Abdülhay el-Leknevî

(ö. 1304/1886)
Hanefî fıkıh âlimi
- A +

Hayatı

Abdülhay el-Leknevî, Bâbürlü Devleti’nin son yıllarında 1848’te Banda’da (Hindistan) doğdu. Soyu Hz. Ömer’e uzanan bir aileden geliyor. Dedeleri Medine’den önce Herat’a, buradan da sırasıyla Lahor ve Leknev’e göç ederek yerleşmişlerdir. Babasının Banda’da öğretmenlik yapıyor olması sebebiyle orada doğmuştur. Temel eğitimini babasının gözetiminde aldı ve 1858’de hafızlığını tamamladı. On yedi yaşına geldiğinde mezun oldu ve babasının kadı tayin edildiği Haydarâbâd’daki Medresetü’n-Nizâmiyye’de hocalık yapmaya başladı. 1862’de haccetmek üzere babasıyla beraber Hicaz’a gitti ve geri döndüğünde Haydarâbâd’daki tedris faaliyetlerine devam etti. 1868’de babasının vefâtı üzerine kendisine onun yürüttüğü kadılık görevi teklif edildiyse de bu işin sorumluluğunun ağırlığı ve hocalık yapmayı tercih etmesi sebebiyle kabul etmedi ve Banda’ya geri döndü. Kendisinin verdiği bilgilere göre 1871-1873 yılları arasında Benares’te (Varanasi) babasının dayısı Muhammed Nimetullah b. Nûrullah el-Ensârî’den matematik ve bazı aklî ilimleri, Muhammed Hâdim Hüseyin el-Muzafferpûrî’den de fıkıh okudu. 1875’te ikinci haccını edâ ettiği sırada Mekke Müftüsü Ahmed b. Zeynî Dahlân’dan el-Hidâye’nin tüm isnadlarına dair bir icâzet aldı. İbn Humeyd ve Abdülganî b. Ebû Saîd el-Müceddidî de icâzet aldığı hocaları arasındadır. Leknev’de mantık, fıkıh, usûl ve hadis gibi sahalarda dersler veren Abdülhay el-Leknevî 27 Aralık 1886/30 Rebîülevvel 1304’te 38 yaşında vefât etti ve atalarının yerleştiği bu şehirde defnedildi.

Bâbürlü döneminin meşhur Hanefî fıkıh âlimleri arasında sayılan Abdülhay el-Leknevî başta hadis ve fıkıh olmak üzere İslâmî ilimlerin birçok sahasında behre sahibi bir isimdir. Erken sayılabilecek bir yaşta vefât etmesine rağmen yüz yirmiye yakın eser kaleme almış ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Otobiyografisinde verdiği bilgilere göre hazırladığı kitaplar hoca ve öğrenciler arasında büyük kabul görmüş, uzak şehirler ve ülkelerden talep edilerek okutulmuştur. 1857 yılında müslümanların öncülüğünde İngilizler’e karşı başlatılan isyanın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Bâbürlü Devleti’nin yıkılması üzerine ortaya çıkan siyasi, ekonomik ve ilmî sorunlar ile karşı karşıya kalan Abdülhay el-Leknevî, özellikle tedris ve telif faaliyetleri ile müslüman halkın İslam’ı daha iyi öğrenmesi, bidat ve hurâfelerden kaçınması ve bir arada kalmaları için büyük çaba sarf etmiştir.

