Bâkıllânî, Kâdî Ebû Bekir Muhammed b. et-Tayyib (403/1013), et-Temhîd

M. 0983
- A +

Kâdî Ebû Bekir Muhammed b. et-Tayyib el-Bâkıllânî (403/1013) VI./X. yüzyılda yaşamış Eş’arî mezhebinin kurucu ve sistemleştirici adamlarından biridir. Eş’arî mezhebinin oluşum ve gelişiminde ikinci nesil mezhep kurucuları olan İbn Fûrek (ö. 406/1015), Ebû İshâk el-İsferâyînî (ö. 418/1027) ve Abdulkâhir el-Bağdâdî (ö. 429/1037) ile birlikte Bâkıllânî çok önemli yer tutmaktadır. Bu kurucu nesilden İbn Fûrek İmam Eş’arî’nin (ö. 324/935) fikirlerinin derlenip sonraki nesillere aktarılmasında, Abdulkâhir el-Bağdâdî dönemin fikir ve mezhep görüşlerini derleme ve değerlendirmede büyük görevler ifa ederken Ebû Bekir el-Bâkıllânî, Kâdî; Ebû İshak el-İsferâyînî ise, Üstâd unvanlarıyla mezhebin teorisyenleri arasında yer almışlardır. Bâkıllânî, üretkenliği ve sistem adamlığı yönüyle etkisi sadece Irak, Şam, Horasan ve Mısır gibi merkez İslâm coğrafyalarında değil, orta ve uzak Kuzey Afrika ile Endülüs’ü de içine alan büyük bir alanı kaplamıştır. Onun amelî mezhep olarak Mâlikî kimliği taşıması anılan batı İslâm coğrafyasında Eş’ariliğin tutunmasını kolaylaştırmıştır.

Bâkıllânî’nin et-Temhid adlı eseri, sadece Eş’arî mezhebi içerisinde değil, sağlam yöntemi ve zengin içeriğiyle her dönemde diğer mezhep mensuplarının da dikkate aldığı bir kelâm klasiğidir. Her ne kadar o, kelâm ve fıkıh alanında yoğun emek sarf etmiş ve çalışmalar ortaya koymuşsa da, Kur’ân’ın icazı ve tarihi konusu başta olmak üzere tefsir ve hadîs alanlarında da yetkinliğini ve yeterliliğini gösterecek önemli çalışmalara imza atmıştır. Nitekim et-Temhîd’in zengin ve çok yönlü içeriği tam bu yargıyı ispatlayacak niteliktedir. Zaten bu eseri önemli ve vazgeçilmez kılan da taşıdığı bu nitelik olsa gerektir.

Kelâm düşünce geleneği dikkatle incelendiğinde her kelâmcının “inandığı değerleri izah etmek ve savunmak” gibi iki temel görevi eşzamanlı yerine getirme çabası ve hassasiyeti içerisinde olduğu görülür. Kelâm eserlerindeki dönemsel içerik hatta kısıtlı da olsa yöntem değişmelerinin ve farklılaşmalarının altında yatan neden de budur; çünkü her dönem, kendi gündemini, üslup ve usulünü oluşturduğundan bir kelâmcının buna bigâne kalması mümkün değildir. Hassasiyet gösterilen bir başka husus ise, izaha ihtiyaç duyulmayan ve tartışılmayan konuların kelâm eseri içerisine alınmamasıdır, çünkü bu tür konuların gündem yapılması anlaşılmasında sıkıntı olduğu veya savunulmaya ihtiyaç duyduğu algısını oluşturmasının yanında tartışılmayan bir konunun gereksiz yere tartışma ortamına taşınması anlamına gelir. Bazı dönemlerde kelâm kitaplarında temel inanç esaslarından bazılarının yer almamasının sebebi kelâmcının işte bu hassasiyetidir. Benzetmek gerekirse kelâmcı bir itfaiye erinin sadece yangına, bir tabibin de sadece hastalığa/hasta uzva müdahale etmesi gibi bir tutum ve davranış içinde hareket eder. Bâkıllânî’nin et-Temhîd adlı eserinin konu içeriğine ve işleme yöntemine bakıldığında sözgelimi kitapta Kur’ân’ın icazı, büyük günah meselesi, ru’yetullah gibi tali konular geniş yer alırken meleklere iman gibi temel konuların bulunmaması bu hassasiyetin bir gereği ve neticesidir.

