan pek çok dini kutlamanın merkezi olmuştur. Fâtımî iktidarı boyunca gerek vakıf mallarıyla, gerekse yönetici sınıfı ve hayırseverler tarafından yapılan bağışlarla finanse edilen el-Ezher, yetiştirdiği çok sayıda müderris ve dâî ile İslâm dünyasında büyük bir etkiye sahip olmuştur. Aynı zamanda toplumsal olayların odak noktasında bulunan el-Ezher, siyasi kararların halka ilan edildiği bir meclis, açlık, salgın ve karışıklıklar esnasında sığınılan bir mekân ve gıda yardımlarının yapıldığı bir hayır kurumu olarak da kullanılmıştır. 1171 yılında Fâtımîlerin yıkılmasından sonra bölgede hızlı bir Sünnîleştirme faaliyetlerinin yürütülmesi ve Fâtımî propagandası yapan etkenlerin gücünün kırılması amacıyla alınan önlemler doğrultusunda, bir süre el-Ezher’de cuma namazının kılınması yasaklanmıştır. Eyyûbîler döneminde oldukça ihmal edilen yapının birçok vakfiyesine ya el konulmuş ya da süreç içerisinde yağmalanmış, caminin kendisi de geçirdiği yangın ve depremler ile harap olmuştur.  1250 yılından sonra Mısır’ı hâkimiyetleri altına alan Memlükler döneminde el-Ezher Cami, eski itibarını ve toplumsal olaylardaki etkin rolünü geri kazanmış, eğitim faaliyetlerini arttırarak devam etmiştir. 1266 yılında içerisinde tekrar cuma namazı kılınmasına izin verilen cami, sadece kurumsal faaliyetler olarak değil, aynı zamanda yapısal olarak da eski ihtişamına kavuşmuş, yapılan bakım ve tamiratlarla birlikte camiye pek çok yeni birim eklenmiştir. Bu dönemde İslâm dünyasının en güvenli ve varlıklı yerlerinden biri olan Mısır’a, Moğolların, Haçlıların ve İspanyolların baskısından kaçan pek çok âlim yerleşmiş, el-Ezher’de ders vermişlerdir. Fıkıh, hadis, tefsir, belâgat ve dil felsefesi gibi verilen derslerin yanında vaazların ve zikir halkalarının da yapıldığı camide, İbn-i Haldun, Makrîzi, Sehâvî, Muhammed el-Fâsî, Ebü’l-Abbas Ahmed el-Kalkaşendî, Celaleddin es-Süyûtî gibi âlimler ders vermişlerdir. Vakıflarının tekrar bağlanmasıyla eski finansal gücünü geri kazanan el-Ezher Camii, 1303 yılında Kahire’de meydana gelen büyük depremde harap olmuş, Memlük Sultanı Kalavun’un emri ile bakım ve tamirat görmüş ve bu dönemden sonra eklenen Memlük yapıları camiye ayrı bir kimlik kazandırmıştır.

