Alâeddin Camii ve Külliyesi

(617/1220)
- A +

Eserin Adı

Alâeddin Camii ve Külliyesi

Yeri

Konya

Yapım Yılı

617/1220

Mimar

Muhammed b. Havlan ed-Dımaşkî

Peryod/Hanedan

Selçuklular

Yönetici

I. Mesud


Selçuklu döneminde başkent Konya’da inşa edilen ve cami, türbe ve sultan köşkünden oluşan yapı kompleksi döneminin en önemli eserleri arasındadır. Cami, türbeler, sultan köşkü ve dârüşşifâdan oluşan bir yapı grubu söz konusu olduğu için bu birlikteliği bir külliye olarak değerlendirmek mümkündür.

Caminin mimarî Suriye’den Anadolu’ya gelen ve bazı Selçuklu devlet adamlarının yaptırdığı mimarî eserlerde de çalışmış bir mimar olan Muhammed b. Havlan ed-Dımaşkî’dir. Mimarın adına biri Alâeddin Camii diğeri ise Konya-Aksaray yolu üzerindeki Sultan Han kitâbelerinde olmak üzere iki kitâbede rastlanmıştır. Bununla beraber Alâeddin Keykûbad türbesinin işçiliğinden ve mimarî üslubundan da yola çıkılarak bu türbenin de Dımaşkî’nin eseri olduğu ifade edilmektedir.

Mimarın hem Alâeddin Camii'nde hem de Sultan Han’da uyguladığı kompozisyonlar söz konusu olduğunda Zengî mimarisinin karakteristik özellikleri görüldüğü ifade edilebilir. Şam, Halep ve Kudüs’teki Zengi yapılarında sıklıkla rastlanan renkli taş ve mermer geometrik düğümlü geçmelerden teşekkül eden bu düzenleme anlayışı Alâeddin Camii'nin avlu cephesindeki kapıda ve Sultan Han’ın dış portal yan nişlerinde daha küçük boyutlar içinde tekrarlanmıştır. Aynı anlayış daha gelişmiş bir biçimde Karatay Medresesi’nin (649/1251) portalinde de gözükmektedir. Aradaki tarih farkına rağmen Karatay Medresesi’nin de aynı mimar tarafından yapılmış olabileceği söylenebilir (Sönmez, 1989).

Caminin konumu ve planı söz konusu olduğunda öncelikli olarak I. Mesud (1116-1155) döneminde kent merkezinde dairesel planlı bir oluşuma gidildiği ifade edilmelidir. Bir hâkimiyet sembolü olarak içinde hutbe okunan bir cami, yönetim merkezinin simgesi olarak saray ve sarayın yanında yine hükümdarlığın temsili olan darphane bu oluşumun temel yapıtaşları olarak öne çıkmaktadır. Bu yapılar grubuna daha sonra Selçuklu sultanlarının türbeleri de eklenmiştir. Merkezinde caminin bulunduğu dairesel planlı bu tepe ile “evrensel bir kent” anlayışının oluşturulduğu dile getirilmektedir (Küskü, 2014).

Caminin mevcut durumundan hareketle iki farklı devre ait bir plan sisteminin olduğu görülür. Mihrap önünde yer alan kubbe ile önündeki kemerler üzerinde yer alan düz çatı ve eyvan Büyük Selçuklu ve Artuklu camilerinde görülen klâsik sistemi hatıra getirir. Mimarî bakımdan ele alındığında kubbeli mekânın en önemli birim olduğu ifade edilebilir. Bu kısımda yer alan süslemeler de buna uygun olarak oldukça zengin bir şekilde tezyin edilmişlerdir (Aslanapa, 1991).