et-Temhîd’in dikkat çeken tarafı gündemdeki inanç konularını işlenirken hem İslâm dışı din, inanç ve düşünce gruplarına yönelik reddiye/cevaplarda bulunulması hem de ardından İslâm ümmeti içinde ortaya çıkmış Ehl-i Sünnet dışı fırkalara yönelik eleştirilere yer vermesidir. Benzer yöntem ve sistematiği bir nesil önce olmakla birlikte aynı çağda yaşamış olan Ebû Mansur el-Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevhîd adlı eserinde görmekteyiz. Bu eserin konuları da “bilgi edinime yolları, alemin yaratılmışlığı, alemi yaratan Allah’ın selbî ve subutî sıfatları, evrene yönelik müdahalesi, peygamberliğin ispatı, kaza-kader, büyük günah ve iman-İslâm” gibi o dönemin gündem olan başlıklarıdır. Nitekim Kitabü’t-Tevhîd’de de melekler konusuna hiç değinilmmemişken peygamberlere ve ahirete iman konuları da mütekamil olarak yer almamıştır. Bu da gösteriyor ki Bâkıllânî’nin yaşadığı çağın gündemi anılan konuların öncelenmesini ve önemsenmesini gerektirmektedir. Fetihler sonucu Yahudi ve Hıristiyanlık gibi Ehl-i Kitap ile Mecûsîlik gibi ikili tanrı anlayışına sahip din mensuplarıyla yoğun yüzleşme içerisine girilmiş olması; felsefî açından özellikle Kindî (ö. 252/866), Fârâbî (339/950), İhvan-ı Safâ ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) ile birlikte felsefenin yükselen bir değer olması böyle bir gündemin oluşmasında etkili olmuş olabilir. Nitekim felsefenin etkisi bundan sonra artarak sürmüş; Bâkıllânî’yi takip eden Eş’arîlerden Cüveynî (ö. 478/1085) ve Mâtürîdîlerden Ebü’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115) üzerinde İbn Sînâ’nın sistem, yöntem, terim ve içerik olarak ciddi etkileri görülmeye başlanmıştır.

Eserin bir başka özelliği ise dönemin kudretli Büveyhî sultanı Adudüddevle Fennâ Hüsrev’in (ö. 373/983) talebi üzerine kaleme alınmış olması ve ona takdim edilmesidir. Önemli devlet adamlarına sunulan eserlerin büyük bir özen ve üslup titizliği içinde hazırlandığı bilinen bir gerçektir. Bu eserin bir devlet adamının talebi üzerine yazılmış olması da, dönemin gündem ve hassasiyetlerine odaklanmasını sağlayan bir başka faktördür. Ayrıca Bâkıllânî’nin sultanın oğluna hoca tayin edilmesi, eserin yazılma gerekçesinin onun eğitimiyle ilgili olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Şianın kollarından Zeydî veya İmamî olduğu düşünülen Sultan Adudüddevle’nin düşüncesiyle Bâkıllânî’nin düşüncesi arasında ciddi fark olması gerekirken bizzat Sultan’ın böyle bir eseri memnuniyetle kabul etmesi Bâkıllânî’nin ilim adamlığına güveninin sonucudur. Ona olan güvenini gösteren en önemli gelişme, Bâkıllânî’nin bizzat Sultan tarafından Bizans’a elçi olarak görevlendirilmesidir. Nitekim Bâkıllânî, genel olarak Ehl-i Sünnet esaslarından, özel olarak Eş’arîlik ilkelerinden taviz vermeden eserini kaleme aldığına göre Sultan’ın onun üzerinde herhangi fikri ve mezhebi bir etkisi ve baskısının olduğu söylenemez.