Öğretisi

İslami ilimler sahasında hadis ve fıkıh disiplinleri üzerinde yoğun mesai harcadığını ifade eden Abdülhay el-Leknevî’nin çalışmaları çoğunlukla bu iki ilme dairdir. Onun fıkıh sahasındaki çalışmalarının İmâm Muhammed’in eserleri ile klasik Hanefî kaynaklarından el-Hidâye ve el-Vikâye üzerinde yoğunlaştığı görülür. Kendisinin ilim anlayışını ifrat ve tefrit arasında orta bir yol izlemeye çalışmak olarak ifade eder. Naslara muhalefet eden fıkıh âlimlerinin görüşlerini kayıtsız şartsız taklid eden bir anlayışı benimsemediği gibi, onları suçlayarak taklidi bütünüyle terk eden bir kimse olmadığını da dile getirir. Hanefî mezhebine müntesip olduğunu söyleyen Abdülhay el-Leknevî, mezhep müntesibi fakihlerin mezhep imamlarına ait şâzz görüşleri terk edip gerekli yerlerde mezhep taassubuna düşmeden muhaliflerin doğru olan görüşlerini almayı orta yolu tutmak olarak tanımlamaktadır. Otobiyografisinde hakkında âyet veya hadislerden bir delile ulaşamadığı konularda ulemânın ileri sürdüğü görüşlerden emin olamadığının altını çizer. Sarih sahih bir hadise muhalefet eden bir hükmü tespit etmesi durumunda o hükümle ameli terk ettiğini bir ilke olarak belirtir. İctihadda hata-isabet konusunda muhattienin görüşünü benimseyen Abdülhay el-Leknevî, sahih ve sarih bir nassa muhalif bir hükme varan müctehidi de mazur saymış ve bu ictihadıyla sevap kazanacağını kabul etmiştir.

Abdülhay el-Leknevî mezheplerin teşekkül süreci ve fıkıh âlimlerinin mezhep birikimi ile irtibatları üzerinde mesai sarf etmiş ve Hanefî fıkıh âlimlerinin, mezhebin görüşüne aykırı kuvvetli bir delile ulaşsalar bile taklidi terk etmediklerini ileri sürmüştür. Bunun istisnası sayılan az sayıda isim tespit edilebilmektedir. Bu isimler arasında Ebû Yusuf’u saymaktadır. Ona göre kendi hevâlarına uyan ve mezhep taassubu ile hareket eden müteahhirûn dönemindeki fakihler, karşılaştıkları meseleleri mezheplerinin külli ilkeleri çerçevesinde değerlendirmişlerdir. Birçok meseleyi bu yolla çözen bu kimseler sahih bir rivâyet yahut da sarih bir delil bulmaları ve bu delilin söz konusu esaslara muhalefet etmesi halinde onu te’vil etme, mensuh olduğuna hükmetme ve ilgili rivâyeti zayıf sayma yollarından birine başvurmuşlardır. Abdülhay el-Leknevî bahsettiği bu isimlerin fakih olduklarını fakat muhaddis sayılamayacaklarını belirtir. Onun işaret etmek istediği muhaddis fakih kavramının Şah Veliyyullah’ın fıkıh tasavvurunun merkezinde yer aldığına bu bağlamda işaret edilmelidir. Abdülhay el-Leknevî bu fakihlerin sahih sarih bir delilin kendilerine nakledilmesi halinde bunun dikkate alınmayacağını zira imamları ve seleflerinin görüşünün buna uymadığını ifade etmekle yetinmektedirler. Ona göre bu anlayış geç dönemdeki kitaplarda da yerleşmiş yaygın bir bidattir ve bu yaklaşım sadece Hanefî mezhebine has değildir.

Fıkhî meseleleri ele alma tarzı itibariyle Abdülhay el-Leknevî öncelikle konuya dair âyet ve hadisleri zikretmiş, ardından farklı görüşlere yer vermip, deliller çerçevesinde savunduğu kendi düşüncesine işaret etmiştir. Hakkında yapılan çalışmalarda mezhebe muhalefet eden az sayıda görüşünün bulunduğu belirtilmektedir. Furûʻ-i fıkıh sahasında, kahkaha ile gülmenin namazı bozması, imama uyan kimsenin kıraat etmesi, namazda besmelenin okunması, ru’yetü’l-hilâl, mürtehinin maldan yararlanması, ibadetlerde Farsça’nın kullanılması ve imama uyan kimselerin mushaftan okunan âyetleri takip etmeleri gibi birçoğu neredeyse mezhep tarihi boyunca tartışılmış olan çeşitli meseleleri, bir kısmı hakkında müstakil çalışmalar yaparak incelemiştir. Yukarıda arz edilen fıkhî faaliyetinin bir neticesi olarak, imamın gizli kıraat ettiği namazlarda ona uyan kimsenin Fatiha okumasının müstehab olduğu görüşünü benimsediği ve refʽu’l-yedeynin sünnet olduğunu savunduğu görülür. Onun fıkhî görüşleri üzerinde, başlıca referans kaynaklarından biri olan Şah Veliyyullah’ın önemli bir tesirinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Abdülhay el-Leknevî üzerine yapılan çalışmalarda bu iki isim arasındaki irtibat gözden kaçırılmış bir husustur. Gerek furûʻ-i fıkha dair görüşleri, gerekse Hint-İslam dünyasındaki bir takım uygulama ve âdetlere yönelik eleştirileri, bidat ve hurâfelere karşı eleştirel tavrı bakımından Abdülhay el-Leknevî’nin, Şah Veliyyullah’ın izinden giden bir isim olduğu söylenebilir. İmama uyan kimsenin kıraatı meselesine dair risâlesindeki görüşlerini bu konuda örnek olarak göstermek mümkündür.

