İbn Rüşd’ün (1126-1198), Faslu’l-Makâl

M. 1198
- A +

İbn Rüşd’ün (1126-1198) özellikle felsefe-din münasebetini özlü bir biçimde incelediği ve özgün bir çözüm sunduğu ünlü risâlesidir. Kaynaklar da dikkate alındığında, eserin tam adı Faslu’l-Makâl fîmâ beyne’l-Hükmeti ve’ş-Şerî’ati mine’l-İttisâl’dir. Bu isim, eserin mahiyeti ve amacını ortaya koyan temel soruyu da açık biçimde dile getirmektedir: İçerdiği –mantık başta olmak üzere- tüm bilimlerle birlikte felsefenin, İslâm açısından hükmü nedir? Görüldüğü gibi sorun, öncelikle fıkhî bir sorundur ve dolayısıyla İbn Rüşd, metnin başından sonuna dek bir fakih olarak konuşmaktadır. Ne var ki, eserin adının açıkça ifade ettiği gibi, İbn Rüşd, fıkhen muhakeme ettiği felsefe-bilim tasavvuru ile İslâm arasında, yapısal bir uyum olduğunu bizzat naslara ve kıyasa dayanarak izah etmeye çalışır.

Tüm orta çağ boyunca –hatta XXI. yüzyıla dek- ‘felsefe’nin aynı zamanda tüm bilimleri içerdiği hatırlanırsa, sorunun sadece ‘metafizik’ bağlamında değil aynı zamanda bilim ve din münasebeti ile doğrudan alakalı olduğu kolayca anlaşılabilir. Böylece mesele, aynı zamanda akıl-vahiy ilişkisi haline dönüşmektedir. İbn Rüşd, nasları usta bir biçimde sıralayarak –şüphesiz kasıtlı biçimde- Kur’ân’da da sıklıkla geçen ‘hikmet’le özdeşleştirdiği ‘felsefe’ ile İslâm arasında yapısal bir bağ kurmaktadır. Hakikat tek olduğu gibi, hakikatin bilgisi olan hikmet de tektir. Dolayısıyla şeriat ve felsefe, bir paranın iki yüzü gibidir. Ancak aralarında kaynak, amaç, muhatap ve dolayısıyla yöntem farkları mevcuttur. Şeriat, ilahî kaynaklıdır, felsefe ise insan üretimidir; şeriatın amacı insanı dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak iken felsefenin amacı gücü yettiğince eşyanın hakikatinin bilgisidir. Üstelik şeriat, maksadı gereği istisnasız tüm insanlara hitap etmekte, oysa felsefe ancak amacına uygun aklî ve ahlâkî yeteneklere sahip insanları muhatap almaktadır. İşte bu nedenle, aynı hakikati ifade eden şeriat ve felsefe/bilimin ifade biçiminde farklılıklar bulunmaktadır. Birçok sorun ve tartışmanın kaynağı da bu durumdur.

Eserin en orijinal yönü, Aristotelesçi epistemoloji ile dinî esasları olağanüstü bir başarıyla bağdaştırabilmesidir. İbn Rüşd, bir ayeti delil göstererek –aslında tamamen Aristocu olmak üzere- temelde burhânî, cedelî ve hatabî olmak üç tür akıl yürütme bulunduğu bariz biçimde gösterir. Bunlardan ilki, yani ‘burhân’ ancak gerekli zihni yeterliliğe ve donanıma sahip olanlara, ‘cedel’ ise daha alt düzeyde hitap etmektedir. Oysa insanların büyük çoğunluğu, büyük ölçüde duygularını harekete geçiren hatabe ile ikna olmaktadırlar. Dolayısıyla bütün insanları muhatap alan vahiy, aynı hakikati en fazla ‘hatabe’ ve daha az olmak üzere ‘cedel’ ve ‘burhân’ ile dile getirmektedir.

İbn Rüşd, felsefe/bilim ve din arasındaki asıl problemin çözümünü, işte bu noktada görmektedir. Filozof/bilim adamı, burhânî bir kanıtlama ile kavradığı bir bilginin, nasların zahir ifadeleriyle çeliştiğini gördüğünde, asıl sorunun ‘burhân’ ile ‘hatabe’ arasındaki fark olduğunu düşünmelidir. Bu durumda kaçınılmaz olarak nasların zahirinin tevili gereklidir. Mamafih İbn Rüşd’ün, ‘tevil’ hususunda kelamcılardan çok daha ihtiyatlı ve titiz olduğunu, hatta kelamcıları ‘tevillerini halka açıklayarak fitne çıkarmak’ ile itham ettiğini de vurgulamak gereklidir.

İbn Teymiyye’nin atıfları bir yana bırakılırsa Faslu’l-Makâl, İbn Rüşd’ün hemen tüm eserleri gibi ne yazık ki Müslüman dünyada değil, orta çağ Avrupasında ve Hristiyan-Yahudi düşünürler üzerinde etkide bulunmuştur. Eserin en mükemmel tahkikli neşri (Kahire, 1969) Muhammed Umâre tarafından yapılmış, Nevzat Ayasbeyoğlu (1955), Süleyman Uludağ (1985) ve Bekir Karlığa (1992) tarafından yapılmış Türkçe çevirileri mevcuttur.

Mehmet Fatih Birgül

Atıf Bilgisi

İbn Rüşd’ün (1126-1198), Faslu’l-Makâl. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/booksmap/faslul-makal/3774