Caminin bir külliye haline kavuşmasını sağlayan en önemli imar faaliyetleri Memlükler zamanında gerçekleşmiş, özellikle caminin kuzey tarafına eklenen medreseler bu süreçte etkin rol oynamıştır. Fâtımîlerden sonra yapıya eklenen ilk büyük ilave, 1309 yılında inşası biten Taybarsiyye Medresesi olup, Alaeddin Taybars tarafından Şâfiî fıkhının okutulması için yaptırılmıştır. Ezher meydanına bakan ana kapının ve kıble istikametinin sağında kalan medrese, dört paye üzerine oturan kare planlı ana mekânın etrafında bir kütüphane, kıble tarafında bir mihrap, talebeler ve hocaların kalmaları için yapılmış odalar, abdesthane ve helalar haricinde, medresenin kuzey doğu köşesinde Alaeddin Taybars’ın kubbe ile örtülü bir türbesinden oluşmaktadır. Memlük döneminin zengin mimari ve tezyini unsurlarını barındıran bu medrese, özellikle renkli mermer işçiliği ve süslemeleri ile dikkat çekmektedir. XIX. yüzyılda Osmanlılar döneminde tamiratı ve bakımı yaptırılan bu medrese, halen el-Ezher’in faaliyetleri için kullanılmaktadır. 1338-1339 yıllarında kıble yönünün sol tarafında ve Taybarsiyye Medresesi’nin karşısında inşa olunan, Alaeddin Akboğa tarafından inşa olunmuş medrese, döneminin meşhur mimarlarından İbnu’s-Süyûfi’ye yaptırılmış olup, burada Şâfiî ve Hanefî fıkıhları okutulmuştur. Akboğaviyye Medresesi olarak adlandırılan bu medrese, 12 sütunun taşıdığı, ortasında küçük bir kubbe bulunan, dönemin tezyinatına sahip ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Bu kubbenin en üst kısmında bazı ayetlerle birlikte, yapım tarihi ve banisi hakkında bilgi veren bir kitabe bulunmaktadır. Medresenin camiye bitişik kıble duvarında Taybarsiyye Medresesi’nin mihrabına benzeyen renkli mermerden bir mihrap ile her iki yanında açılmış birer pencere mevcut olup, yapı sokağa bakan her iki cephesindeki üçer pencere ile aydınlatılmaktadır. Medrese ile ana giriş kapısı doğrultusunda bulunan koridor arasında kalan kısmında ise kıble duvarına bitişik şekilde bulunan Alaeddin Akboğa’nın kubbeli bir türbesi, Ezher meydanına bakan kısmında, medrese inşaatı sırasında dikilen ve banisinin adıyla anılan Akboğa Minaresi bulunmaktadır. Zamanla yıkılmaya yüz tutan medrese, Osmanlı döneminde tamir edilmiş olup, 1896 yılından itibaren el-Ezher Kütüphanesi’nin ana bölümünü teşkil etmektedir. 1440 yılında sultanın hazinedarı Cevher Kanıkbay tarafından yaptırılan medrese ise iki katlı olup, Fâtımî dönemine ait mihrabın sol tarafındaki duvarlardan camiye bitişik bir şekilde inşa edilmiştir. Biri caminin Fâtımî döneminden kalan kısmına açılan, diğeri ise Osmanlı döneminde ilave olunacak kısımla bağlantı kuran iki kapılı bu medresenin alt katı, renkli mermerler ile döşenmiş küçük bir salonun ayırdığı dört eyvan ile baninin türbesinden ve odalardan, üst katı ise müderrislere ayrılmış iki büyük ve birkaç küçük odadan meydana gelmektedir. Medresenin kıble duvarında yer alan mihrap, renkli mermerden yapılmış olup, oyma desenlerle ve fildişi ile sedef kakmalarla bezenmiş, üst kısımları abanoz ağacı ile kaplanmıştır. Kıble duvarının batısında yer alan kare planlı, zemini renkli mermer ile döşenmiş kısım Cevher Kanıkbay’ın türbesi olup, üzerini Mısır’daki en küçük taş kubbelerden birinin örtmesiyle beraber, bu kubbenin dış yüzeyi bitki desenli motiflerle süslenmiştir. Ayrıca eyvanın ortasındaki ana bölmenin üzerinde sekizgen bir kasnağa oturtulan ahşap tavanlı bir kubbe bulunmaktadır. Bu medrese onarımlarla ufak çaplı değişikliklere uğrasa da orijinal hali ekseriyetle günümüze ulaşmıştır.