Cami şehrin aynı zamanda tarihi merkezini de oluşturan Alâeddin Tepesi üzerinde kurulmuştur. Kuzey cephesinde geniş bir avlu olan ve doğu-batı istikametinde uzanan harim ile birlikte büyük bir alanı kapsayan caminin inşasında mermer, moloz taş gibi farklı türlerdeki malzemeler kullanılmış, içteki taşıyıcı ayaklar ise önceki dönemlere ait eserlerden getirilen devşirme malzemelerden oluşmuştur (Karpuz, 2001). Şehrin ulu camisi olarak inşa edilen caminin maksure (parmaklıklarla çevrilmiş yer) kısmının kilise kalıntısı olabileceği söylentisi ise Eyice tarafından asılsız bulunmaktadır. Plan bakımından düzensiz olan caminin taş işçiliği ise Selçuklu döneminin en sade ve zarif örneklerinden birini oluşturmaktadır (Eyice, 1989). Caminin cümle kapısı kısmında Bizans ve önceki döneme ait olan 41 adet taş ve mermer sütun bulunmaktadır. Birbirlerine kemerlerle bağlanan ve üstü ağaç ve toprakla örtülen bu tip yapıların ilk örneğini Samarra’daki Cami-i Kebir oluşturmaktadır. Danişmendlilerin Kayseri ve Sivas’ta inşa ettikleri kitâbesiz ulu cami üslubunda olan Alâeddin Camii kubbesiz, düz tavan ve çok sayıdaki sütun üzerine inşa edilmiştir (Atçeken, 1998). Bununla beraber Alâeddin Camisi’nin I. Mesud zamanında yapılan başka bir mescit ile sonradan birleştirilmiş olabileceğine dair yorumlar da bulunmaktadır (Kuban, 1965). Fatih Sultan Mehmed’in 881/1476 tarihli Konya tahrir defterlerinde Alâeddin Camisi ve vakfı ile ilgili kayıtlar açık bir şekilde görülmektedir. Sultan III. Murad zamanında etraflı bir tamirat geçiren cami, II. Abdülhamid zamanında yeniden onarılmış, 1914-1918, 1920-1923 ve 1940-1945 yıllarında askeri işlere yönelik olarak kullanılmıştır (Eyice, 1989).  Alâeddin Camisi, Evliya Çelebi tarafından “diller ile anlatılamayacak, kalemler ile yazılamayacak kadar güzel bir cami” olarak tavsif edilmektedir (Sönmez, 1989). Cami içindeki minber, ceviz ağacından yapılmış olup Türk sanatı içinde çok önemli bir yere sahiptir. Selçuklu döneminden beri zeminde yer alan orijinal Türk halıları, miladî 991-992 yılına ait kûfî yazılı Kur’ân-ı Kerîm ve zengin oymalarla süslü rahle gibi tarihi öneme sahip hatıra ve eşyalar ise farklı dönemlerde İstanbul’daki müzelere kaldırılmıştır (Eyice, 1989).

Yapı grubunu oluşturan türbeler söz konusu olduğunda iki adet türbenin olduğu ifade edilmelidir. Türbelerin birinde Selçuklu sultanları medfundur. Bunlar I. Mesud (ö. 1204), I. Gıyâsseddin Keyhüsrev (ö. 1211), I. Alâeddin Keykûbad (ö. 1237), II. Gıyâseddin Keyhüsrev (ö. 1246), IV. Kılıçarslan (ö. 1265), III. Gıyâseddin Keyhüsrev (ö. 1238)’dir. İkinci türbe ise İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmaya başlanmış, Alâeddin Keykûbad tarafından tamamlamıştır. Türbenin üzeri açıktır ve sekiz köşeli mermerden yapılmıştır (Atçeken, 1998).