Bâkıllânî tarafından Mukaddime’de açıklandığı şekliyle eserin içeriğinde bilgi, varlık, âlemin sonradan olmasının ve bir yaratıcının ispatı, Yaratıcının âlemin dışında olması ve ona benzememesi, bir ve yegane olması,  kadîm sıfatlara sahip olması, yaratıcılığının gereği olarak hay, âlim, kâdir olması, bütün yapıp etmelerinde adalet ve hikmet sahibi, O’nu yaratmaya zorlayacak veya yönlendirecek gerektirici bir illetin bulunmaması, yarattıklarını bilgilendirmek ve ileri sürecekleri mazereti ortadan kaldırmak için peygamberler göndermesi, kullarıyla arasında elçiler görevlendirmesi, onları tasdik için mucizeler yaratması konularının yanında bu konuları işlerken Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecûîiler gibi iki tanrıya inananlar, tabiatçılar ve astrologlara yönelik cevaplar/reddiyeler… Yine bu çerçeveden olarak eserde İslâm ümmeti içerisinde ortaya çıkan ihtilaflar; Mu’tezile, Hâricîler ve Râfizîler gibi fırkaların görüşlerinin irdelenmesi ve eleştirilmesi söz konusu olmuştur. Eserin en sonunda başta Hulefâ-i Râşidîn olmak üzere sahabe arasındaki ihtilaf doğuran olaylara değinilmiştir.

et-Temhîd’de Ehl-i Sünnetin benimsediği Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahirete ve kadere iman şeklindeki altı iman esası akaid kitaplarında yer aldığı şekliyle ele alınmadığı gibi, meleklere iman konusu muhteva içerisine dâhil edilmemiş; kitaplara iman konusu da Kur’ân’ın yaratılmışlığı ve icazıyla; ahiret konusu ru’yetullah gibi birkaç tali meseleyle sınırlı tutulmuştur. Bu da yukarıda zikrettiğimiz kelâmî bakış açısı ve kelâmcı hassasiyetinin bir sonucudur. Demek ki, bu dönemde yazılan kelâm kitapları birkaç değişiklik dışında gündem maddelerinde ve hatta yöntemde benzerlik göstermektedir. Bu dönem için en ayırt edici gündem maddesi öyle görünüyor ki, Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğinin ispatı, mucize ve Kur’ân’ın icazıdır. Nitekim bu gündemi sadece Bâkıllânî değil, Mâtürîdî, Kitabü’t Tevhîd’de, Kâdî Abdulcebbâr (ö. 415/1025) ise Tesbîtu Delâilü’n-Nübüvve ve Tenzîhu’l-Kur’ân ani’l-Metâin adlı çalışmalarıyla dikkate almıştır. Öte yandan Bâkıllânî bu konuyu sadece et-Temhîd’de işlemekle yetinmemiş önemine ve önceliğine binaen Risâle fi beyâni’l-fark beyne’l-mu’cizât ve’l-kerâmât ve’l-hiyel ve’l-kehâne ve’s-sihr ve’n-necât, el-İntisâr li’l-Kur’ân ve İcâzü’l-Kur’ân adlı üç müstakil eser yazmıştır.

et-Temhîd’in konu başlıkları klasik kelâm eserlerinde olduğu gibi genellikle “bâb el-kelâm” veya “bâb el-kavl” şeklinde düzenlenmiştir. Konuların alt başlıkları ise mesele (problem) ve suâl (soru) şeklinde düzenlenmiştir. Eser konu bazlı tasnif edilmiş; din, inanç ve düşünce gruplarına yönelik eleştiriler/reddiyeler, ilgili konular dâhilinde ele alınmış, onların konuyla ilgili düşünceleri “Şayet derlerse…/ Onlara denilir ki…” şeklinde sorulu cevaplı bir yöntemle ortaya konmuştur. Kitabı, firak edebiyatından ayrıştıran en önemli özellik, görüş sahiplerinin değil, sadece görüşlerin zikredilmesi ve eleştiriye tabi tutulmasıdır. Yine yukarıda değinildiği gibi Bâkıllânî bu eserde bir tabip hassasiyeti içinde hastanın şahsına değil, hastalığa odaklanan bir anlayış ve yöntem izlemiştir; bu da eseri düşünce odaklı bir çalışma özelliğine kavuşturmuştur.