Medreseler haricinde el-Ezher’de Memlük dönemine ait pek çok yapı bulunmakta olup bunlar, sebil, mektep, abdesthane, su sarnıcı, fıskiyeli havuz ve minarelerdir. Bu birimlerin arasında en dikkat çekenleri minarelerdir. Caminin Fâtımî döneminde avluya açılan kapının üstüne oturtulmuş, tuğladan yapılmış bir minaresi bulunmakla birlikte, bu minare Sultan Zahir Berkuk döneminde (1397) yıkılarak daha uzun bir şekilde inşa edilmiştir. Bir süre sonra bu minare eğrildiği için yıkılarak taştan inşa edilmiş (1414), on sene sonra aynı durumun tekrarlanması üzerine Eşref Baybars tarafından tekrar yaptırılmıştır. 1468-69 yılında Sultan Kayıtbay, üzerinde minarenin de yer aldığı ana kapıyı bütünüyle yeniletmiş ve sağına kendi adıyla anılan bir minare daha yaptırmıştır. Yapıda, Sultan Kalavun döneminde dikilen Mansuriyye adında tamamen taştan yapılmış bir minarenin dışında, Akboğaviyye Medresesi’nin bir parçası olan Akboğa Minaresi ve 1509 yılında Sultan Kansu Gavri tarafından dikilen, Taybarsiyye Medresesi’nin cami avlusuna bakan cephesinin sağına yerleştirilmiş Gavriyye minaresi bulunmaktadır. Diğerlerine göre daha iri gövdeli olan Gavriyye Minaresi, üç bölümlü, çifte şerefeli ve çifte külahlıdır.

Kahire’nin Osmanlıların eline geçmesinin akabinde el-Ezher Camii birtakım tamiratlar görmüş, mevcut olan revaklar ya genişletilmiş ya da yenileri eklenmiştir. Vakfiyelerine dokunulmamakla birlikte yeni vakfiyelerin de eklenildiği el-Ezher Camii, buradaki müderrislerin yönetimine bırakılarak özerklik verilmiştir. Bu dönemde İslâm dünyasının dört bir yanından gelen insanlarla eğitim faaliyetlerini sürdüren el-Ezher’de çok sayıda talebe yetişmiş, Evliya Çelebi bunların sayısını 12.000 olarak vermiştir. Bu rakam abartılı olsa bile, talebe sayısının çokluğuna dair bir fikir vermektedir. Revaklarda kalan talebelerin bir kısmı Mısırlı olmakla birlikte Afrika’nın dört bir yanından gelenler, Şamlılar, Türkler, Hintliler, Hicazlılar, Habeşiler, Yemenliler gibi pek çok farklı milletten insanları barındırmış ve revaklar, burada kalan insanların uyruklarına, şehirlerine veya mezheplerine göre adlandırılmıştır.

Osmanlı döneminde el-Ezher’deki en geniş çaplı imar faaliyetleri, 1753 yılından itibaren Abdurrahman Kethüdâ tarafından gerçekleştirilmiştir. Caminin mihrap harici kıble duvarı yıktırılmış ve kıble yönüne doğru caminin bir misli kadar genişletilmiştir. Bu yeni kısım, ahşap tavanla örtülmüş ve bu tavanı taşıyan kemerler, 50 kadar sütuna oturtulmuştur. Yeni kıble duvarına mermerden yapılmış bir mihrap eklenmiş ve üzeri bir kubbe ile örtülmüştür. Mihrabın sağına devrin ahşap işçiliği ile tezyin edilmiş bir minber konulmuştur. Abdurrahman Kethüdâ’nın camiye kattığı önemli unsurlardan biri de caminin güney kısmı ile kıble duvarının köşesinde bulunan Bâbü’s-Saayide adlı iki açıklıklı büyük kapıdır. Bu kapının kıble duvarına bitişik olan kısmına bir sarnıç ile bir sebil yerleştirilmiş, üst kısmına da mermer sütunlara oturtulan kemerlerle taşınan ve çocukların Kur’ân-ı Kerim eğitimi gördükleri bir bölüm eklenmiştir. Yine Abdurrahman Kethüdâ tarafından, yeni kıble duvarının kuzeydoğusunda kalan kapının yanına dönemin mimarisi ile inşa edilmiş iki minare eklenmiş, böylece minare sayısı altıya yükselmiştir. Bâbü’s-Saayide’nin açıldığı koridorun alt kısmında, mermer mihrabı bulunan ve üstü kubbe ile örtülü, Abdurrahman Kethüdâ’nın türbesi bulunmaktadır. Bunun dışında yine aynı kişinin eklettiği üç yeni revak da mevcuttur. Bundan sonraki dönemde el-Ezher’de yürütülen imar faaliyetleri talebeler için revak sayısının arttırılması, yeni vakıfların sağlanması ve tamirat ile bakım faaliyetleri şeklindedir. Hidivler döneminde ise en geniş çaplı tamirat ve bakım faaliyeti Abbas Hilmi Paşa zamanında gerçekleştirilmiş ve son ilave birim olan Revâku’l-Abbasiyye eklenmiştir. Caminin Ezher meydanına açılan ana kapısı olan Babu’l-Müzeyyinin’in güneyindeki köşede yer alan bu bina (revak), üç katlı olup, talebelerin kalacağı yerler, revir, eczane, idari birim büroları ve müftülük olarak kullanılmaktadır.