Fıkıh usûlü sahasında Abdülhay el-Leknevî’nin Hanefî mezhebine yönelik en önemli eleştirileri, mezhebin ahâd haber anlayışı ve bu anlayış çerçevesinde geliştirilen tenkit kriterlerine yöneliktir. Hanefî mezhebine göre râvinin rivâyetine aykırı davranması bir tenkit sebebi olarak kabul edilmektedir. Abdülhay el-Leknevî sahâbenin hilafına davranması nedeniyle bir hadis ile amel edilmeyeceği anlayışına karşı çıkmaktadır; sahâbe için tercih sebebi olacak karineler bulunsa da bu karinelerden haberdar olmayan sonraki insanlara söz konusu bilgilerin zâhir olmadığını ve bu durumun nassı delil olmaktan çıkarmak için yeterli sayılamayacağını söylemektedir. Ona göre sahâbe, kendisine ulaşan bir karineden dolayı onu hamlederek hadisin zâhirinin hilafına davranabilir. Söz konusu hadis ona denk olan yahut da ondan daha fazla tercihe şayan olan (ercah) bir hadisten dolayı terk edilmiştir. Abdülhay el-Leknevî’ye göre bu ihtimallerin hepsini düşünebilmek mümkün olmakla birlikte, sahâbenin eseri yüzünden sahih bir hadisin terk edilmesi savunulamaz. Onun muârız iki delil karşısında Hanefîler’in geneline itirazda bulunarak neshi değil, cem‘i öne alması da mezhebin haber anlayışına yönelik temel eleştirilerinden biridir.

Abdülhay el-Leknevî’nin neredeyse tüm eserlerinde bidat kavramı üzerinde önemle durduğu görülür. İmâm-ı Rabbânî’den sonra Hint alt kıtasındaki tartışmaların merkezinde yer alan bu konuya Şah Veliyyullah önemli katkılarda bulunmuş ve akabinde konuya dair uç yaklaşım ortaya çıkmıştır. Abdülhay el-Leknevî isimlerini vermeksizin Ehl-i Hadis cemaatini kastederek dönemindeki bir grup insanın sünneti Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiûn dönemlerinden ibaret gördüklerini belirtir. Bu dönemden sonra meydana gelenler onlara göre dalâlet ve bidattir. Hatta bazıları sünneti sadece Hz. Peygamber dönemine hasretmişlerdir. Bu kimseler İslam’ın yayıldığı farklı coğrafyalar ve dönemlerde ortaya çıkan uygulama ve âdetlerin şerʻî esaslara (asl) dayanıp dayanmadığına bakmamaktadırlar. Dönemindeki bazı kimseler ise sünneti babaları, dedeleri ve şeyhlerinin yaptıklarına bakarak tespit ve taʻyin etmişlerdir. Sözü edilen bu kimseler şerʻî bir dayanağı bulunmasa da hürmetlerinden dolayı onların uygulama ve geleneklerini bidat-ı hasene içerisinde değerlendirmişlerdir. Abdülhay el-Leknevî bidat-ı hasene tasavvurunu kabul etmekte, fakat bir amelin bidat-ı hasene sayılması için şerʻî bir asla dayanmasını gerekli görmektedir.