Eserin yayınlanması sürecinin de dikkat çekici hikâyesi bulunmaktadır. et-Temhîd’in bugüne kadar üç nüshası tespit edilmiştir: Birincisi 472/1079 tarihinde istinsah edilen nispeten eksik Paris (Bibliothèque Nationale, nr. A 6090) nüshası, ikincisi 478/1085 tarihinde istinsah edilen Süleymaniye (Ayasofya, nr. 2201) nüshası, üçüncüsü ise 555/1160 tarihinde istinsah edilen Âtıf Efendi nüshadısıdır. Eser ilk olarak Mahmûd Muhammed el-Hudayrî – Muhammed Abdülhâdî Ebû Rîde tarafından Paris nüshasına dayanılarak et-Temhîd fi’r-red ale’l-mülhideti’l-Muʿattıla ve’r-Râfiża ve’l-Havâric ve’l-Muʿtezile adıyla eserin üçte birinden fazlası eksik olarak yayımlanmıştır. R. J. McCarthy, Kitâbü’t-Temhîd adıyla gerçekleştirdiği neşirde ise her üç nüshayı da göz önünde bulundurmakla birlikte imâmet bahsine yer vermemiş, buna sebep olarak da imâmetin kelâmın temel konularının dışında oluşunu ve kendisinin bu kısmı neşretmeye yeterli olmayışını zikretmiştir. Son olarak eserin İmâdüddin Ahmed Haydar tarafından Kitâbu Temhîdi’l-evâil ve telhîsü’d-delâil adıyla yapılan neşri metnin tamamını ihtiva etmektedir. Neşir her ne kadar matbu iki nüshaya dayanmaktaysa da, nâşir tarafından her iki nüshanın kullandığı yazmalardan ilaveler ve tashihler yapılmıştır.

Ayrıca et-Temhîd üzerine tarihte bazı şerh çalışmaları yapılmıştır. Onlardan bilinen İbnü’s-Sâbûnî diye anılan Ebü’l-Kâsım Abdülcelîl b. Ebû Bekir er-Rabaî ed-Dîbâcî’nin (ö. 680/1282) et-Tesdîd fî şerhi’t-Temhîd adlı eseridir (Süleymaniye Ktp., Turhan Vâlide Sultan, nr. 20). Günümüzde ise Armand Abel, Jose M. Forneas Besterio ve Kambiz Ghaneasbassiri gibi araştırmacılar tarafından et-Temhîd’le ilgili çeşitli makaleler kaleme alınmıştır.

Türkiye’de her ne kadar Bâkıllânî üzerine birtakım çalışmalar bulunsa da, doğrudan et-Temhîd üzerine Bekir Topaloğlu’nun Diyanet İslâm Ansiklopedisindeki “et-Temhîd” maddesi dışında bir çalışmaya rastlanmamıştır. Belki Mehmet Salih Geçit’in et-Temhîd’i esas alarak çalıştığı “Bakıllânî’nin (v. 403/1012) İmâmet ve Siyâset Anlayışı (”et-Temhid” Örneği)” adlı makalesi (2018) bu çerçevede ele anılabilir.

 

Atıf Bilgisi

Bâkıllânî, Kâdî Ebû Bekir Muhammed b. et-Tayyib (403/1013), et-Temhîd. İslam Düşünce Atlası, https://islamdusunceatlasi.org/booksmap/bakillani-kadi-ebu-bekir-muhammed-b.-et-tayyib-4031013-et-temhid/1704