el-Ezher’deki eğitim faaliyetleri XVIII. yüzyılın sonlarındaki Fransız işgalinde bir süre sekteye uğramış ve cami tahrip edilmiş olsa da, Mısır’ın tekrar Osmanlı idaresine geçmesinin akabinde caminin kısa sürede tamirat ve bakımı yapılmış ve eğitim faaliyetlerine de devam edilmiştir. Gerek Fransız işgaline, gerekse bir asır sonraki İngiliz işgaline karşı tepki gösteren ve halkı direniş için örgütleyen Ezher uleması ve yönetimi, toplumsal hareketlerde önemli rol oynamış, 1916 yılında gerçekleşen ayaklanma, caminin minberinden halka yapılan çağrılar ile gerçekleşmiştir. Bugün el-Ezher, Mısır’da gerçekleşen toplumsal olaylarda dahi müspet veya menfi etkisini göstermektedir.

el-Ezher’in modernleşme süreci XVIII. yüzyılın sonlarında başlamış, Cemal Abdu’n-Nâsır’ın ıslahatlarıyla ivme kazanmıştır.  Yürüttüğü siyasetle el-Ezher ulemâsının desteğini alan Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, el-Ezher’in gücünü kırmak için ulemâyı birbirine düşürmüş ve kurumun siyasî gücünün azalmaya yüz tutmasının akabinde, Avrupa’dan örnek alınan modern yüksekokullar kurdurmuş, el-Ezher’in ilmi hayattaki rolünün azalmasına ve sadece dini alanla sınırlı kalmasına sebep olmuştur. 1952 yılında krallık rejimini deviren ihtilal ile yeni bir statüye kavuşan el-Ezher, hükümet tarafından sadece dil ve din eğitimi veren bir kurum olmaktan çıkarılmış, modern anlamda bir üniversiteye çevrilmiştir. Bunun yanında İslâmi Bilimler ve Arapça, baskınlığını korumuş, Ezher Şeyhi ise ülkedeki en büyük dini otorite haline getirilmiştir.

  • Mustafa Uzun. “Ezher”, DİA, c. 12 (1995), s. 53-58.
  • Said Abdülfettah Âşûr, “Ezher”, DİA, c. 12 (1995), s. 59-63.
  • Markus Hattstein ve Peter Delius, İslâm Sanatı ve Mimarisi, çev. Nurettin Elhüseyni, Literatür Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 141-159.
  • Suut Kemal Yetkin, İslâm Mimarisi, Doğuş Ltd. Şirketi Matbaası, Ankara 1959, s. 111-114.

Atıf Bilgisi

el-Ezher Camii ve Külliyesi. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/el-ezher-camii-ve-kulliyesi/3461