Abdülhay el-Leknevî’nin zamanının meşhur isimlerinden olan Sıddık Hasan Han’a yönelttiği eleştiriler dönemin ilmî tartışmalarını yansıtması bakımından önem arz eder. Sıddık Hasan Han’a karşı Nakzu evhâmi Sıddık Hasan Han adlı bir reddiye yazan Abdülhay el-Leknevî onun taklidi reddeden anlayışını eleştirmiş, ticaret malları için zekat verilmeyeceği ve bilerek terk edilen namazın kazasının kılınamayacağı gibi furûʽ-ı fıkha dair konulardaki görüşlerini delillerini zikrederek tartışmıştır. Sıddık Hasan Han’ı Zâhirî mezhebine bağlı bir kimse olarak gören Abdülhay el-Leknevî, onun eserlerinde karşılaştığı bilgi ve tarih hatalarına dikkat çekmiş ve onun aksine İbnü’l-Hümâm’ın mutaassıp bir Hanefî fakihi olmadığını savunmuştur. Abdülhay el-Leknevî Hint alt kıtasında modernizmin öncüsü kabul edilen Seyyid Ahmed Han ve Keramet Ali gibi bazı Hanefî fıkıh âlimlerinin İngiliz yönetimine destek veren yaklaşımlarını eleştiren bir isim olmuştur. Onun câlib-i dikkat yönlerinden birisi rüyâ yoluyla bilgi edindiğini ileri sürmesidir. Rüyalarında sarih olarak yahut da bir takım işaretlerle başına gelecek hadiselerle ilgili haberlerin kendisine ulaştırıldığını belirten Abdülhay el-Leknevî sahabîler, İmam Mâlik, Şemseddin es-Sehâvî ve Suyûtî gibi şöhret bulmuş âlimler ile de bu yolla görüştüğünü söylemektedir.

Temel Soruları

  • 19. yüzyıl Hint-İslam dünyasında sünnet nasıl ihyâ edilebilir?
  • Bir mezhebe intisabın anlamı nedir?
  • Hanefî mezhebi müntesibi bir âlim ahâd haber tartışmalarında mezhebin yaklaşımını mutlak olarak savunmalı mıdır?
  • Bidat nedir, bidatlere mutlak olarak karşı çıkılmalı mıdır?

Öne Çıkan Eserleri

  • et-Taʻliku’l-Mümecced ʻalâ Muvatta'i'l-İmâm Muhammed: thk. Şuayb el-Arnaut, Muhammed Naîm el-Araksûsî. İdare-i Sekâfet-i İslâmiyye, Lahor 2011.
  • er-Ref' ve't-Tekmil fi'l-Cerh ve't-Ta'dil: thk. Abdülfettah Ebû Gudde, Mektebü'l-Matbuati'l-İslâmiyye, Haleb 1987.
  • el-Fevâidü'l-Behiyye fî Terâcimi'l-Hanefiyye: nşr. Ahmed Za’bi, Dârü’l-Erkâm, Beyrut 1998/1418.
  • Fetâvâ’l-Leknevî: thk. Salâh Muhammed Ebû’l-Hâc, Dâru İbn Hazm, Beyrut 2001/1422.
  • İmâmü'l-Kelâm fimâ Yeteallaku bi’l-Kırâati halfe'l-İmâm: thk. Osman Cum'a Damiriyye, Mektebetü's-Sevâdî, Cidde 1991.
  • Umdetü'r-riâye ʻalâ Şerhi'l-Vikâye: thk. Salah Muhammed Ebû’l-Hâc, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2009.
  • el-Ecvibetü'l-Fâzıla li'l-Es'ileti'l-ʻAşereti'l-Kâmile: Mektebü'l-Matbuati'l-İslamiyye, Haleb 1984/1404.
  • Veliyyüddin Nedvî, el-İmâm Abdülhay el-Leknevî: Allâmetü’l-Hindî ve İmâmü’l-Muhaddisin ve’l-Fukahâ, Dâru'l-Kalem, Dımaşk 1995/1415.
  • Salâh Muhammed Sâlim Ebû’l-Hâc, el-Menhecü’l-Fıkhî li’l-İmâm el-Leknevî, Dâru’n-Nefâis, Amman 2002/1422.
  • Muhammed Tayyib Kılıç, “Hint Alt Kıtası Hanefî Fıkıh Birikimine Bir Örnek: Fakih Olarak İmâm Leknevî”, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 16/1 (2014), s. 89-140.

Atıf Bilgisi

Abdülhay el-Leknevî . İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/abdulhay-el-leknevi-/4819