Abdülkerîm b. Hevâzin Kuşeyrî (465/1072), Er-Risâletü'l-Kuşeyriyye

M. 1046
- A +

Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) Arapça kaleme aldığı ve bazen kendisine nispetle er-Risâletü’l-Kuşeyriyye diye de anılan, tasavvufa dair en meşhur klasik eserdir. Kuşeyrî’nin 437-438/1045-1046 yıllarında Nîşâbur’da yazdığı bu eser, hem tasavvufun temel meselelerini ve kavramlarını hem de tarihsel anlatımını içermesiyle kendisinden önceki literatürden ayrışır. Müellif mukaddimede, yaşadığı çağ ve muhitlerdeki gözlemlerinden hareketle, tasavvufun eskiden sahip olduğu ruhu kaybettiğini, dinî emirlere karşı kayıtsızlıklarını ve itikadî sapkınlıklarını tasavvuf isminin ardına saklanarak istismar eden sahte sûfîlerin türediğini belirtir ve kitabı tasavvufun gerçek mahiyetini ortaya koymak amacıyla yazdığına işaret eder.

Eser bir mukaddime ve elli beş bölümden (bâb) oluşsa da temelde beş ana kısımdan müteşekkildir. Birinci kısımda pek çok sûfînin tevhîd ve akâid konusundaki görüşlerine yer verdikten sonra bütün bu rivayetlerin delalet ettiği inanç ilkelerini özetler. İkinci kısım “her hâl ve tavrında şeriata riayet etmeye özen gösteren” seksenden fazla sûfînin kısa hâl tercümelerine ayrılmıştır. Kuşeyrî’nin bu kısımdaki amacı, sahte sûfîlerin yaygınlığına rağmen, referans kabul edilmesi gereken “hakiki” sûfîleri ortaya koyarak tasavvufun sahih bir geleneğe dayandığını vurgulamaktır. Kuşeyrî’nin burada bahsettiği isimler sonraki dönemlerde “ricâl-i Kuşeyrî” unvanıyla anılan makbul mutasavvıflar olarak görülmüştür. Üçüncü ve dördüncü kısımlar, tasavvuf terminolojisine tahsis edilmiştir. Kuşeyrî, bir dinî ilim olması bakımından tasavvufun kendisine mahsus ıstılahları olduğunu belirtir ve öncelikle hal, makam, vakit gibi terimleri izah eder. Daha sonra kabz-bast, heybet-üns, fenâ-bekâ, mahv-isbât, cem‘-fark gibi halleri sûfîlerden naklettiği sözler eşliğinde ayrıntılı olarak işler. Daha sonra “tasavvufî makamlar” olarak kabul edilen tevbe, vera‘, zühd, tevekkül, şükür, yakîn ve rızâ gibi kavramları izah etmesinin yanında mücâhede, fütüvvet, velâyet, marifet ve muhabbet gibi belli başlı terimleri de genişçe izah eder. Kitabın son kısmı müritlere yönelik tavsiyeleri içeren kısa bir âdâbü’l-mürîdîn risalesi mahiyetindedir.

Kuşeyrî aynı zamanda bir Eş‘arî kelamcısı olmakla beraber kitabın genelinde bazen Ehl-i sünnet kelâmının temel ilkelerine bazen de nasları tevil etmekten imtina eden Selef geleneğine yakın yorumlarda bulunur. Sûfîlerin görüşlerini şer‘î duyarlılıklarla başarılı bir şekilde uzlaştıran ve tasavvufun tartışmalı isimlerine ve meselelerine fazlaca yer vermeyen üslubu sayesinde er-Risâle hemen hemen bütün dönemlerde tasavvufun en temel klasik eseri olarak kabul görmüştür. Bu yönüyle eser Hücvîrî, Gazzâlî, Attâr, Sühreverdî ve İbnü'l-Arabî gibi sûfîleri etkilemiş, İbn Haldûn tasavvufa dair görüşlerinde büyük oranda er-Risâle’den hareket etmiş, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi selefî âlimler de eseri muteber kabul etmiştir. 

Eser üzerinde geçmişten günümüze şerh, haşiye, ihtisar, intihab ve tercüme sadedinde çok sayıda telif faaliyeti gerçekleşmiştir. Şerhleri arasında Şâfiî âlim Zekeriyyâ el-Ensârî’nin (ö. 926/1520) yazdığı İhkâmü’d-delâle ve bu şerhe Mustafa el-Arûsî’nin (ö. 1293/1876) yazdığı Netâicü’l-efkâr isimli hâşiye öne çıkar. Hindistanlı Çiştî şeyhi Gîsûdırâz (ö. 825/1422) da eseri hem Farsça hem de Arapça şerh etmiştir. Osmanlı döneminden günümüze Türkçeye çok sayıda çevirisi yapılan eser Arap dünyasında da defalarca basılmış ve son olarak Enes Muhammed Adnân eş-Şerfâvî tarafından tahkik edilmiştir (Dâru’l-Minhâc, Beyrut – Cidde 1438/2017).

Hacı Bayram Başer