Külliyeyi oluşturan bir diğer yapı da sultan köşküdür. Tuğladan yapılan ve döşeme taşı ile kaplanıp sıvanarak düz hale getirilen zemin katın ön tarafında iki niş (yuva) bulunmakta ve bunlara taştan yontularak yapılmış aslanlar oturmakta idi. Bu aslanların konulmasının sebebi yaptıran sultana bağlanmaktadır. 1828 yılındaki verilere göre köşkün farklı binalardan oluştuğu ve bunların en önemlisinin sultanın selamlık dairesi olduğu bilinmektedir.  Üst kattaki balkon ve odaların tavanları süslemeli ahşap bir örtü ile kaplanmış, iç dekorasyonda alçı kabartma ve sır üstü süsleme çiniler kullanılmış, duvar süslemelerinde ise Farsça şiir ve Arapça metinlerden oluşan çiniler altın yaldızlı rumi motifli çinilerle bezenmişti. Selçuk divanı burada kurulur, Cuma namazlarından önce ve sonra hükümdarlar burada otururlardı. Selçuklu sultanları tarafından kışlık saray olarak kullanılan köşk, daha sonra Karamanoğulları beylerine tahsis edilmiş, Osmanlılar zamanında ise Sultan Cem de bu köşkte ikamet etmiştir. XVII. yüzyılda terkedilen köşkün duvar taşlarının başka yerlerde kullanılmaması için fermanlar çıkarılmıştır. Sarayın tamamen yıkılması ise 1905-1908 yıllarında M. Cevat Bey’in Konya Valiliği zamanına rastlar. Halk sarayın yıkılmaması için tedbir alınmasını istemiş, vali ise “Ben size daha iyisini yaptırırım” diyerek isteği geri çevirmiştir. Köşkün çevresinde yapılan kazılarda çıkarılan alçı ve çini eserler sergilenmek üzere Konya Müzesi, Karatay Medresesi ve İnce Minareli Medrese’ye taşınmıştır. Yalnız moloz taş ve kerpiçten bir parçası günümüze ulaşan sarayın bu kısmı 1961 yılında yapılan beton bir siperle korunmaya alınmıştır (Atçeken, 1998). Tanpınar bu köşklerle ilişkili olarak şöyle demektedir: “Alâeddin Tepesi'ndeki köşklerin yüz elli sene evvel nispeten tam olduğunu düşünürsek bir imparatorluğun, dayandığı medeniyetle beraber inkırazının ne demek olduğunu anlarız” (Tanpınar, 1969). Günümüzde ise sultan köşkünün temellerini ortaya çıkarmaya yönelik büyük çaplı bir kazı çalışması başlatılmıştır.

Külliyeyi oluşturan bir diğer yapı da dârüşşifâdır.  İnşa edildiği dönemde Konya şehrinin en önemli sağlık merkezi olarak öne çıkan bu dârüşşifâ için devrin Hipokrat’ı sıfatıyla tanınan Burhaneddin Ebubekir isimli bir tabip tayin edilmiştir. Osmanlı zamanında önce yıkılarak gelirleri tımara aktarılan dârüşşifâ daha sonra ihtiyaç hasıl olunca yeniden inşa edilmiş ve böylece yapı aynı zamanda bir tıp okulu hâline getirilmiştir. 1869 yılından önce yok olan ve günümüze kadar ulaşmayan dârüşşifânın mimarî özellikleri tam olarak belli değildir. Osmanlılar Konya’yı ele geçirdikleri zaman kullanılmayan dârüşşifâyı yeniden canlandırmışlar ve vakfiyesine uygun olarak devletin son yıllarına kadar hizmet vermesini sağlamışlardır (Atçeken, 1998).

Alâeddin Camii ve Külliyesi zamanında cami, sultan köşkü, dârüşşifâ ve türbe gibi yapılardan oluştuğu için külliye özelliği göstermiş ve toplumsal hayat için bir merkez olma özelliğini ihtiva etmiştir. Türk medeniyetinin Anadolu’da yayılmasında önemli roller üstlenen Selçuklu Sultanlığının aynı zamanda tarihi merkezi olan Alâeddin Camii ve Külliyesi günümüzde kitâbeleri, süslemeleri ve türbeleri ile önemli bir ibadet mekânı olarak dikkat çekmektedir.

  • Oktay Aslanapa, Anadolu’da İlk Türk Mimarisi Başlangıcı ve Gelişmesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1991.
  • Zeki Atçeken, Konya’daki Selçuklu Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve Kullanılması, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1998.
  • Semavi Eyice, "Alâeddin Camii", DİA, c. 2 (1989), s. 324-327.
  • Zeki Sönmez, Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk-İslam Mimarisinde Sanatçılar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989.
  • Haşim Karpuz, Anadolu Selçuklu Mimarisi, Selçuk Üniversitesi Yaşatma ve Geliştirme Vakfı, Konya 2001.
  • Doğan Kuban, Anadolu-Türk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, İstanbul 1965.
  • Sema Gündüz Küskü, Osmanlı Beyliği Mimarisinde Anadolu Selçuklu Geleneği, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2014.
  • Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1969.

Atıf Bilgisi

Alâeddin Camii ve Külliyesi. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/alaeddin-camii-ve-kulliyesi/3469